Siz hiç bir film izlerken yoruldunuz mu? Bu gerçekliğin yorgunluğu, yaşamın yorgunluğu ama, karakterle fazlasıyla içli dışlı olma durumu. Karakterin soğukluğunu, havanın soğukluğunu, yönetmenin dışarıdaki güzellikleri göstermeye çalışmasının verdiği huzuru seyretmenin yorgunluğunu hissettiniz mi? Bu filmde tam anlamıyla bu vardı. İki saatin biraz üzerinde ama yılların verdiği yorgunluğu veriyor izlerken.
Karakterin yüzü gülmüyor, hayata karşı soğuk, yaşadıkları hayatını yabancılaştırmış; pişmanlığı, hüznü, kırgınlıkları var. Kader Lee'ye basmış tokatı, o da hıncını ya kendinden ya da başkasına öfkelenerek çıkarıyor. Susuyor da susuyor, konuşmak istiyor ama söyleyecek bir şeyi yok, kalmamış. Yaşamın kıyısında tıkılıp kalmış. Bu ne demek biliyor musunuz? Ölmek, evet ölmek. Lee yaşamıyor, ölü; hayatın kıyısında kaybolmuş. Hissetmeyi unutmuş, sevmeyi unutmuş, her şeyi unutmuş.
Abisi hayatını kaybediyor, abisinin hayatını kaybetmesine bile doğru dürüst üzülemiyor. Kapıcı olarak devam ediyorken hayatına bu ölümünün ardından bir de abisi Patrick'i emanet etmiş, vasisi olmuş. Kapıcı olmak yetmiyormuş gibi, bir de abisinin oğluyla uğraşıyor. Ama unutamadığı bir şeyler de var, geçmişini. Geçmişinde de bir yük var, o yük Randi de saklı. Hayatına da devam edemiyor haliyle, yollar tıkalı. Zamanında yaşadıkları, onu hayatını mahveden olaylar da mahvediyor izleyenleri. O kadar soğuk, o kadar boğuk ki, hayattan soğumamak, hayatın içinde boğulmamak elde değil. Hissizleşme var hissizleşme, daha ne olsun ki! Öyle bir film ki; boğulmak için, hayattan uzaklaşmak için, hayatın içinde kaybolmak için birebir!
9/10