Başlangıç olarak söyleyeceğim şey bu kitabın okuduğum en iyi eserler arasına girmiş olması. Sade bir girişten sonra giderek vites yükseliyor, bir dizi/film yapımında sahneler arası (-kitap bazında- cümleler arası) saniyelik geçişler var. Bir oradayız, bir buradayız. İnsanın kafası karışacağı parçalar yavaş yavaş yerine oturuyor. Ardından tekrar düzlüğe çıkıp hikayeyi karakterler üzerinden izliyoruz. Fakat 16 ve 17. bölümlerde kitap, durumu farklı bir boyuta taşıyıp zirvesini zorluyor. Sadece bu bölümler üzerinden bile uzunca bir yorum yapılabilir. Mustafa Mond, Bernard, Vahşi ve Helmholtz dörtlüsünün tartışması geçmişi, bugünü ve geleceği açığa çıkardı. Mustafa Mond bilge seviyesinde bir yönetici; hayatın gerçek, doğal taraflarını biliyor. Üzüntüleri, acıları, savaşları. Tüm
kötü deneyimleri biliyor. Toplum için en
iyi yaşamı istiyor, onlara bunu sunuyor.
Bize anlatılan ütopik gezegenden türlü ahlaki sorunlara, sonuçlara varılabilir. Bir şey zıttı yokken anlamlı olur mu? Bebeklerin yetiştirilme sürecine baktığımızda hiç kötü davranışlar yok. Kitaplar yok çünkü onlar içinde anlattığı öykülerle, verdiği bilgiler bireyi olumlu veya olumsuz etkiler. Ford'un burada yok etmek istediği durum bilgilerin ve öykülerin deneyimlerini yok etmek değil, kavramsal olarak yok etmektir. En azından kavramın içindeki olumsuz yönü kesip atmaktır.
Bireylerin ölüme karşı kayıtsızlığı, onu üzülecek veya kötü bir olgu olarak görmemeleri var.
Ölümün doğa adına iyi tarafları vardır. Kaynakların doğadaki hayvanlara dağılım oranı artar mesela. Ama duygusal varlıklar için kötü tarafları da vardır. Psikolojik olarak etkiler, kimi zaman hayattan koparır. Kitapta birden fazla kere tekrarlanan bir
üretim ve
istikrar vurgusu var. Ölüm, acı, kayıp gibi kelimelerin içi boşaltılırsa, kötü tarafları ayıklanıp yok edilirse, bireyler boşluğa düşmeden hayatlarına devam eder. Ford zihniyeti, bu kötü tarafları yok etmekle kalmıyor, iyi tarafları daha da ön plana çıkarıp bizzat deneyimleme fırsatı veriyor. Çocukları, ölen insanları izlesinler diye hastanelere topluyor!
Doğadaki güzelliklerin de kötü olduğunu gördük eserde. İlk başta "Bunun topluma ne zararı olabilir?" demiştim. O iki sihirli kelime yine önümde belirdi: üretim ve istikrar. Aldığım notlarda şu yazıyor: "Kitaplar kötüdür, düşünmek kötüdür. Üretim devam etmeli ve bu yüzden de boş vakit diye bir şey olmamalıdır." Bir taraftan yüzlerce, binlerce yeni birey gelirken üretimin devam etmesi gerekir. Mustafa Mond, toplumu karınca topluluğuna çevirmek istiyor.
Tanrının veya
dinin olmamasına bu noktada değinebiliriz. Ford'un toplumundaki vaziyeti göz önüne alırsak tanrısal inanç odaklı ibadetler olmazsa
üretim devam eder.
Tanrının,
dinin olmamasının diğer sebebi ise bireylerin yaşlanmaması. Yaşlanan bireyin, geçmişte yaptığı hatalar, hataların getirdiği psikolojik yıpranma bireyin toplumdaki konumuna(maddi katkısına) engel olur. Ama Yüce Ford buna da bir çözüm buldu!
Yaşlanma yok (dolayısıyla işlevsellik hep devam eder ve
üretimde aksama olmaz, bu başka bir konu) yani pişmanlık duygusu yok. Çalışmaya devam!
Buradan kitap konusuna gelebiliriz. Acıları, kötülükleri, gözyaşlarını konu edinecek bir kitaba gerek yok çünkü bireyler hem bu duygu ve durumları deneyimleyemiyor hem de istikrar var. Ben mutluyum, uyuşturucu kullanmış bir vaziyetteyim diyelim, bu hâldeyken Victor Hugo'nun Sefiller kitabını okursam etkilenir miyim, farklı duygulara yolculuk yapar mıyım? Güzel sanatların gereksizliği bu kadar ortadayken kitaplara zaman harcamak verimliliğe engel olur. Bu, Ford'un en son isteyeceği felakettir.
Soma... Bana göre kitabın bombalarından biri budur.
Din yok,
ilahi tanrı yok. Soma, "Din, kitlelerin afyonudur." sözündeki afyonun işlevini üstlenip uyuşturucu olarak karşımıza çıkıyor. Hatta kitapta "Hıristiyanlık ve alkolün bütün avantajlarına sahip..." şeklinde cesur bir cümle var. Yan etkisi yok, sadece huzur ve mutluluk var. Bir şeyi kafana mı taktın, iş çıkışı oluşan yorgunluğunu mu üzerinden atmak istiyorsun? At ağzına yarım tabletlik
soma ve rüyaya dal. Düzenli ve sık kullanımda, bireyin ve toplumun yararına olacağı çok açık.
İşin ilginç tarafı bu ütopik gezegende kaba kuvvet de yok. Toplumu hizaya sokmak, kargaşayı sonlandırmak için Makyavelist tarz bir müdahale yerine
soma buharı kullanılıyor. Akıllıca ve pratik.
İlk bakışta toplumu oluşturan bireyler tek tip gibi gözüktüğü ama aslında çeşitliliğin var olduğunu görüyoruz. Hem kitabın başından beri hem de Mustafa Mond'un açıkladığı deneye göre toplum sınıflara ayrılıyor. Bu sınıfların her bir üyesinin içgüdüleri, onlara öğretilenler aynı. Yapacakları işler ve yetenekleri değişiyor. Alfa, Beta, Gama şeklinde ayrımlar var lakin
üretim adına en alt sınıf bile önem arz ediyor. Bir bütünlük söz konusu.
Üstün bir teknolojiye sahipler. Bireylerin fiziksel görünüşleri çok çok erken bir zamanda belirleniyor. Bu da şunu beraberinde getirir; çirkinlik, göze hoş görünmeme durumu mevcut değil. Ekleyip toparlama yapalım biraz bu kısımda. Aile, baba, anne gibi kavramlar küfür olarak kabul ediliyor. Bu kavramların değersizliği, herkesin güzel gözükmesiyle birleşince ortaya sürekli ve sınırsız cinsel ilişki çıkıyor. Böylelikle aşk kelimesi anlamını kaybediyor ve
istikrar devam ediyor.
Yazılacak, yorum yapılacak daha çok şey vardır. Ama burada bitirmek istiyorum. Belki sonra devam ederim.