- Katılım
- 14 Temmuz 2014
- Mesajlar
- 24,277
- Reaksiyon puanı
- 39,955
- Puanı
- 1,061
- Yaş
- 27
- Konum
- Gökteki Yıldızlar ✨✨
- Web Sitesi
- www.ataturkungencligehitabesi.com
Bu yazıda eski zamanlardaki dinin ve modern zamanlardaki dinin insanlara etkisi ve gücü üzerinde durmaya çalışacağım. Yazıda herhangi bir özel din değil, "Din" kavramı genel olarak ele alınmıştır.
Din söz konusu olduğunda tartışmaya bilimi katmamak olmaz. Aslında yazının temelini bilime karşı din ya da dine karşı bilim çatışması oluşturuyor.
Günümüzde "Din" denince akıllara "İnanç" geliyor. İnanmak, genel kullanımda "Öyle olmayabilir ama ben öyle olduğuna inanıyorum" mantığıyla hareket eder ve Eski Dine göre kullanım alanı oldukça sınırlıdır. "Eskiden" ya da "Eski Din" kelimeleri sanırım biraz soyut kaçmakta. O yüzden Eski Dinin aslında Rönesans öncesi on binlerce yıllık insanlık tarihinin tamamını kapsadığını söylesek de, temsili olarak "1000 yıl öncesi" dememizde bir sakınca olmaz.
1000 yıl öncesi ve 1000 yıl sonrası
Din aynı din, öğretiler aynı, ibadetler aynı, sistemler aynı ancak 1000 yıl önceki din ile 1000 yıl sonraki din arasında ciddi farklılıklar söz konusu. Bu farklılıklar salt dinin kendi yapısından değil, insanlığın din hakkında algılarının zaman içindeki değişiminden kaynaklanıyor. Bu değişimin fitilini de şüphesiz "bilim" ateşlemiş.
Eski çağlarda, 1000 yıl önce ya da 10 bin yıl önce, din günümüzdeki gibi "doğru olduğuna inanıyorum" türünde zayıflatılmış bir inanç değil, hakikatin ta kendisiydi dünyada. Günümüzdeki 2+2=4 kadar reddedilemezdi. Bir dine inanmayan, başka dine inanıyordu. Puta tapmak, doğaya tapmak, ruhlara tapmak gibi çeşitler dahi din çatısı altında toplanan inanç biçimleridir. Çünkü eski zamanlarda, Eski Dinin hüküm sürdüğü çağlarda bilimin henüz portakalda vitamin olduğu kadim zamanlarda her yol Tanrı'ya ve dolayısıyla dini yorumlara çıkmak zorundaydı.
Hiç kimse doğadaki şeylerin sebeplerini açıklayacak bilgi birikimine sahip değildi, dünyanın tamamı böyle olunca hiç kimse "Biz henüz hiçbir şey bilmiyoruz, bilim ilerlerse de öğrensek" gibi bir düşünceye sahip olamaz, tüm gerçeklik algıları ve çevresi neyi hakikat görüyorsa tüm hakikat oralarda gizliydi. Yani kuvvetle muhtemel bugün bizim Eski çağlardaki insanlar hakkında bilimden habersizlerdi yorumlarında bulunmamıza karşın, onlar için çoğu şey biliniyordu ve dünya hakkında dolu dolu bilgilere sahip olduklarından emindiler. Bugün bize bilimin hakikat olduğu öğretiliyor ve biz çoğu şey hakkında bilgiye sahip olduğumuzu sanıyoruz, 1000 yıl önce de onlar bizimkine benzer düşünceye sahiptiler.
1000 yıl önce, Fırat nehri civarındaki allahın unuttuğu ıssız köylerde yaşayan insanlar için dinin tek hakikat olması şüphesiz kaçınılmazdır ve günümüz "Yeni dine" göre çok daha tercih edilir durumdadır. 1000 yıl önce dinin (temelinde mitolojinin) dünya ve insanlık hakkındaki bilgileri dışında, bu konularda bilgi sahibi olabileceği hiçbir kaynak yoktu insanlığın. Tüm bu düzen nasıl kurulmuştu? İnsanlar nasıl var olmuştu? Hayvanlar nasıl var olmuştu? Bitkiler, ağaçlar, dağlar, denizler, tepeler nasıl var olmuştu? Tüm bu yaşam hakkındaki kadim sorulara din tatmin edici ve "noktalayıcı" cevaplar veriyor, yetmediği gibi insanların var olma nedenini, yaşama amaçlarını ve ölüm sonrasını detaylıca açıklayarak insanlara tam anlamıyla "rehber" oluyordu. Hal buyken bütün insanlığın A dini ya da B dini fark etmeksizin filanca dine tabii olması kaçınılmaz gözüküyordu. Velhasıl o dönemlerde dine tabi olmayanların aklı dengesinin bozuk olduğu görüşü hakimdi.
Bu duruma en büyük kanıt olarak Tevrat, İncil, Kuran ve daha nice kadim kutsal kitaplarda hiçbir dine tabi olmayan düşünce akımlardan Ateizmden, Deizimden ve Agnostisizmden hiç bahsedilmemesi gösterilebilir. Elbette Yeni Dinin savunucuları modern yorumlar getirerek "kafirlerden kasıt ateistler de olabilir" gibi savlara girişseler de, aslında farklı Tanrılara ve put aracılığıyla ruhlara inanan insanların, Tanrının varlığını reddeden ateistlerden Tanrı ve din katında çok daha suçlu durumda olması ve dolayısıyla bu insanlara kutsal kitapların sayfa sayfa yer vermesi gerekirdi. Ancak dini kaynakların da kabul ettiği gibi, eski çağlarda "Tanrıtanımazlık" düşüncesi yoktu ya da yok olacak kadar azdı. Çünkü yukarıda da bahsedildiği üzere, yaşamı ve doğayı açıklayacak hiçbir düşünce sistemi yoktu ortada, her yol Tanrıya çıkmak zorundaydı. Dinlerin de kabul ettiği üzere o tür Tanrıtanımaz dinsiz düşünceler "Materyalizm" düşüncesiyle birlikte yavaş yavaş ortaya çıktı. Materyalizmin ortaya çıkması Reform'a, Reformun ortaya çıkması da Rönesans'a bağlıydı. O yüzden "Eski Din" derken Rönesans öncesini düşünmek gerekir.
1000 yıl önce, kırsal bir köyde yaşayan bir insan şüpheye düştüğünde, ona yönetilecek "TÜM bu doğa, insanlar nasıl oluştu öyleyse eğer Tanrı olmasaydı?" sorusu karşısında hiçbir mantıklı cevap bulamayacağı için onun da yolu kaçınılmaz olarak Tanrıya çıkmak zorundaydı. Başka hiçbir alternatif yoktu, doğdukları günden beri tek gerçeklik ve hakikat algıları inandıkları dinin öğretilerinden ibaretti.
ANCAK VE ANCAK... GELELİM modern zamanlara, günümüze.... Adım adım gelişen bilim, dinin "Nasıl" sorusuna verdiği dogmatik cevaplara karşın öylesine gerçekçi, akla ve matematiğe uygun cevaplarla dine meydan okudu ki, çok farklı sonuçlara yer açtı. 1000 yıl önce, dünyanın ve insanların nasıl oluştuğunu, doğanın, ağaçların, hayvanların nasıl var olduğu sorusuna dinden başka alternatif cevap veren olmazken, çağımızda tüm bu sorulara mantıklı temellere, deney ve gözleme, matematiksel ilkelere dayanan bilim EVRİM yoluyla cevap verebilmektedir. Evrim doğru mudur değil midir, bu şu anki tartışma konusu değil. Burada dikkat çekmek istediğim, üstte bahsettiğim 1000 yıl önce kırsal bir köyde yaşayıp şüpheye düşen ancak bilimsel bilgi birikimi dünyada var olmadığı için dinden başka alternatif göremeyen adama karşın, modern zamanlarda, bu çağda şüpheye düşmüş insanlara din haricinde tonlarca "Neden bunlar var oldu, bunlar nasıl oluştu" sorularına dinden çok daha farklı ve ayrıntılı, tatmin edici düzeyde cevaplar verecek bilim dalları mevcuttur.
Bu durum, Eski Çağlarda, 1000 yıl önce ve daha önce yaşayan insanların, dine bağlı olmaya kaçınılmaz olarak çok daha yatkın oldukları ve "akıllarını karıştıracak" Din dışı bilgi alternatifleri olmadığı için "İman" konusunda ister istemez çok daha güçlü kalacakları ortadadır. Günümüzde ise, evrenin oluşma nedeninden tutun, yaşamın temellerine, insanlığın ve canlılığın bu günkü konumuna gelmelerine kadar tonlarca din dışı alternatif söz konusu. Bu durum da modern zamanlarda yaşayan insanların Eski çağlarda yaşayan insanlara göre, dini iman açısından çok çok daha farklı şartlarda ve daha zor inanç ortamında yaşadığını, ancak dinin 1000 yıl önceki adamla 1000 yıl sonraki adama aynı öğretileri öğrettiği için kaçınılmaz olarak insanların dinden yavaş yavaş koptuğu ve kopmadığını sananların bile 1000 yıl önceki dinden çok farklı bir dini yaşama sahip olduğu ortadadır.
Bunda sadece bilim değil, gelişen dünya medeniyetinin, insan hakları düşüncelerinin etkisi çok büyüktür. Eski çağlarda hemen tüm dinlerde din uğruna adam öldürmek en tabii dini vazifeleriden biri olarak kabul görülürken (bkz: Haçlı seferleri) günümüzde 1000 yıl önceki gibi din uğruna adam öldürmeye kalkanlara çağ dışı terörist olarak damga vurulması kaçınılmaz durumdur. Yani eğer 1000 yıl önce kendi toplumunda din uğruna kılıç kalkan savaştıkları, katliam yaptıkları için halkı tarafından taktir gören savaşçı topluluğu olduğu gibi günümüze ışınlasak, terörist örgüt olarak ilan edilecek olmaları kuşkusuzdur.
Çünkü her şeyin temelinde "Çağın ruhuna uymak" vardır. Çağın Ruhunu yakalayamayan her türlü devlet, inanç, grup ya da fikirler, zayıflamaya ve yok olmaya mahkum olur. Ayakta kalmak isteyen en değişmez olduğuna inanılan düşünceler ise kaçınılmaz olarak o an var olduğu Çağın gerçeklerine kendini adapte eder yani tam olarak evrimsel gelişim gösterir. Böylece Eski Din ile Yeni Din görünürde aynı kabul edilse bile, aralarında zamansal, toplumsal, etkisel tonlarca farklılık söz konusudur denilebilir.
Çok daha ayrıntıya girilecek kadar uzun kapasitesi olan konuyu kısaca özetlemek gerekirse, Eski Dinin hüküm sürdüğü kadim çağlarda tüm yollar Tanrıya çıkarken Yeni Dinin hüküm sürdüğü modern zamanlarda tüm yollar Tanrıya çıkmamaktadır, hatta Tanrıya çıkan yollar giderek azalmış ve azaltılmaktadır. Tüm yolların Tanrıya çıktığı çıktığı kadim zamanlarda din, sadece bir inanç değil aynı zamanda bugünün bilimi olacak kadar tüm gerçekliğin tek açıklayıcısıydı; materyalist düşünceden sonra bilimle yoğrulmuş modern zamanlardaki din ise, sadece "Olmayabilir ama ben doğru olduğuna inanıyorum" boyutuna kadar alanı daraltılmış ve tüm gerçekliğin açıklayıcılığında bilim öne geçmiştir.
Tüm bunlara rağmen, bilim dinin cevap verebildiği çok önemli soruya cevap vermekte zorlanmaktadır: "NEDEN?" Bu soru inançların ve dinlerin ayakta kalmasında çok uzun zaman daha "son kale" işlevi görecek olmasında başrol oynamaktadır. Ancak yukarıda bahsedilen durumlar gereği, Yeni Din, Eski Dine göre çok daha zayıflamış ve insanların gerçeklik algıları yerine sadece psikolojik olarak sığınacakları liman haline gelmiştir. Fakat "Neden" sorusuna cevap veremeyen bilimin de mutlak gerçek olmayabileceğini düşünmezse eğer insanlar, "Yeni Dinden" kastımızın belki de değişen din değil, bilimin ta kendisi olması tehlikesiyle karşı karşıya gelebilir. Yoksa sahiden "bilim" günümüzün modern dini midir?..
Din söz konusu olduğunda tartışmaya bilimi katmamak olmaz. Aslında yazının temelini bilime karşı din ya da dine karşı bilim çatışması oluşturuyor.
Günümüzde "Din" denince akıllara "İnanç" geliyor. İnanmak, genel kullanımda "Öyle olmayabilir ama ben öyle olduğuna inanıyorum" mantığıyla hareket eder ve Eski Dine göre kullanım alanı oldukça sınırlıdır. "Eskiden" ya da "Eski Din" kelimeleri sanırım biraz soyut kaçmakta. O yüzden Eski Dinin aslında Rönesans öncesi on binlerce yıllık insanlık tarihinin tamamını kapsadığını söylesek de, temsili olarak "1000 yıl öncesi" dememizde bir sakınca olmaz.
1000 yıl öncesi ve 1000 yıl sonrası
Din aynı din, öğretiler aynı, ibadetler aynı, sistemler aynı ancak 1000 yıl önceki din ile 1000 yıl sonraki din arasında ciddi farklılıklar söz konusu. Bu farklılıklar salt dinin kendi yapısından değil, insanlığın din hakkında algılarının zaman içindeki değişiminden kaynaklanıyor. Bu değişimin fitilini de şüphesiz "bilim" ateşlemiş.
Eski çağlarda, 1000 yıl önce ya da 10 bin yıl önce, din günümüzdeki gibi "doğru olduğuna inanıyorum" türünde zayıflatılmış bir inanç değil, hakikatin ta kendisiydi dünyada. Günümüzdeki 2+2=4 kadar reddedilemezdi. Bir dine inanmayan, başka dine inanıyordu. Puta tapmak, doğaya tapmak, ruhlara tapmak gibi çeşitler dahi din çatısı altında toplanan inanç biçimleridir. Çünkü eski zamanlarda, Eski Dinin hüküm sürdüğü çağlarda bilimin henüz portakalda vitamin olduğu kadim zamanlarda her yol Tanrı'ya ve dolayısıyla dini yorumlara çıkmak zorundaydı.
1000 yıl önce, Fırat nehri civarındaki allahın unuttuğu ıssız köylerde yaşayan insanlar için dinin tek hakikat olması şüphesiz kaçınılmazdır ve günümüz "Yeni dine" göre çok daha tercih edilir durumdadır. 1000 yıl önce dinin (temelinde mitolojinin) dünya ve insanlık hakkındaki bilgileri dışında, bu konularda bilgi sahibi olabileceği hiçbir kaynak yoktu insanlığın. Tüm bu düzen nasıl kurulmuştu? İnsanlar nasıl var olmuştu? Hayvanlar nasıl var olmuştu? Bitkiler, ağaçlar, dağlar, denizler, tepeler nasıl var olmuştu? Tüm bu yaşam hakkındaki kadim sorulara din tatmin edici ve "noktalayıcı" cevaplar veriyor, yetmediği gibi insanların var olma nedenini, yaşama amaçlarını ve ölüm sonrasını detaylıca açıklayarak insanlara tam anlamıyla "rehber" oluyordu. Hal buyken bütün insanlığın A dini ya da B dini fark etmeksizin filanca dine tabii olması kaçınılmaz gözüküyordu. Velhasıl o dönemlerde dine tabi olmayanların aklı dengesinin bozuk olduğu görüşü hakimdi.
Bu duruma en büyük kanıt olarak Tevrat, İncil, Kuran ve daha nice kadim kutsal kitaplarda hiçbir dine tabi olmayan düşünce akımlardan Ateizmden, Deizimden ve Agnostisizmden hiç bahsedilmemesi gösterilebilir. Elbette Yeni Dinin savunucuları modern yorumlar getirerek "kafirlerden kasıt ateistler de olabilir" gibi savlara girişseler de, aslında farklı Tanrılara ve put aracılığıyla ruhlara inanan insanların, Tanrının varlığını reddeden ateistlerden Tanrı ve din katında çok daha suçlu durumda olması ve dolayısıyla bu insanlara kutsal kitapların sayfa sayfa yer vermesi gerekirdi. Ancak dini kaynakların da kabul ettiği gibi, eski çağlarda "Tanrıtanımazlık" düşüncesi yoktu ya da yok olacak kadar azdı. Çünkü yukarıda da bahsedildiği üzere, yaşamı ve doğayı açıklayacak hiçbir düşünce sistemi yoktu ortada, her yol Tanrıya çıkmak zorundaydı. Dinlerin de kabul ettiği üzere o tür Tanrıtanımaz dinsiz düşünceler "Materyalizm" düşüncesiyle birlikte yavaş yavaş ortaya çıktı. Materyalizmin ortaya çıkması Reform'a, Reformun ortaya çıkması da Rönesans'a bağlıydı. O yüzden "Eski Din" derken Rönesans öncesini düşünmek gerekir.
1000 yıl önce, kırsal bir köyde yaşayan bir insan şüpheye düştüğünde, ona yönetilecek "TÜM bu doğa, insanlar nasıl oluştu öyleyse eğer Tanrı olmasaydı?" sorusu karşısında hiçbir mantıklı cevap bulamayacağı için onun da yolu kaçınılmaz olarak Tanrıya çıkmak zorundaydı. Başka hiçbir alternatif yoktu, doğdukları günden beri tek gerçeklik ve hakikat algıları inandıkları dinin öğretilerinden ibaretti.
ANCAK VE ANCAK... GELELİM modern zamanlara, günümüze.... Adım adım gelişen bilim, dinin "Nasıl" sorusuna verdiği dogmatik cevaplara karşın öylesine gerçekçi, akla ve matematiğe uygun cevaplarla dine meydan okudu ki, çok farklı sonuçlara yer açtı. 1000 yıl önce, dünyanın ve insanların nasıl oluştuğunu, doğanın, ağaçların, hayvanların nasıl var olduğu sorusuna dinden başka alternatif cevap veren olmazken, çağımızda tüm bu sorulara mantıklı temellere, deney ve gözleme, matematiksel ilkelere dayanan bilim EVRİM yoluyla cevap verebilmektedir. Evrim doğru mudur değil midir, bu şu anki tartışma konusu değil. Burada dikkat çekmek istediğim, üstte bahsettiğim 1000 yıl önce kırsal bir köyde yaşayıp şüpheye düşen ancak bilimsel bilgi birikimi dünyada var olmadığı için dinden başka alternatif göremeyen adama karşın, modern zamanlarda, bu çağda şüpheye düşmüş insanlara din haricinde tonlarca "Neden bunlar var oldu, bunlar nasıl oluştu" sorularına dinden çok daha farklı ve ayrıntılı, tatmin edici düzeyde cevaplar verecek bilim dalları mevcuttur.
Bu durum, Eski Çağlarda, 1000 yıl önce ve daha önce yaşayan insanların, dine bağlı olmaya kaçınılmaz olarak çok daha yatkın oldukları ve "akıllarını karıştıracak" Din dışı bilgi alternatifleri olmadığı için "İman" konusunda ister istemez çok daha güçlü kalacakları ortadadır. