Asghar Farhadi'nin en iyi özelliği, sıradan başlayan bir şekilde başlayan bir şekilde çatışma ortamı oluşturmayı başarması ve bunu katmanlı bir şekilde büyütüp tokat atar gibi bitirmesi. Bu filmde de, bu özelliğini başarılı bir şekilde konuşturuyor. Filmin adı, Arthur Miller'in "Satıcının Ölümü" isimli oyunundan geliyor ve filmin odak noktalarından birisi de tiyatro.
Filmde Emad ile Rana çiftinin deprem sonrasında taşınmasıyla başlıyor. Emad hem öğretmen, hem de tiyatrocu, Rana da tiyatrocu. Yeni evlerine göçtükleri sırada Rana'nın başına gelen bir olay yüzünden hastaneye kaldırılır. Sonrasında ise, çift için hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Emad'ın içinde biriken öfke ve intikam alma arzusu ise, filmin bir anda akışını değiştirir.
İnsan yine ikilemde kalıyor; insan kendi adaletini kendisi sağlayıp, intikam almalı mı, yoksa en büyük intikam çok farklı bir şey mi? Mesela her şeye rağmen affedebilmek ve merhamet etmek mümkün mü? Aslında bir kadının başından geçenlerin, bir kadını ne hale sokabileceğini de gösteriyor. Bir erkeğin iç dünyasını bir müddet sonra nasıl dışa vurduğunu da gösteriyor. Filmdeki gizem oluşup, sonrasında gizem öyle bir çözülüyor ki, bu gibi şeyler başarılı oyunculuklarla bezenmiş bir şekilde ortaya çıkıyor. Kısacası filmin ağır tempoda başlayıp, sonrasında gizemli bir filme dönüşmesi ve sonrasında tokat gibi bir sonla bitmesi çok iyiydi.
8/10