Burası ciddi bir müessese diyoruz dinlemiyorlar...İyi etmiş sizin gibi kütük kafalara
Burası ciddi bir müessese diyoruz dinlemiyorlar...İyi etmiş sizin gibi kütük kafalara
İkisi laftan anlamaz yoldaşımBurası ciddi bir müessese diyoruz dinlemiyorlar...
Anlamaz o leşler, ne zaman anladılar ki...İkisi laftan anlamaz yoldaşım
İyi etmiş sizin gibi kütük kafalara
Burası ciddi bir müessese diyene bak Her şey bu mesajla başladı... @SherlockBurası ciddi bir müessese diyoruz dinlemiyorlar...
Öyle mi diyorsun...Burası ciddi bir müessese diyene bak Her şey bu mesajla başladı... @Sherlock
İyi etmiş sizin gibi kütük kafalara
Burası ciddi bir müessese diyoruz dinlemiyorlar...
İkisi laftan anlamaz yoldaşım
Bu döngü durmayacak bu şekilde devam edecek elbette...Ulan iki dakika yalnız bırakmaya gelmiyor, burada olanlar olmayanları anında gömüyor. Rahatsızlık verici bir hainlik seviyesi söz konusu...
Filmogrofiyi Tomografi diye okudum
The Element Of Crime
Filmin adından da anlaşılacağı üzere suç üzerine yoğunlaşan ama diğer taraftan bakınca suçu klasik bir şekilde ele almış filmlere benzemeyen bir yapımla karşı karşıyayız. 1984 yılında zamanın teknolojisinde ilginç kamera açılarıyla, saçma sapan sarı renk tonlamasıyla, oluşturulan çılgın kasvetli mekanlarla ve çekim açılarıyla daha ilk uzun metraj yönetmenlik deneyiminde şov yapan bir adamdan söz ediyoruz. Trier'in izlediğim ilk filmi oldu ve izledikten sonra bu adama neden aykırı denildiğini net şekilde anladığımı söyleyebilirim. Çok yorucu ve izlemesi zor bir filmdi. Bu kasvet ortamına tam olarak uyan müthiş müzkilerle de bunu desteklemişler...
Film baştan sona belirli bir izleyiciye yönelik çekildiğini gösteriyor. Adam diyor ki bu filmi herkes izlemesin. İzlemeye başlayan normal bir seyirci bu filmi zaten kolay kolay bitiremez, bu ne saçma film diyip kapatır yani. Ama ben 5.30 saatlik uykuyla olmama rağmen filme odağımı bir dakika bile kaybetmedim ve filmden çok keyifli bir şekilde ayrıldım... Yönetmenin çılgınlığından sonra başroldeki iki oyuncunun bunda rolü büyük. Kim ve Fisher ve hatta Osbourne'u oynayan dede hepsi çok başarılı oynamış. Fisher zaten özellikle bazı sahnelerde şov yapmış...
Suçlu psikolojisini ve suçun neden, nasıl, ne şartlarda yapıldığını sorgulayan temasıyla zaten ilgi çekici bir konuya sahipti film. Bu ilgi çekiciliği farklı ve zor bir kurguyla desteklemeye çalışmışlar. Ben beğendim bu yöntemi. Keza yakın zamanda Mindhunter adlı diziyi izlemiştim. Oradaki tema da bu filmdeki temayla çok yakındı. Ama aradaki fark Trier bunu 1984 yılında yaptı, Mindhunter 2017...
Bir seri katili anlamak... Filmin teması bu diyebiliriz. Kurgu da biraz farklı şekilde ilerliyor. Başta Kaire'de psikolojik olarak sorunlar yaşayan bir dedektif görüyoruz. Bu adamın başından bir şeyler geçmiş belli. Ve sonrasında geri dönüp hipnoz vasıtasıyla neler yaşadığını tek tek sırayla gösteriyor bize film. Bu tarz kurgulara aslında alışığız ama 1984 yılında ve böyle bir çekim kalitesine o senelerde insanlar pek alışık değildir heralde. Yılına göre orjinal bir film var ortada diyebiliriz.
Fisher'ın ustası ve akademiden hocası Osbourne suçlu psikolojisi üzerine bir kitap yazmış. Derdi de suçluyu anlayıp suçlu gibi davranarak onu yakalayabilmek üzerineymiş. Aslında suçlular onlar için bir nimet gibi bir şey. Çünkü bakış açılarını öğrenip bunları öngörüp engelleme üzerine yoğunlaşıyorlar. Mindhunter da aslında bunu anlatıyordu. Filmi izlerken dizi direk çağrışım yaptı bana ve bu ayrıca hoşuma gitti.
Suçlu bakış açısı üzerinden olaylar ilerliyor ve Fisher kitaba uygun ilerliyor tam anlamıyla. Suçluyu bu şekilde yakalayabileceğini umuyor ama yöntem kusursuzlaşmamış ve kendisi de normal bir insan neticede. Kim'in Harry Grey'den çocuğu olduğunu öğrendiği sahne ve sonrasında film gerçekten kopuyor... Ondan sonra Fisher oyunculuk olarak baya üst düzeye çıkıyor. Psikolojik unsurların çok derin ve ağır olduğu bu ortamda birebir suçlu gibi davranıp, onun kullanıdığu ilaçları kullanıp en sonunda kendisi de o derin kuyuya düşüyor... Fisher'ın filmde de dediği gibi ana derdi nedenleri anlamak. Suçluyu tam manasıyla anlamalıyım diyor. Bu anlama ve kavrama bitince bu işi çözebileceğini düşünüyor.
Filmin son kısmı gerçekten çok vurucu bir şekilde bitiyor... Çünkü Fisher kavramayı yaptıktan sonra kendini o dipsiz kuyuya düşmüş şekilde bulup suçlu hale geliyor ve Osbourne ise kendisi asmış bir şekilde bulunuyor. Aslında burada Osbourne'un kusursuzlaşmamış sistemini anlıyoruz. Çünkü adam suçlu gibi düşünüp sisteme kendini kaptırmaktan aklını yitiriyor... Belki kendisi de normal bir insan değil ama yine de bu ona fazla geliyor... Çünkü sistemden ve yöntemden şaşmadan ilerlemesine rağmen Harry Grey'i asla ve asla yakalayamıyor ve son raddede intihar ediyor... Gerçekten ilgi çekici bir noktada bitiyor film.
@Tolstoyevski Filmdeki örgütü ben de anlayamadım gerçekten... Ne amaçlıyorlar, dertleri ney çözemedim. Sanırım Harry Grey'in ve suçlarının insanlar üzerinde bir politik etkisi de olmuş olabilir. Trier'in resmettiği Avrupa tamamen bir distopya ama yine de gerçekle bağdaştırılacağı noktalar var sonuçta. Bunu Kramer adlı karakter üzerinden bir nevi gönderme yaparak anlatmış diyebiliriz. Ama filmde oturmayan ve incelenmesi gereken değişik detaylar var elbette. Bir de baştaki kızı neden öldürüldü demişsin. Benim anladığım kadarıyla filmde seri katilin cinayetleri işleyiş şeklinden bahsediyorlar. Tüm cinayetlerde kurban önce boğularak öldürülüyor ve sonra bıçakla cesedi parçalanıyor. Ama ilk baştaki kızın mevzusu buna bağlanmıyor. Ya da sanırım katili taklit eden başka birinden mi ne bahsedilmişti tam hatırlayamadım şimdi. Onun dışında son sahne ise bambaşka soru işaretleri getirdi bende. Fisher aslında şizofren ve hem polis hem seri katil gibi düşündüm. Bu ilk başta oturmadı. Sonra senin yorumunu okuyunca ikisi arasında düşündüm. Senin dediğin de mantıklı geldi... Ama adam filmi öyle bitirmiş ki net bir şekilde bu böyle bu şöyle diyemiyorsun... Gerçekten çılgın bir filmdi diyebilirim...
