En Son İzlediğiniz Film? 🎞

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan şirin
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Son 5-6 senedir Fenerbahçe maçlarını ben pek severek izlemiyorum belki artık hobi olmuştur bırakamıyorsundur diye sordum :A
Sen zaten film konusunda kanal falan açsan youtube'da piyasalardakinin 5 katı daha kaliteli değerlendirme yaparsın da işte dediğin gibi 5 altı filmleri izlemek de sıkıntıdır her güzel şeyin bir zorluğu var :D
Fenerbahçe maçlarını bıraktım ben geçen sezon ikinci yarısında. Bir şeyler kazanmayı hatırladıklarında geri dönmeyi düşünebiliriz, o zamana kadar özetler yeter. :A

Teşekkürler de bu ülkede kaliteli işin değer görmesi zor, ağzı laf yapıp Marvel filmleri öven biri olsam o zaman para kazanabilirim. :A

Blogda ve burada yazmak yeterli benim için. Belki 30 sene sonra emeklilikte daha farklı şeyler yapmayı düşünebilirim. :A
 
  • Güldürdün
Reactions: xdragxx

Karakomik Filmler: 2 Arada (2019)

Bu serinin oldukça ağır eleştirilere maruz kalması sonrası beklentimi düşürmüştüm ancak ben bu filmi baya beğendim, oldukça da başarılı buldum.

Cem Yılmaz'dan kendisinin yapmış olduğu gişe filmlerinden beri herkes hep komedi filmleri bekliyor, insanların beklentilerinin karşılanmamasının sebebi de bence bu. Yanlış beklentilere girmek... Üstelik bildiğim kadarıyla bu filmler zaten güldürme vaadi ile çıkmadı ki serinin ismi de ortada.

Filme dönecek olursak...

Ayzek isimli, gemi kantininde çalışan bir karakterin iki farklı halini izliyoruz. Cem Yılmaz yine bol bol gözlemlerini aktarmış bence. Güç zehirlenmesi, para gibi birçok konu işleniyor filmde. Şöyle ki gemiyi Türkiye olarak düşünebiliriz bence, gemi çalışanları bizler oluyoruz, gemiye müfettiş olarak gelen Ozan Güven'in oynadığı karakter ve mensubu olan şirket malum zaten ve Cem Yılmaz'ın oynadığı Ayzek karakteri... Daha çok detaylandırmak istemiyorum sıkıntı çıkmaması adına ancak anlayan anlamıştır zaten. :A

Tabii bunlar Cem Yılmaz'ın yapmayı çok sevdiği göndermeler olarak düşünülebilir, bu şekilde düşünmeden filmi ele alırsak da ortaya Joker gibi bir film ortaya çıkıyor ve bence bu hali de yine oldukça başarılı. Karakterin dönüşümü çok güzel işlenmiş.

Cem Yılmaz'ın oyunculuğu inanılmaz, karakterin yaşadığı dönüşümü oldukça başarılı bir şekilde aktarmış. En iyi oyunculuk performansı bile olabilir, zaten Av Mevsimi'ndeki oyunculuk performansıyla drama oyunculuğu konusunda da ne kadar başarılı olabileceğini görmüştük.

Puan: 8/10


Karakomik Filmler: Kaçamak (2019)

Bu filmin ise pek bir numarası yok, klasik bir gişe filmi denilebilir. Hollywood klişeleri ile dalga geçilen kısımlar, Arrival göndermeleri ve Özkan Uğur'un canlandırdığı karakterin çıkışları güldürdü.

Puan: 6/10

İkinci kısımda hangi film önceydi hatırlayamadım, çok da önemli değil zaten. :D


Karakomik Filmler: Emanet (2020)

Karanlık ve dram ağırlıklı bir film daha. Burada da televizyona eleştirel bir bakış açısıyla yazılmış bir Cem Yılmaz filmi mevcut, baştan sona bunu hissettiriyor. Tabii komedi yönü de mevcut.

