En Son İzlediğiniz Film? 🎞

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan şirin
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

Pity (2018)

Mubi sayesinde keşfettiğim filmlerden oldu. Yorgon Lanthimos'un başarısı belli ki Yunanistan sineması için yeni bir akım oluşturmuş. Babis Makridis yönetmenliğindeki bu film de Lanthimos'tan çıkmış gibiydi.

Filmin merkezinde acılardan beslenen, insanların kendisine acımasından aldığı hazzı başka hiçbir şeyden alamayan, insanların ilgisini anca o şekilde çekebilen zavallı bir adam var. Her ne kadar uçuk bir konu gibi gözükse de aslında çok yabancı değil bu adam, hepimizin etrafında var. Hatta zaman zaman kendimizin bile içine düştüğü söylenebilir.

Filmin çok durağan bir yapısı olsa da yer yer kahkaha attırabiliyor. Ben biraz daha akıcı, daha absürt ama daha iyi bir sona sahip olmasını tercih ederdim ama bu haliyle de çarpıcı bir film. İzlediğime memnun kaldım.

6/10

----------



Anelka: Misunderstood (2020)

Film değil belgesel aslında ama en uygun yer olduğu için buraya yazayım.

Aslında Anelka'nın belgesel çekmeye değecek kadar büyük bir oyuncu olduğunu düşünmüyordum ama yine de neler anlattığını merak ettim. Ve de futbolla ilgili belgeseller her daim ilgi çekici, izlemesem olmazdı.


Anelka'nın kariyerinin ilk yıllarında bu kadar dev bir yıldız olduğunu unutmuşum. Transfer rekoruna sahip olduğunu bilmiyordum. Gerçekten çok çabuk zirveyi gören ama sonrasında tepetaklak olan bir kariyer... Zor kişiliği nedeniyle olmuş başına gelenler çoğu zaman. Yeri geldiğinde sözünü sakınmamış cesur kararlar almış. Fakat yanlışları kariyerini yakmış, daha sonra da basın haksız şekilde tamamen işini bitirmiş...

Belgesellere puan vermek çok doğru gelmiyor. Genelde 7 veya 8 puan veriyorum. Filmlerle aynı seviyede puanlar olarak düşünmeyin.


7/10
 
Yaaa ne Sunderland'i Netflix Fenerbahçe belgeseli yapsın 10 sezonluk konu çıkar
 
Reactions: 12.Adam

The Seventh Continent (1989)

Amour ile Haneke sinemasına iyi bir giriş yaptıktan sonra The White Ribbon'ı hiç sevmeyince uzak durma kararı almıştım. Fakat Mubi'de ve kalkmak üzere olduğunu görünce dayanamadım.

Yönetmenin ilk ve en önemli filmlerinden biriymiş ama maalesef bunu da sevemedim. Gerçek bir korkunç aile trajedisini ele alıyor film. Öznelere değil nesnelere odaklanan sıra dışı görüntü yönetmenliği daha ilk dakikalardan ilginç bir film izleyeceğimizin habercisi niteliğinde. Görüntü yönetmenliği ne kadar başarılıysa filmin hikaye anlatıcılığı o kadar zayıftı. Ailenin yaşamlarının sıradanlığının etkileyici bir şekilde aktarılamadığını düşünüyorum. Sonu izlediğim en çılgın finallerden biriydi ama bu tip filmlerin olumlu bir katma değerinin olmadığı tam tersi insanları depresyona ve daha kötülerine sürükleyebileceğini düşünüyorum.

5/10

-----------



Crystal Swan (2018)

Büyük ihtimalle ilk kez Belarus sinemasına ait bir film izledim.

90'larda Sovyet Rusya'sının izlerinin sürdüğü Belarus'tan ayrılıp Amerika'da müzik yapma hayaliyle tutuşan ve çevresiyle uyumsuz bir gencin yaşadıkları anlatılıyor. Karakterimiz vize başvurusunda uydurma telefon veriyor ve başvuru sırasında bu telefonun aranacağını öğrenince telefonun sahibini bulup evlerine musallat oluyor.