8.5/10
Gerçekten filmin atmosferi muazzamdı ya. Hani rahatsız ediciliğin bu kadar müthiş tasvir edilmesini aklı almıyor insanın. Böyle saçma sapan ama bir o kadar da kalite kokan bir sarı tonlaması ömrümde görmedim... Çok acayip ve sinir bozucu ve bir o kadar da başarılıydı... Bu zaten tamamen psikolojik öğeleri desteklemek ve seyircinin de o havaya girmesi için yapılmış... Zifiri karanlıkta filmin etkileyiciliği tavan yapıyor... Tabi ben kabus falan görmedim ama o değişik görüntüler aklımdan kolay kolay çıkmayacak...Ben de puanımı 0.2 arttırıp 8.5'e taşıdım çünkü gerçekten tam bu puanı hak ediyor, acemelik döneminde böyle ustaca bir film yapmak hiç kolay değil. İkinci film biraz daha altında kalacak gibi ama henüz izlemedim daha bu gece karanlığında aradan çıkar. Bu filmdeki o psikolojik bilinçaltı motifleri o kadar bunaltıcıydı ki dün gece korkunç bir kabus gördüm karabasanlı, ölüm temalı. Bir adam okul tuvaletinde intihar etmişti, ilk ben görüyordum ve millete haber vermek için bağırmaya çalışıyordum ama karabasan etkisi malum, tam bağıramıyordum bile. Belki gündüz izleseydim o kadar etki etmezdi, ama zaten boşuna sinemalar kapkaranlık değil. Film dediğin karanlıkta izlenir... Filmdeki o damlayan sular, sürekli o huzursuz edici sarı tonu...
Bu arada aklıma geldi, filmin bir sahnesinde The House That Jack Built tekerlemesini söylüyordu kadın. İki kez The House That Jack Built dedi. Belki bu meşhur bir tekerleme ama yine de çok güzel bir detay, 1984 senesinde çektiği filmde kullandığı tekerlemede geçen cümle, 2018'de çektiği ve yine katil psikolojisi temalı olan filminin adı da The House That Jack Built...
Yönetmenin amacı zaten bilerek anlaşılmamak olduğu için kolay kolay anlaşılabilecek bir film değildi bir dikişte. Mesela adam acaba şizofren ve kendini mi taklit ediyor, yoksa katilin psikolojisini anlayayım derken katil mi oldu bunlar bile yoruma dayalı. Nietzsche'nin ''Canavarlarla savaşırken canavara dönüşmemeye dikkat edin'' felsefesi üzerine bir film bile olabilir. Zira Lars Von Trier'in filmlerinde Nietzcshe'ye fazlasıyla gönderme olarak yer verilir...
Filmin başlarında lotocu kızın öldürülmesini değil, onun ablasına polis memuru onun yakınlarına kurşun sıkıyordu kız da kaçıyordu hani, ben o kısmı anlamadım. Ama gerçi anlamayacak bir şey yok, filmde manyak olmayan karakter yok ki. Üstadını suyla uyandırıyor, adam uyanır uyanmaz pencereye gidip havaya kurşun sıkıyor...
Gerçekten filmin atmosferi muazzamdı ya. Hani rahatsız ediciliğin bu kadar müthiş tasvir edilmesini aklı almıyor insanın. Böyle saçma sapan ama bir o kadar da kalite kokan bir sarı tonlaması ömrümde görmedim... Çok acayip ve sinir bozucu ve bir o kadar da başarılıydı... Bu zaten tamamen psikolojik öğeleri desteklemek ve seyircinin de o havaya girmesi için yapılmış... Zifiri karanlıkta filmin etkileyiciliği tavan yapıyor... Tabi ben kabus falan görmedim ama o değişik görüntüler aklımdan kolay kolay çıkmayacak...
Dediğin tekerlemeyi ben de fark ettim. Ulan dedim bu adamın filminin adı değil mi... 1984'te filminde tekerlemede kullandığı şeyi 2018'de film yapmak neresinden bakarsan bak ruh hastası bir adamın yapacağı bir iş...
Kesinlikle son sahnesi tamamen yoruma dayalı... Yönetmen bunu bilinçli yapmış ve dediğin gibi Nietzsche'nin bakış açısına gönderme olarak yapmış olabilir. Ben film boyu o arkada gölgeler görmesi falan şeklinde düşünerek adamın şizofren ve katilin kendisi olduğunu düşündüm. Ama diğer taraftan da ondan çocuğu olan Kim bunu fark etmeyecek miydi yani... Tabi filmin bir yerinde onun yüzünü göremedim tanıyamadım falan diyor. Yüzünü göremediği kişiden çocuk mu yapmış... Gerçi hayat kadını aldığı zevke bakar diyip anlayabiliriz bu durumu. Mantıksal düzlemde düşündüğümüzde bu da mantıklı geliyor, diğer madde de mantıklı geliyor. Gerçekten ilginç bir film be...
Tamam şimdi anladım demek istediğini. O konu benim de garibime gitti, kaçan masum kıza silah sıkıyor ama o adamın manyaklığından dolayı ya. Kramer orda bilerek kızı korkutmak için havaya sıkıyordu yani... Osbourne'un uyanır uyanmaz havaya sıkmasına gerçekten güldüm...
Mesela şimdi şu aklıma geldi, hani Fisher karısı hakkında boynunda bilmem neresinde yıldız motifi mi ne vardı diyordu. Daha sonra hayat kadını da bak ne yaptım diyerek ona gösteriyordu yıldız motifini. Acaba o dedikten sonra mı yaptı? Yoksa aslında en başından beri o muydu?.. Ucu buçağı olmayan bir olay... Belki ikinci kez izlenildğinde daha iyi hazmedilir, ki seneler geçmeden o da zor bir daha bu psikopat psikolojik filmi hemen izleyebilmek...
Dün izleyecektim çok uykuluydum, filme ayıp etmemek için izlemedim. Bu akşam izleyeceğim, bu puan ise iyice merak ettirdi...Europa
Ve böylelikle Lars Von Trier'in ilk üçlemesi olan Avrupa Üçlemesini ismine yakışır bir kalitede, doruk noktasında bitirmiş oluyoruz. Muhteşem bir film, muhteşem bir yönetmenlik. Filmin en başından en son sahnesine dek ''Hipnoz'' unsurunun içinde buluyor izleyici kendini. Avrupa Üçlemesinin ortak noktası hipnoz ve Avrupa eleştirisi denilebilir.
Bu film ilk 2 filminden daha profesyonel ve daha sürükleyici bir hava taşıyor. İlk filminin kalitesi zaten damakta kalmıştı her ne kadar yorucu olsa da, ikinci film yani Epidemic ise deneysel bir film olduğu için sınırı zaten belliydi ve izlemesi çok ama çok yorucuydu. Bu filmle birlikte ise artık Lars Von Trier sinemasına resmen giriş yapılmış oldu.
İkinci Dünya Savaşının hemen ardından, 1945 senesinin Almanya'sına tren kondüktörü olarak Amerika'dan çalışmaya gelen bir adam etrafında geçen sıra dışı bir gerilim-eleştirel dram filmi. Özellikle Almanların gözünden olaya bakması bakımından diğer 2.Dünya Savaşı dönemi filmlerinin çok uzağında. Zaten savaş filmi değil. Stres ve panik temalı bir hipnoz şovu...
Filmin hipnozla başlayıp hipnozla yine geri sayım usulü bitmesi... Yine birçok unutulmaz sahnesi olan film oldu. Çocukların işlediği cinayet olsun, adamın banyoda intiharı, Leo ile kadının üst katta öpüşürlerken oyuncak treni ''devirmeleri'', şantajla tehdit edildiği ve bombayı kurmak üzere olduğu anda bir yandan da mülakat nedeniyle yaşadığı müthiş stres...
Filmdeki o stres ve paniği hissetmemek mümkün değil. Zaten hipnoz yöntemiyle izleyiciyi doğrudan filmin içine çekiyorlar o yüzden filmin tekniğine hayran olmamak da mümkün değil.
Ve filmin en vurucu ve belki de bu kadar unutulmaz yapan sahnesi, son sahnesi... Bu adamın üç filminin de son sahneleri bir başka etkileyici oldu ama bu son sahne sinema tarihinin en ''boğucu'' son sahnesi oldu. Hipnozla birlikte geri sayım yaparak adım adım boğularak ölmesini, o mücadelesine rağmen başarısız olmasını izlemek... Ve en sonunda bedeninin trenden çıkarak akışa kendini kaptırması... İşte bunların hiçbirini klasik bir Hollywood filminde göremezdik. Bir Hollywood filminde son sahnede önce kendisi kurtulur, sonra da karısını kurtararak yüzeye çıkar ve kurtulmuş olurdu. L.V.T'i L.V.T yapan en sevdiğim yanı da işte tam bu. Hiç çekinmiyor ve acımıyor karakterlere.
Boğulma sahnesi gerçekten unutulmazdı. Bunlar dışında, filmin kendisi zaten başlı başına hiciv. Sadece Almanları değil aynı zamanda karşı tarafı da yerden yere vurabiliyor, bilhassa ABD'yi. Her filmde gördüğümüz Amerikan propagandalarından sonra, böyle filmler insanın içine su serpiyor.
Daha akla şu an gelmeyen birçok detay... Mülakat esnasındaki adamların o disiplinden hiç taviz vermeyen halleri bile başlı başına bir bürokrasi eleştirisiydi. Alman Disiplinini resmen hicivsel bir şekilde izlemiş olduk bir bakıma..
9.0
Bu filmi izledikten sonra yönetmenin geçmişini fazla kurcalamamaya karar vermiştim.Europa
Ve böylelikle Lars Von Trier'in ilk üçlemesi olan Avrupa Üçlemesini ismine yakışır bir kalitede, doruk noktasında bitirmiş oluyoruz. Muhteşem bir film, muhteşem bir yönetmenlik. Filmin en başından en son sahnesine dek ''Hipnoz'' unsurunun içinde buluyor izleyici kendini. Avrupa Üçlemesinin ortak noktası hipnoz ve Avrupa eleştirisi denilebilir.
Bu film ilk 2 filminden daha profesyonel ve daha sürükleyici bir hava taşıyor. İlk filminin kalitesi zaten damakta kalmıştı her ne kadar yorucu olsa da, ikinci film yani Epidemic ise deneysel bir film olduğu için sınırı zaten belliydi ve izlemesi çok ama çok yorucuydu. Bu filmle birlikte ise artık Lars Von Trier sinemasına resmen giriş yapılmış oldu.
İkinci Dünya Savaşının hemen ardından, 1945 senesinin Almanya'sına tren kondüktörü olarak Amerika'dan çalışmaya gelen bir adam etrafında geçen sıra dışı bir gerilim-eleştirel dram filmi. Özellikle Almanların gözünden olaya bakması bakımından diğer 2.Dünya Savaşı dönemi filmlerinin çok uzağında. Zaten savaş filmi değil. Stres ve panik temalı bir hipnoz şovu...
Filmin hipnozla başlayıp hipnozla yine geri sayım usulü bitmesi... Yine birçok unutulmaz sahnesi olan film oldu. Çocukların işlediği cinayet olsun, adamın banyoda intiharı, Leo ile kadının üst katta öpüşürlerken oyuncak treni ''devirmeleri'', şantajla tehdit edildiği ve bombayı kurmak üzere olduğu anda bir yandan da mülakat nedeniyle yaşadığı müthiş stres...
Filmdeki o stres ve paniği hissetmemek mümkün değil. Zaten hipnoz yöntemiyle izleyiciyi doğrudan filmin içine çekiyorlar o yüzden filmin tekniğine hayran olmamak da mümkün değil.
Ve filmin en vurucu ve belki de bu kadar unutulmaz yapan sahnesi, son sahnesi... Bu adamın üç filminin de son sahneleri bir başka etkileyici oldu ama bu son sahne sinema tarihinin en ''boğucu'' son sahnesi oldu. Hipnozla birlikte geri sayım yaparak adım adım boğularak ölmesini, o mücadelesine rağmen başarısız olmasını izlemek... Ve en sonunda bedeninin trenden çıkarak akışa kendini kaptırması... İşte bunların hiçbirini klasik bir Hollywood filminde göremezdik. Bir Hollywood filminde son sahnede önce kendisi kurtulur, sonra da karısını kurtararak yüzeye çıkar ve kurtulmuş olurdu. L.V.T'i L.V.T yapan en sevdiğim yanı da işte tam bu. Hiç çekinmiyor ve acımıyor karakterlere.
Boğulma sahnesi gerçekten unutulmazdı. Bunlar dışında, filmin kendisi zaten başlı başına hiciv. Sadece Almanları değil aynı zamanda karşı tarafı da yerden yere vurabiliyor, bilhassa ABD'yi. Her filmde gördüğümüz Amerikan propagandalarından sonra, böyle filmler insanın içine su serpiyor.
Daha akla şu an gelmeyen birçok detay... Mülakat esnasındaki adamların o disiplinden hiç taviz vermeyen halleri bile başlı başına bir bürokrasi eleştirisiydi. Alman Disiplinini resmen hicivsel bir şekilde izlemiş olduk bir bakıma..
9.0
Verdiğim puan abartılı değil aslında, bu filmografi dahilinde diğer ilk 2 filmden daha güçlü ama esas puanım 8.7, onu güncelleyeceğim.Bu filmi izledikten sonra yönetmenin geçmişini fazla kurcalamamaya karar vermiştim.