Son sahne -Deniz'in Birol'u bıçaklaması sonrası- çok başarılı bence, o sahneye kadar o sahnede bulunan tüm karakterlerin gelişimlerini izliyoruz. Nasıl insanlar olduğunu görüyoruz. Son sahnede ise o ana kadar izlediğimiz karakterlerin hiçbiri kendisi gibi davranmıyor televizyonda, televizyondaki hiçbir şeyin aslında gözüktüğü gibi olmadığı başarılı bir bakış açısıyla aktarılmış bence. Çok başarılı bir sondu.

Sonu çok başarılı olsa da gidişatta sıkıntılar vardı tabii. Klişe kısımlar ve yer yer uzatılan, hafif kabak tadı veren sahneler vardı. Yine de kötü bir film değil kesinlikle.

Özge Özpirinçci de çok güzel bir insan ayrıca...

Puan: 6.5/10


Karakomik Filmler: Deli (2020)

Dört film arasında bir sıralama yapacak olursak ikinci sırada kesinlikle bu film yer alır, 2 Arada'dan sonra en çok etkilendiğim film oldu.

Başta mutlu mesut bir aşk hikayesi izleyeceğiz sandım ancak filmin gidişatı çok çok başka, karanlık bir noktaya evrildi.

Güven'in cinayete tanıklık etmesi, ardından Özkan Uğur'un oynadığı karakteri görmemizle beraber Güven'in delirip delirmediği konusunda bizim de polis gibi muallakta kalmamız... Gerçekten başarılı yazılmış bir film ve kurgu mevcuttu.

Güven'in aslında gerçekten delirmediğini öğrenmemiz ancak yaşanacakların önüne geçilememesi ve suçsuz olduğu halde hayatı kararan bir adam... Sonunda ise kavuşmak istediği Meral'e kavuşmuş olması ancak hiç ama hiç istemeyeceğimiz bir şekilde bunun yaşanması... Gerçekten başarılı ve akılda kalıcı bir finaldi, baştan sona işlenişi de sevdim bu sefer.

Cem Yılmaz'ın oyunculuğu burada da baya iyiydi, Özkan Uğur yine renk katmış. Kendisini oynasa bile güldürebilir herhalde, öyle bir mizacı mevcut. Cem Yılmaz da bunun farkında olduğu için her filminde yer veriyor kendisine zaten.

Bu arada dört filmin de aynı evrende geçtiğine dair ufak ipuçları mevcuttu her filmde, bu detayı da sevdim.

Puan: 7.5/10
 

American Splendor (2003)

İlginç konulu bir film, kendi hayatını çizgi roman olarak yazmaya başlayan çirkin ve sıkıcı bir adamı konu alıyor. Yer yer iyi tespitleri ve replikleri vardı ama bir bütün olarak pek sevemedim maalesef.

5/10

---------------



Master and Commander: The Far Side of the World (2003)

2000 sonrasında Oscar adaylığı olanlar içinde izlemediğim önemli filmlerdendi. Yönetmenin izlediğim üç filmini de sevmiştim ama bu fiyasko oldu benim için.

Meğer Greyhound'un değerini bilememişiz. Onun çok daha uzunu ve sıkıcısıydı. Biraz asker muhabbeti, biraz okyanus görüntüsü, biraz böcek görüntüsü, biraz bam güm, sonra başa dön ve tekrarla. İçim şişti izlerken.

4/10
 
  • Üzücü
Reactions: Sherlock

Bean (1997)

Mr. Bean şüphesiz İngilizlerin televizyona kazandırdığı en önemli karakterlerden biri. Daha çocuk yaşlarımdayken Bean filmlerinden birini de izleyip çok sevmiştim. Sonrasında 1990 yapımı dizisini de bir süre izledim. Bu filmi ise ilk kez izlemiş oldum.

Bence bu karakter sinemadan çok televizyon formatına daha uygun. Filmi sinematik açıdan değerlendirecek olursam elbette çok güçlü değil ama karakter çok eğlenceli olduğu için eğlendiriyor. Fakat dizinin izlediğim bölümlerinden bazıları bu filmden daha komikti. Hal böyle olunca yüksek puan vermek zor.