İlginç bir konusu var filmin. Ana karakter Alina Nasibullina'nın performansı muazzam ve filmi sevmeyi kolaylaştırıyor. Meğer Belarus da Türkiye'den pek farklı bir ülke değilmiş diye düşündürdü insanları açısından. Filmin içeriğini çok zengin bulmamam daha yüksek puan vermeme engel oldu ister istemez.

6.5/10
 

Love (2015)

Gaspar Noe sinemasını hiç sevmesem de sürekli karşıma çıkmaya devam edince, Mubi'de de görünce izleyeyim dedim...

Gaspar Noe yine çılgınlığın sınırlarını zorlamış... Sinemada çıplaklığın asla karşıtı değilim. Doğallığı sağlamak, duyguları daha iyi aktarabilmek için uygun ölçülerde kullanılması gerektiğini de düşünüyorum. Fakat bu film başka bir boyut. Bu çıplaklık falan değil direkt konulu malum türde film... Yönetmen aklından geçen her türlü fanteziyi gerçekleştirmiş. O sektörde çalışsa epey başarılı olurmuş şüphe yok ama sinema adına filmin pek bir şey taşıdığına inanmıyorum. En cesur benim, en marjinal benim diye bağırmaktan başka bir şey değil.

3/10
 

Mean Girls (2004)

Her genç kızın izlemesi gereken bir film. Bu filmi de haznemize kattık çok şükür.


Filmin senaryosu Tina Fey'e ait ve gerçekten mizah kalitesi türündeki filmlere göre gayet iyi. Kahkaha attığım kısımları oldu. Konu anlamında senaryo büyük ölçüde tırt tabii ama oyuncu kadrosunun muhteşemliği bu açığı kapatıyor. Sektörün sevdiğim kadın oyuncularının %17'sini bu filme toplamayı başarmışlar.
The Great Rachel McAdams, Amanda Seyfried, Lizzy Caplan, Tina Fey, Amy Poehler ve tabii ki başroldeki Lindsay Lohan oldukça iyilerdi.

İyi vakit geçirmelik çerezlik bir film. Netflix'teyken göz atabilirsiniz siz de.


6/10
 
Dün yorum yapma fırsatı olmadı iki günlük yorum getirdim.



Dinner for Schmucks (2010)

Jay Roach yönetiyor Steve Carell başrol ne kadar kötü olabilir ki diyerek izledim ama iyi değilmiş gerçekten.


98 yapımı Fransız filmden uyarlamaymış izledikten sonra öğrendim. Çok saçma bir konu ama tema olarak oldukça klişe. İnsanların dalga geçtiği bir adam vardır, ana karakterimiz de baştan onunla dalga geçer onu küçümser, sonra arkadaş olup aslında onun süper bir insan olduğunu fark edip kendinden utanır...

Süresi de böyle hafif bir film için çok uzun. Güldüren yerleri yok değil ama genel olarak sınıfı geçemeyen bir yapım. Steve Carell'ın iyi performansı da bir yere kadar.

5/10

------------



The 40-Year-Old Virgin (2005)

Sürekli karşıma çıkan, en ünlü Judd Apatow ve Steve Carell filmlerinden biriydi nihayet izledim. Burada da Paul Rudd'un Steve Carell'ın yanında başrol olması ilginç bir tesadüf oldu. Diğer filme göre elbette daha iyiydi. Steve Carell'ın karakteri iyi yazılmış, derinliği yüksek bir karakterdi. Çok da iyi oynamış. Geri kalan Seth Rogen tayfasının gerzeklikleri çoğu zaman komik değildi. Vakit öldürmelik fena olmayan bir film.

6/10

-------------



Gözetleme Kulesi (2012)

İki ucuz film üzerine gerçek bir film izleme vakti gelmişti. İşe Yarar Bir Şey'in ardından izlediğim ikinci Pelin Esmer filmi oldu ve ikide iki...

