Torino Atı
Gelmiş geçmiş en sıkıcı filmlerden biri. Şuana kadar izlediğim bilmem kaç yüz film içinde kesinlikle en sıkıcı olanı. 2001 Bir Uzay Serüvenine sıkıcı diyen bunu izledikten sonra tövbe eder, hiç abartmıyorum.
Fakat sıkıcı derken kötülemek maksadıyla söylemiyorum. Filmin yapılış amacı bu! İnsan varoluşunun sıkıcılığı, anlamsızlığı, monoton yaşamı üzerine bir kesit.
Filmin en büyük mesajı hiç mesaj vermeden mesaj vermiş olmasıdır heralde. Sinemasız sinema yapmak! Sıfır olay, sıfır konu ve yaklaşık 145 dakika!
Böylesine az diyaloglu film de nadir bulunur. İnanın Nuri Bilge Ceylan'ın Bir Zamanlar Anadolu filmi bu filmin yanında Pulp Fiction gibi kalır. 2001'deki ilk 20 dakikalık maymun sahnesi kesinlikle çok daha sürükleyici.
Gerçekten kelimenin tam manasıyla olağanüstü bir filmdi. Böyle bir filmi tecrübe etmiş olmak çok zor. İleriye alma meselesinin en kolay uygulanabileceği film. Başta bir at arabası sahnesi var, bilmem kaç dakika boyunca sadece onu izliyoruz. Kadının kuyudan su alıp getirmesini İzliyoruz birkaç dakika boyunca, kamera pür dikkat. Bilmem kaç dakika boyunca kıyafeti giyinişlerini, patates yiyişlerini izliyoruz. Patatesten ve hiçlikten başka hiçbir şey yok lanet yerde!
Sabah kalkış, odun sobaya, kadın kuyuya gidip su alır, gelir babasını uyandırır, babası elini yüzünü yıkar, üstünü giyer. Sadece bu anlattıklarım en az 30 dakika sürüyor. Ardından karşılıklı haşlanmış patates yemeler... Sürekli aynı, aynı şeyler. Filmin yarısı patates yemelerini izlemekle geçiyor?
İlk 60 dakikada toplam diyalog sanırım 10 saniyeden fazla değil! Film boyunca yalnızca bir tane uzun tirat sahnesi var, ki filmin belkemiği de o kısım. O sahne de dâhil olmak üzere film boyunca bütün diyalogları toplasak 4 dakikayı geçmez, zaten 3 dakikası yabancı adamın yaptığı tirattan ibaret. Film boyunca yalnızca 4 kişiyi görüyoruz, birisi evlerine misafir olan yabancı ki tirat yapan bu adam en fazla 4 dakika gözüküyor. Öteki yaşlı adam ve diğeri kızı. Film boyunca gördüğümüz ikili. Son kişi ise At. Ha bir de çingeneleri unutmamak gerek.
Nietszche bir gün (1889) Torino'da dolaşırken bir faytoncunun atını kırbaçladığını görür, at hareket etmemektedir çünkü. Nietszche koşarak atın yanına gelir, atı okşar ve ağlamaya başlar. O günden itibaren Nietszche zihinsel olarak tamamen çöker ve öldüğü 1900 tarihine kadar ablası ve annesi tarafından bakılır.
Filmde bu at ve faytoncunun yaşamının bir kesidi var. Nietszche hiç gözükmüyor. 6 bölüm halinde her bölüm bir gün şeklinde ilerliyor, 6 gün olması heralde meşhur göndermeyle alakalı.
Teknik açıdan kimsenin itiraz edemeyeceği düzeyde ksurusuz, dibine kadar sinematik. İnanılmaz doğal, film boyunca rüzgar ve fırtına sesi eksik olmuyor. Kavisli ve fırtınalı, iç sıkıcı bir havada geçiyor sürekli. İzlerken üşüdüğümüzü, bunaldığımızı hissediyoruz. Sürekli aynı şeyler tekrarlanıyor. Yüzü asık baba ve kızının monoton yaşamı. Sadece bir sahnede çingeneler geliyor, neşeli çingeneler. Baba ve kız bu neşeli insanları kovuyor ve monoton yaşama devam ediyorlar. Tâbi buram buram fakirlik kokuyor, öyle ki film boyunca patatesten başka bir şey yediklerini göremedik. Günde 1 adet haşlanmış patates. Yine de "ye, yemek zorundasın." diyerek bu anlamsız yaşamlarına anlamsız şekilde devam ediyorlar hiçbir anlamı olmadan. At bile yemiyor fakat onlar yemek zorunda. Ateş bulamıyorlar mı, çiğ patatesi yemek zorundalar... Yaşamları inanılmaz zor, yaratılışın 6 günü değil yok oluşun 6 gününe şahit oluyoruz, varlığın yok oluşu.
Düz izlenildiği vakit bir şey anlamak mümkün olmayacaktır, aslında filmin tek amacı da bu. Bir şey anladığını anlamak, anlamsızlığı değerli kılmak. Öyle ki film boyunca At, baba ve kızdan öte bir de hiçliği hissediyor insan.
Bundan daha sıkıcı bir film var mıdır bilmiyorum fakat doğa tasvirleri, bunaltıcı atmosferi aktarış bakımından bundan daha iyi teknikte bir film var mıdır, hiç sanmıyorum.
8.0/10