6.5/10

-------------



Seven Years in Tibet (1997)

Netflix listemde olup bir türlü elimin gitmediği filmlerdendi, nihayet bunu da aradan çıkardık. :)

İlk bir saati çok vasat bir filmdi. Dağcılık ve ikinci dünya savaşı tuhaf bir kombinasyon olmuş. Sonrasında anlamadığım, umrumda olmayan bir takım olaylar sonucu hikaye ilginçleşmeye başladı. Terzi kadın ve Dalai Lama ortaya çıktıktan sonrası güzeldi ama neredeyse hiçbir anında öyle çok büyük bir filmmiş izlenimi vermedi.

Filmin bana kattığı şey Tibet'in ilginç kültürü hakkında tanımak oldu. Aşırı ilginç bir kültür, bize göre tuhaf inanışları var.

Brad Pitt'in başarılarıyla övündüğü sahnede terzi kadının "biz başarılarımızla değil egolarımızı bir kenara koymakla övünürüz" gibisinden bir ayar verdiği sahne efsaneydi. :D

Brad Pitt kariyerinin ilk dönemlerinde ve büyük oranda manken oyunculuğu yapmış burada.

6/10
 

She's Gotta Have It (1986)

Spike Lee'nin ilk filmini Netflix'te yakalamışken izlemek istedim. Enteresan bir yönetmen olduğunu o zamanlardan belli etmiş Spike Lee. Farklı tarzı olan, çok başarılı çekimleri ve ses kullanımı olan bir filmdi. Hikayenin herkese hitap etmeyeceği açık ama hiç fena bulmadım ben.

6.5/10

--------------


Even the Rain (2011)

İspanyolca konuşan filmlerin Güney Amerika'daki temsilcisi Gael Garcia Barnel ve İspanya'dakisi Luis Tosar'ın Bolivya'da buluşmaları ilginçti. Mubi'den gitmeden yüksek IMDb puanına da kanıp izlemek istedim ama sevemedim ne yazık ki.

Aslında filmin konusu da ilgimi çekmişti. Amerika'nın kurulduğu döneme ilgim olsa da bu konuyu iyi işleyen pek film çıkmıyor ne yazık ki. Bu film de bu konuyu konuyla ilgili film çekme üzerinden anlatmaya çalışmış ve işin içine Bolivya'nın karışık atmosferini de katmış. Bir anlamda karışık bir çorba yapmış bence. Filmden pek tat aldığımı söyleyemem, belli bir noktadan sonra olaylar da koptum maalesef.

4/10
 

Frances Ha (2012)

Bu başlıktan artık film yorumlayacağım demiştim ama yine saldık, neyse izlediklerimden bir tane de olsa yorumlayayım hazır müsaitken. :A

Noah Baumbach hem yönetmiş, hem de yazmış. Greta Gerwig ise hem yazmış hem de oynamış... İkisi de günümüzde çok güzel filmlere imza atmış isimler. Birisinin son filmi Marriage Story, diğerinin son filmi ise Little Women... Şahsen iki filmi de çok sevmiştim. Bu yüzden bu filmi hem izlemek istiyordum, hem de beklentim yüksekti, MUBİ'ye geldiğini görünce de aradan çıkarayım dedim.

Hepimiz bir yerlere ait olmak istiyoruz, olamıyoruz, toplum içerisinde veya bulunduğumuz çevrede kendimizi konumlandırmakta zorlanıyoruz. Özellikle de Frances'in yaşlarındayken, Frances'in hayatına tanıklık ettiğimiz dönemin içerisinde bulunurken... Film tam da buna, bu döneme odaklanıyor. Zaten Greta Gerwig, Coming-of-age dediğimiz türde çok başarılı bir isim olduğunu kanıtlamıştı yakın zamanda. Bu yüzden burada da gerçekçi bir anlatım mevcut; abartıdan uzak, sakin bir anlatım... Noah Baumbach da Little Women ile hem abartıdan uzak, hem de etkileyici filmler yapabileceğini kanıtlamıştı. Bu ikilinin bir araya gelmesi de son derece tatmin edici bir film ortaya çıkarmış. Frances'in hayatına yaklaşık 1.5 saatliğine dahil olup, daha sonra hayatından ayrıldığımız, gerçekçi bir filmle karşı karşıyayız...

Frances'in yakın arkadaşının gitmesi sonrası yalnız kalması, bir türlü bir yere ait olamaması, işleri bir türlü yoluna koyamaması, hep bir arayış içerisinde olması, o kadar sıkıntının arasında bir anda Paris'e gitmesi, gelen iş teklifini kendince mantıklı bir gerekçe ile reddetmesi falan... Gerçekten çok gerçekçi bir film. Herkes muhtemelen kendisinden bir şeyler bulacaktır...

Greta Gerwig'in oyunculuğu başarılı, karakteri bizlere hissettirmeyi başarıyor. Adam Driver gibi, Succession'da izlediğimiz Justine Lupe gibi tanıdık yüzleri de görüyoruz film boyunca.

Puan: 7.5/10
 
  • Beğendim
Reactions: bazinga

Filmin başkarakteri Alfredo, kapı kapı dolaşıp ansiklopedi satarak hayatını idame ettirmeye çalışır. Ancak satışlar çok parlak gitmediği için ev kirasını bile ödeyemeyecek durumdadır. Tek tesellisi karısı Carmen’e ilk günkü gibi olan aşkıdır. Alfredo’nun çalıştığı firma da satışların çok parlak gitmediğinin farkındandır ve dönemin (1970’ler) yeni trendi olan video ile satış grafiklerini yükseltmeyi hedeflerler. Ancak filme alacakları ansiklopedi sattıklarından farklı olarak tamamen cinsel içerikli olacaktır. Bu yeni satış tekniği için Alfredo film çekme eğitimi alır, ardından da eşiyle uygulamalı olarak filmi çekmeye başlar. Çektikleri filmlerle sinemaya ısınan Alfredo’nun favori yönetmeni Bergman’dır ve bir gün onunkiler gibi bir film çekmeyi amaçlar. Kendi sanat filmi için hazırlıklarına başlayan Alfredo’yu bir dizi sürpriz beklemektedir.
 
Son düzenleme:
Bence bu film çok güzel çekilmiş, kaliteli bir film...okuduğum en yeni yorumdaki gibi ben de bu filmin bu puanı hak etmediğini düşünüyorum...nedense kaliteli sanatsal avrupa filmleri pek rağbet görmüyor da hollywood filmlerinin hepsine gidiliyor...anlamıyorum ve diyorum: avrupa filmlerini izleyin!! bu filmi de:) 7 diyorum...
Çapkın ve eşine ilgisiz bir adamın eşini aldatması ile olay başlıyor.Sonrasında eşi Penelope'nin kendi iç dünyasında bir yolculuk yapmasıyla Ressam eski aşkı ile tesadüfen karşılaşıyor.Aile dramı izlemek isteyenlere tavsiye...
Puan:6/10
 
  • Beğendim
Reactions: bazinga

The Host (2006)

Parasite ile gönüllerimize taht kuran Bong Joon Ho'nun ünlü filmlerinden biriydi, Netflix'te olduğunu fark etmemiştim son günleri olduğunu görünce hemen izledim. Fakat beğenmediğim filmlerine eklendi maalesef.

Film aslında çok iyi başladı. Tamam Bong Joon Ho'nun Spielberg'e Jaws cevabı gelmiş dedim. Gerçekçi ve güzel sebeplere odaklanmış bir yaratık hikayesi. Fakat sonra giderek ilgi çekiciliğini kaybetti ve Kanal D gece kuşağı filmlerine evrildi. Türü korku olarak geçiyor ama anca iğrendiğim sahneler oldu. Yönetmenin kendini belli etmeye çalıştığı çok iyi çekilmiş sahneler var ama genel olarak vasat bir yaratık gerilimi.

Virüs hikayesi de şu dönemde ekstra izlemekten soğuma sebebiydi...

5/10
 

Sieranevada (2016)

2016'nın merakla beklediğim filmlerinden biriydi ama zamanında çıkmayınca izleyememiştim sonra da kalmış gitmiş öyle. Mubi'ye gelmişken kaçırmak istemedim...

Rumen sinemasını seviyorum. Romanya'yı nedense yıllardan beri bize en yakın ülkelerden biri olarak görürüm. Bu filmde de kültürel anlamda ne kadar benzediğimizi bir kez daha görmüş oldum.

Cristi Puiu ünlü bir yönetmen ama henüz ilk kez izledim. Gerçekten başarılı bir yönetmenlik vardı filmde. Film boyunca o aileden biri gibi hissettirmeyi başardı. Son derece gerçekçi bir aile buluşması filmi olmuş. Fakat içerik olarak beni yeterince doyurmadı. Verdiği sosyolojik mesajları var ama hepsi yan hikaye olabilecek küçük şeyler, güçlü bir ana konusu yok. Yine de A sınıfı bir yönetmenlik var ortada, daha düşüğü yakışmaz:

7/10

-------------



Borç (2018)

Epey underrated bir filmimizmiş bu. Hiç ününü duyduğumu hatırlamıyorum, Mubi'de görüp İFF'de ödül aldığını görünce izleyeyim dedim ve iyi ki izlemişim.

Ülkedeki ekonomik sıkıntıları güzel anlatan bir film olmuş ve bunu gerçekçi, sürükleyici bir hikayeyle anlatmış yönetmen. Ayrıca ahlaki konular, ikilemler üzerine eğilmesiyle biraz Asghar Farhadi filmlerini de andırmıyor değil.

Borç sahibi olmak gerçekten çok zor ve alacağını alamamak da çok zor. Ana karakterimiz filmde ikisini de yaşıyor. Ana karakterimiz Tufan (Serdar Orçin), iyilik meleği gibi bir karakter ve herkese karşı çok iyi. Hasta olan yan komşusunu evine alıyor ve zor durumda olmasına rağmen ona masraf yapıyor... Kimsenin kusursuz olmadığı gibi Tufan da değil. Mesela eşine karşı tutumunun pek çok hatalı yanı var ve onun hayallerini, isteklerini hiç umursamıyor. Kendi dünyasında iyi olmak yetiyor ona fakat içinde bulunduğu borç kendi doğrularını da sorgulatıyor...

Filmde Huriye teyze ve kızı arasındaki ilişkiyi hiç öğrenemiyoruz. Muhtemelen teyze Tufan'ı, eşini olduğu gibi zamanında kızını da çıldırttı bir şekilde. Filmin sonunda kızının muhteşem şarkı performansına yer verilmesi ve son derece mutlu, "düzgün" görüntüsü hikayenin bilmediğimiz tarafları olduğunu anlatıyor... İnsanları bilip bilmeden yargılamamak gerekiyor herhangi bir konuda.

Allah kimseyi borç içinde bırakmasın.

7.5/10
 

L.A. Confidential (1997)

Oldukça uzun bir süre önce izlemiştim ancak hiçbir şey hatırlamıyordum, Prime Video'da da denk gelince izleyeyim dedim. (Burada film yorumlarken bu cümleyi çok sık kurduğumu fark ettim bu arada. :A) İyi de yapmışım.

Oyuncu kadrosuyla, senaryosuyla gerçekten çok iyi bir film. Bunu bir kez daha anladım. Sıradan bir polisiye değil kesinlikle, çok katmanlı, son ana kadar merak unsurunu koruyabilen başarılı bir polisiye. Zaten çıktığı yılı düşünürsek kendisinden sonra çekilen birçok polisiyeye ilham kaynağı olduğu da aşikar.

Filmin ortalarında falan her şey çözümlenmiş gibi gözüküyor ancak tabii ki öyle değil, polis tarafından ele geçirilen siyahi karakterlerimiz ve o karakterlerin polis nezaretinden kaçmalarıyla filmin asıl kısmına geçiş yapıyoruz bence. Kevin Spacey'nin oynadığı Jack Vincennes karakterinin bir anda ölmesi, akademinin içerisinde dönen pis işler, bu pis işlerin Hollywood'a kadar uzanmış olması, en hafifletilmiş tabiri ile kadınların bir obje olarak görülmesi gibi gibi birçok farklı noktaya değiniyor film. Çok da başarılı bir şekilde değiniyor bence.

Ayrıca sondaki çatışma sahnesi çok başarılı çekilmiş. Kamera açılarını çok beğendim.

Senaryo muazzam ancak oyunculuklar da en az onun kadar muazzam. Kevin Spacey yine yeniden muazzam bir oyunculuk performansı sergiliyor, öldürüldüğü sahnede inanılmaz oynamış. Zaten bana kalırsa performansıyla diğer oyuncuların arasından net bir şekilde sıyrılıyor. Onun dışında Russell Crowe, Guy Pearce, James Cromwell... Hepsinin performansı olması gerektiği gibi.

Puan: 8.5/10
 
  • Beğendim
Reactions: bazinga

Sex, Lies and Videotape (1989)

Steven Soderbergh'in ilk filmiymiş ve ilk filmiyle kendisine Altın Palmiye kazandırmış. Uzun süredir Netflix listemde bekliyordu, zamanı gelmişti.

Film, Berlin Duvarı yıkıldığında doğudakilerin ilk hedeflerinden biri olmuş ama içeriğinde çıplaklık olmadığı için hayal kırıklığına uğramışlar. :)

Çok iyi yazılmış, yazıldığından daha da iyi yönetilmiş bir film. Amerikan bağımsız sinemasının dönüm noktalarından biri olarak gösteriliyormuş. Soderbergh'in bugüne kadar izlediğim filmlerinden en iyisi olabilir. Baştan sona sürükleyici ve çok özgündü.

Cannes'da ödül alan James Spader iyiydi ama filmin asıl yıldızı Andie MacDowell'dı bana kalırsa. Onunla aşırı zıt bir kardeş rolünde Laura San Giacomo da tuhaf bir çekicilik sahibiydi.

Filmin içeriğine girmeme hakkımı kullanıyorum. :):)

8/10


------------



A Man for All Seasons (1966)

Zamanında Oscar kazanıp çok ses getirse de günümüze popülerliğini pek taşıyamamış filmlerden biri ne yazık ki. Netflix'te yakalamışken kaçırmak olmazdı.

Thomas More müthiş bir adammış. İdeallerinden, doğrularından asla vazgeçmeyen, gücünü dürüstlüğünden alan bir karakter. Parti kursa oy verirdim. :) Orson Welles'in karakterini de sevdim, onun olduğu sahneler filmin doruk noktalarındandı. 8. Henry rolünde Oscar kazanan Robert Shaw da oldukça başarılıydı.

Pek izlemediğimiz mekan, dönem ikilisini bir araya getirmesiyle bugün bile ilgi çekici bir yapım. Fakat ikinci yarısında giderek ritmini kaybediyor. Seyir zevki açısından bugünün gözüyle yüksek beklentilere girmemekte fayda var.

7/10
 
Kill Bill: Vol. 1
Bu aralar büyük beklentiyle izlediğim filmler hep hayal kırıklığı yaşatıyor :(
Film güzel başlamıştı aslında ama özellikle son yarım saatteki aşırı ekstrem sahneler beni filmden çok soğuttu. Hiç benlik değildi. Çok yorum yapasım yok. Tarantino'nun diğer filmlerini, o filmlerdeki tarzını çok beğenmiştim ama bunu beğenemedim maalesef. Ne alaka bimiyorum ama ben nedense Scarface-Pulp Fiction karışımı tarzda bir film bekliyordum. Filmi puanlamayacağım :(
 
  • Beğendim
Reactions: bazinga

Düğün (1973)

Mubi'deki Altın Portakal Festivali özel etkinliği kapsamında izlediğim ilk film oldu. Açıkçası Eşkıya öncesi Türk sinemasını komedi dalı dışında çok zayıf buluyorum. Bu nedenle de izlediğim film sayısı çok azdır. Bu film de görüşümü pek değiştirmedi. O dönem Altın Portakal, SİYAD ödülleri kazanmasına rağmen teknik açıdan çok zayıf bir film. Başta Hülya Koçyiğit'in performansı olmak üzere neredeyse tüm oyunculuklar çok zayıf, daha doğrusu çok abartılı. Genel olarak da filmde bir yapaylık havası hakim. Urfalılar o dönem son derece iyi İstanbul Türkçesi kullanıyormuş meğer. :)

Filmin anlatmak istedikleri güzel tabii. O dönem İstanbul'un zorluklarla beraber gelen çekiciliği iyi anlatılmış. Tabii Türk toplumundaki kadının, çocuğun üzücü yeri de...