Gözetleme kulesi konsepti ilgi çekici bir konsept ve doğrusu varlıklarından haberdar değildim. Filmin ilk kısımları fazla yavaştı ve Gişe Memuru'nun farklı bir versiyonu olmasından çekindim biraz. Fakat sonrasında Nilay Erdönmez'in karakteriyle ilgili sırrın açığa çıkmasıyla filmin yönü bir anda değişti ve çok iyi bir noktaya geldi.

Film şu an spoiler olmaması adına pek çok konuda, özetle ülkemiz gerçekleri hakkında düşündürüyor. Bunu yaparken taraf tutmuyor. Cevap veren bir filmden çok soru soran bir film ama sorduğu sorunun kolay bir tarafı yok, bunu vurguluyor. Hem Olgun Şimşek'in hem Nilay Erdönmez'in performansları çok başarılıydı ve karakterleri de çok iyi yazılmış...

İzlediğim en çarpıcı doğum sahnesi bu filmdeydi sanırım.

Müthiş doğa görüntüleri ve mekan tasarımı da filmin artılarından.

7.5/10
 


Sinemada izlemediğime, kaçırdığıma pişman olduğum çok az 21.YY filmi vardır ve bu da onlardan biri oldu. Son derece manyakça, kafa açan ve kafa yapan çok değişik ve özgün bir sinema yapıtı. Yönetmen Gaspar Noa'nın izlediğim ilk filmi oldu ama son filmi olmayacağı da kesinleşti, hemen listeme aldım. Cesur, özgün ve yönetmenlik bakımından manyakça işlere imza atanlara sinema adına saygı duymak gerekiyor bu devirde eşine az rastlanıldığı için. Ama tabi ki çok çok az izleyiciye hitap ediyor IMDb puanı beklenenin üstünde yüksek.

Açılıştaki şu dans sahnesi ayrıca muhteşemdi ve izlediğim en iyi film dans sahnelerinden biriydi. Kullanılan müzik ayrı bağımlılık yapıyor.


Filmi izlemek görüntü ve çekim sekanslarının sürekli hareket halinde olması, bazen ters görüntü olarak izlemek zorunda kalmaktan dolayı o kadar zor ve yorucuydu ki 90 küsür dakika olmasına rağmen kafayı çok yorduğu için dizi gibi iki bölüme ayırarak iki günde izledim. Sinemada tek oturuşta, o ortamda izlemek kim bilir nasıl yapardı kafayı. Alt metni yorumlanabilir ya da tartışılabilir ama yönetmenlik kalitesi ortada. Rahatsız edici bir film, özellikle ilk kısımlarında çok belaltı muhabbet geçiyor. Ama genel olarak aşırı rahatsız edici bir film de değil, çok daha öteleri olduğu için.

Filmin esas konusu bir grup dansçının geçirdiği çılgın bir gece, içkilerine atılan bir L** adlı bir uyuşturucu sonrası yaşadıkları deneyimin aktarılması. Herhangi bir mesaj verme, anlam çıkarma filmlerinden ziyade, filmin konusunu bizzat yaşatmayı, izleyiciyi filmin içine çekmeyi amaçlayan filmlerden. Kamera açılarının sürekli hareket halinde olması ve izlemeyi zorlaştırması da bu yüzden, onlarla birlikte aynı ortamı izleyene hissettirebilmek. Bu bakımdan kesinlikle çok başarılı. Yönetmenlik harikası filmlerden biri diyebilirim çok net bir şekilde. İşte sinema budur, hayatın aynası ve hayatta her şey toz pembe değil...