Filmin bendeki en büyük artıları o dönem İstanbul'una kısa bir göz atabilmekti. Filmin ilk başında Urfa - İstanbul ayrımını yapmakta zorlandım. Neyse ki Urfa görüntüsüne de yer vermişler ilk başta. :) Pek sevdiğim üstat Erol Günaydın'ın gençliğini ilk kez görmekte çok ilginçti...

6/10

-------------



Charlie and the Chocolate Factory (2005)

Hiç izlemediğim en ünlü filmlerden biriydi ve nihayet vakti geldi. :)

Öncelikle film 1971 yapımı aşırı ünlü bir başka filmin yeniden çevrimiymiş ve ben bunu bilmiyordum. Aşağıdaki gifle sürekli karşılaşmam filmi merak etme sebeplerimdendi ama bu Willy Wonka benim izlediğim filmdeki değilmiş meğer. :A Onun yerine Michael Jackson rolündeki Johnny Depp biraz hayal kırıklığı oldu. :D

Condescending Wonka GIF


Filmin ilk yarısı çikolata sevenler için heyecan verici sahnelerin arka arkaya dizilmesiyle başlıyor. Wonka çikolataları damak sulandırdı ve gidip Ülker çikolatamı kaptım. Yeni çıkan ince ve uzun boylar lezzetliymiş, ilk kez bu filmi izlerken yedim, tavsiye ederim. Neyse konuya dönelim... :A

Bu filmi gerçekten çok geç izlemişim. Keşke yayınlandığı dönemler, hatta daha öncesinde küçük çocukken izleyebilseymişim. Eminim büyük hayranlık duyduğum bir film olurmuş. Özellikle Charlie'nin yaşadığı yer etrafında yaratılan masalsı dünyaya bayıldım. Fakat Johnny Depp sahneye çıktıktan sonra işler fazla absürtleşmeye başladı, filmin gözümdeki değeri giderek düştü. Johnny Depp de baya kötü oynamış. Bir ara Edward Scissorhands göndermesi yapılması hoşuma gitti sadece.

Güzel mesajlar veren güzel bir çocuk filmi. Bir ara denk gelirse eski versiyonunu da izlemek isterim...

7/10
 
  • İlginç
Reactions: Sherlock

Düğün (1973)

Mubi'deki Altın Portakal Festivali özel etkinliği kapsamında izlediğim ilk film oldu. Açıkçası Eşkıya öncesi Türk sinemasını komedi dalı dışında çok zayıf buluyorum. Bu nedenle de izlediğim film sayısı çok azdır. Bu film de görüşümü pek değiştirmedi. O dönem Altın Portakal, SİYAD ödülleri kazanmasına rağmen teknik açıdan çok zayıf bir film. Başta Hülya Koçyiğit'in performansı olmak üzere neredeyse tüm oyunculuklar çok zayıf, daha doğrusu çok abartılı. Genel olarak da filmde bir yapaylık havası hakim. Urfalılar o dönem son derece iyi İstanbul Türkçesi kullanıyormuş meğer. :)

Filmin anlatmak istedikleri güzel tabii. O dönem İstanbul'un zorluklarla beraber gelen çekiciliği iyi anlatılmış. Tabii Türk toplumundaki kadının, çocuğun üzücü yeri de...

Filmin bendeki en büyük artıları o dönem İstanbul'una kısa bir göz atabilmekti. Filmin ilk başında Urfa - İstanbul ayrımını yapmakta zorlandım. Neyse ki Urfa görüntüsüne de yer vermişler ilk başta. :) Pek sevdiğim üstat Erol Günaydın'ın gençliğini ilk kez görmekte çok ilginçti...

6/10

-------------



Charlie and the Chocolate Factory (2005)

Hiç izlemediğim en ünlü filmlerden biriydi ve nihayet vakti geldi. :)

Öncelikle film 1971 yapımı aşırı ünlü bir başka filmin yeniden çevrimiymiş ve ben bunu bilmiyordum. Aşağıdaki gifle sürekli karşılaşmam filmi merak etme sebeplerimdendi ama bu Willy Wonka benim izlediğim filmdeki değilmiş meğer. :A Onun yerine Michael Jackson rolündeki Johnny Depp biraz hayal kırıklığı oldu. :D

Condescending Wonka GIF


Filmin ilk yarısı çikolata sevenler için heyecan verici sahnelerin arka arkaya dizilmesiyle başlıyor. Wonka çikolataları damak sulandırdı ve gidip Ülker çikolatamı kaptım. Yeni çıkan ince ve uzun boylar lezzetliymiş, ilk kez bu filmi izlerken yedim, tavsiye ederim. Neyse konuya dönelim... :A

Bu filmi gerçekten çok geç izlemişim. Keşke yayınlandığı dönemler, hatta daha öncesinde küçük çocukken izleyebilseymişim. Eminim büyük hayranlık duyduğum bir film olurmuş. Özellikle Charlie'nin yaşadığı yer etrafında yaratılan masalsı dünyaya bayıldım. Fakat Johnny Depp sahneye çıktıktan sonra işler fazla absürtleşmeye başladı, filmin gözümdeki değeri giderek düştü. Johnny Depp de baya kötü oynamış. Bir ara Edward Scissorhands göndermesi yapılması hoşuma gitti sadece.

Güzel mesajlar veren güzel bir çocuk filmi. Bir ara denk gelirse eski versiyonunu da izlemek isterim...

7/10
İlk yorumladığın filmi MUBİ'de görmüştüm ve izlemek istiyordum, sanırım vazgeçeceğim zaten senin gibi çok da umutlu değildim. :D

İkinci film için ise gerekli tepkiyi mesajımla bıraktım. :A
 
  • Güldürdün
Reactions: 12.Adam and bazinga
İlk yorumladığın filmi MUBİ'de görmüştüm ve izlemek istiyordum, sanırım vazgeçeceğim zaten senin gibi çok da umutlu değildim. :D

İkinci film için ise gerekli tepkiyi mesajımla bıraktım. :A
Hangi kısmı ilginç geldi tam olarak? :A

İzlemek izliyorsan izle ya olumlu tarafları da var. Biliyorsun çok kötü olsa acımam 3-4 veririm. :A
 
  • Güldürdün
Reactions: Sherlock
Hangi kısmı ilginç geldi tam olarak? :A

İzlemek izliyorsan izle ya olumlu tarafları da var. Biliyorsun çok kötü olsa acımam 3-4 veririm. :A
Yayınlandığı yıldan itibaren bilinçli olarak açıp izlemeyi geçtim, televizyon kanalları olsun, çeşitli film izleme yöntemlerinin bulunduğu malum ortamlar olsun hiç denk gelmemiş olmana ve izlememiş olmana şaşırdım. :A

Süresi de kısaymış zaten, belki bu kararımdan vazgeçer ve izlerim. :A
 
  • Güldürdün
Reactions: 12.Adam and bazinga
Yayınlandığı yıldan itibaren bilinçli olarak açıp izlemeyi geçtim, televizyon kanalları olsun, çeşitli film izleme yöntemlerinin bulunduğu malum ortamlar olsun hiç denk gelmemiş olmana ve izlememiş olmana şaşırdım. :A

Süresi de kısaymış zaten, belki bu kararımdan vazgeçer ve izlerim. :A
Yoldaşım,admin uzun süre Sonra ilk defa yerli Türk filmi seyretmiş,yabancı filmlere alışık olduğundan garipsemiş olabilir.Attan inip eşeğe binmek gibi... (Olumlu açıdan ) :A