8.5+
 
Reactions: bazinga
Vay be, zamanında bu film hakkında bilgiler vermişim. Beğeni atmasan aklıma bile gelmezdi
Sonbaharda olmadı yine o konulara el atayım

 
Reactions: Tolstoyevski
Filmin konusu ya da bu konuda yorumu var mı diye bakarken gördüm ve şaşırdım ben de çünkü sana çok ters gelebilecek belki nefret edeceğin bir film üstelik.
 
Reactions: Dosi
Filmin konusu ya da bu konuda yorumu var mı diye bakarken gördüm ve şaşırdım ben de çünkü sana çok ters gelebilecek belki nefret edeceğin bir film üstelik.
Ben o ara yerlileri açıyordum. Sonra dur yabancı film kısmı bomboş deyip el atmıştım
o ara vizyona girecek filmleri açıyorudm hep.
Hatta bir tanesinde Emre uzun süre sonra etiketleyince şunu yazmışım

 
Reactions: Tolstoyevski

More (1969)

Mubi sayesinde varlığından haberdar olup izlediğim bir film oldu. İran'da doğan İsviçreli bir yönetmenin yönettiği film, Fransa'da tanışıp İspanya'ya giden Amerikalı ve Alman'ın ilişkisini ele alıyor ve filmin büyük kısmı İngilizce.


60'lar belgeselini izlediğimden beri hippilerin yaşam tarzlarına ilişkin yapımlara ilgim var ve görünce beni çekmesi zor olmadı. Özellikle doğa içindeki nü sahneler ilgimi çekti doğrusu. Beklediğimi bulduğum bir film oldu büyük ölçüde. O döneme o dönemin içinden güzel bir bakış olmuş. Hippiliğin çekici tarafları güzel anlatılmış. İbiza'da öyle bir yerde sevdiğiyle o doğallıkta yaşamak hemen herkes için hayal gibi bir şey herhalde... Tabii uyuşturucudan uzak durabilmek önemli bir şart. Uyuşturucunun zararları üzerine de gerçekçi, doğal bir film aynı zamanda...

Bu arada filmin müziklerini Pink Floyd'un yapmış olması da önemli bir not.

6.5/10

-------------



11'e 10 Kala (2009)

Pelin Esmer filmografisini de Mubi sayesinde tersten tamamlamış oldum. Bu filmi zamanında niye göklere çıkarıp ünlü edememişiz ki. İzlediğim en iyi yerli filmler arasında adını en üst sıralara yazarım rahatlıkla.

Yönetmen kendi amcasının koleksiyonerlik hevesinden esinlenmiş ve muhteşem bir işe imza atmış. 1950'lerden bu yana her gün gazeteleri toplayıp evinde biriktiren, bunun dışında da binbir çeşit tuhaf şeylerin koleksiyonunu tutan iyi eğitimli bir adamdan bahsediyoruz. Doğrusu Mithat amcaya büyük bir hayranlık duydum. Evinde haftalar boyunca sıkılmadan yaşayabilirim sanırım. Fakat tabii koleksiyonerlik epey obsesiflik gerektiren tuhaf bir bağımlılık. Bunun olumsuz yanları da aktarılıyor. Uzaktan güzel olsa da yaklaşınca kişinin kendisi farkında olmasa bile tehlikeli ve insanın hem kendisine hem çevresindekilere zarar veren bir şey ne yazık ki...

Nejat İşler fena oynamamış ama Mithat amcanın doğallığı filmin her şeyiydi.

Pelin Esmer belgesel işlerini bir kenara koyup lütfen daha çok film yap. Günümüzdeki aktif yönetmenler için Nuri Bilge Ceylan'dan sonra iki numaraya koyabileceğim bir yönetmen tanımış oldum... (Yavuz Turgul'u aktif saymıyorum, Çağan Irmak'ın da kariyeri epeydir düşüşte, başka unuttuğum biri yoktur inşallah.)

9/10
 
Reactions: Tolstoyevski

Year One (2009)

Bu konuya ilgim olduğu için Netflix'te görücne berbat IMDb puanına aldırış etmeden listeme eklemiştim. Bir A.R.O.G. veya Rrrrrrr değil tabii çok da kötü değildi. Özellikle giriş kısmını sevdim ve dini olayların tasviri eğlenceliydi. Fakat sonrasında işler istediğim kıvamdan çıkıp daha klişe bir yere bağlandı. Keşke daha iyi olabilseydi.

5.5/10
 

Meet the Parents (2000)

Son dönemde izlediğim diğer Netflix filmleri gibi yine ucuz bir çerezlik film bekliyordum ama şaşırttı.

Türünün en iyileri arasına rahatlıkla koyabileceğim bir aksilikler komedisi olmuş. Ben Stiller'ın karakteri sevilesi, ufak tefek kusurları olan bir karakter. Fakat kötü bir alışkanlığı var küçük kusurlarını ortaya koymak yerine küçük yalanları tercih ediyor ve her bir yalan başına iş açıyor... Hikayenin diğer ucunda ise kızına kusursuz bir damat arayan Robert de Niro var. O da aslında Ben Stiller'ı yalana iten bir faktör olarak karşımızda.

Karakterler çok iyi yazılmış ve çok iyi oynanmış. Robert de Niro'nun bugüne dek izlediğim en iyi komedi filmi olabilir. Teri Polo da çok güzeldi... Komik, eğlenceli, düzgün mesajları olan bir film olmuş. İki tane de devam filmi varmış özellikle Dustin Hoffman ile Robert de Niro'nun karşılıklı komedi performansını merak ediyorum. Yakın gelecekte ikinci filmi de izlerim yüksek ihtimalle.

8/10

------------



Empire of the Sun (1987)

Spielberg'ün ilk dönemlerinin önemli filmlerinden biriydi, BluTV'de görünce hemen listeme almıştım, izlemek şimdiye kısmet oldu.

Christian Bale'in Spielberg'ün keşfettiği bir çocuk yıldız olduğunu bilmiyordum. Daha küçücük yaşta harika bir performans sergileyerek filmi taşımış. Büyük bir oyuncu olacağı o yaştan belliymiş. Ona eşlik eden genç John Malkovich de hiç fena değildi tabii.

Film İkinci Dünya Savaşı'nın fazla işlenmeyen bir kanadı olan Japonya - Çin savaşındaki bir İngiliz ailenin düştüğü durumu ele alıyor. Japonların tarihte işgalci devlet durumunda olması bana çok ilginç geliyor... Filmin çekildiği yıla bakılırsa The Pianist, Life is Beautiful gibi türünün en iyileri daha sahneye çıkmamış. O şartlarda değerlendirince gerçekten önemli, başarılı bir film. Bir çocuğun gözünden savaş atmosferi çok iyi anlatılıyor. Çok iyi çekilmiş, etkileyici sahneleri var. Özellikle ilk 40 dakikayı izlediğimde epey şaşırdım, çünkü baya 8-9 puana giden bir film buldum karşımda ve hiç bu kadar iyi bir film beklemiyordum...

Fakat filmin ikinci yarısını ne yazık ki aynı derecede başarılı bulmadım. Kendini tekrarlamaya, sıkıcılaşmaya başladı. Özellikle finale doğru bitmek istiyormuş da bir türlü bitemiyormuş hissi yarattı. "Bugün yeni bir kelime öğrendim, atom bombası" repliği çok iyiydi ama savaşın bu yakasının en önemli olayı olan atom bombası daha iyi anlatsın ve Amerika'nın orada yarattığı tahribata değinilsin isterdim...

7/10
 

Blue Velvet (1986)

İlginç bir dünya, ilginç bir film. Beğenmekle beğenmemek arasında kalsam da seyir zevki genel olarak yüksek ve kendine has özellikleri bulunan bir filmdi. Oscar'da tek adaylığını David Lynch'in en iyi yönetmen dalında almış olması bir hayli enteresan ama hak edildiği söylenebilir...

Filmin adına konu olan şarkıyı Lana Del Rey'in yorumundan dolayı biliyordum. Harika bir şarkı gerçekten. Film bitince açıp bir de Lana Del Rey'den dinledim...

Film, gerçeklik ile sıradışı bir dünya arasında gidip geliyor, neyse ki bunu karmaşık bir yolla yapmıyor. Hikayenin çıkış noktası bile gerçeklikten uzak. Kalp krizi geçiren babasını hastanede bırakan bir adam, bir cinayet davasının peşine düşüyor. Bu uğurda ölmeyi bile göze alıyor... Karakter motivasyonu çok yetersiz. Fakat bir şekilde izlettiriyor kendini... Güç sahibi kişilerin sapkın zevkleri için güçlerini nasıl kullanabildiğini anlatıyor bence film ve bu açıdan başarılı olduğu söylenebilir. Biraz Kubrick'in Eyes Wide Shut'ını hatırlattı bana...

7/10
 

The Double Life of Véronique (1991)

Three Colors: Red sonrası Irene Jacob'a hayran kalmıştım ve aynı yönetmenle olan bir diğer filmi Mubi'ye gelince gelir gelmez izledim. Fakat ne yazık ki beklentim altında kalan bir film oldu.

Filmin çok özgün bir konusu var. Ya kendimizden bir tane daha başka bir yerde daha olsaydı? Fakat her ilginç fikir iyi bir fikir değildir. Bu filmin fikrini de ilginç bulsam da işleniş olarak beni çekmedi, duygusu bana geçmedi.

Yönetmen Kieslowski gerçekten çok kaliteli bir yönetmen ve yine akılda kalıcı, özgün sahneler var ama film bütün olarak zayıf, senaryosu çok zayıf.

Three Colors: Red oynarken "Irene Jacob o kadar güzel ki iki saat boyunca boş boş otursa izlerim" diye iç geçirmişimdir, işte bu film de tam olarak onu sunuyor.
Müthiş bir doğal güzellik gerçekten ve başka bir oyuncu olsa film kesinlikle sıkıcı olurdu.

6/10
 
Reactions: Tolstoyevski
Uzun aradan sonra bu hafta ilk kez bu kadar vites düşürmek zorunda kaldım. İki günlük yorum yapalım.



Dirty Dancing (1987)

Tam bir genç kız fantezisi klasiği.
Çok güzel olmayan, sıradan sayılabilecek bir kız. Yakışıklı, vücut sahibi, yetenekli bir dansçı. Tabii ki aşık oluyorlar birbirlerine...

Dans koreografileri çok güzel. Time of My Life şarkısının bu filmden çıktığını bilmiyordum. Tüm zamanların en iyi film şarkılarından biri keşke daha nitelikli bir filmden çıksaymış.
Bu kategorideki Oscar'ı hak etmiş şüphesiz.

Senaryo çok zayıf, oyunculuklar vasat, dans sahneleri ve şarkılar için izlenebilir mi? Evet.

5.5/10

----------------



The Change-Up (2011)

Beden değiştirme türü fantastik konuları seviyorum. Zaten Jason Bateman varsa o film veya dizinin kötü olma ihtimali çok düşük gibi iyi işleyen bir tezim de var. O nedenle Netflix'te iken izledim ve beklediğimi buldum.

Evet sinema açısından bakınca çok kaliteli bir iş değil. Gerçeklikten uzak kısımları olması bir yana çocuklar önünde işeyen adamlar gibi sorumsuzca çok fazla sahnesi var. Fakat amacı olan eğlendirmeyi başarıyor. Ryan Reynolds'ın içinde Jason Bateman var gibi Jason Bateman'ın içinde Ryan Reynolds var gibi düşünmek epey enteresandı ve oyuncular gayet iyi iş çıkarmışlar. Olivia Wilde'ı bu filmde aşırı çekici buldum nedense normalde o kadar sıra dışı bulduğum bir isim değildi, burada çok iyiydi.


6/10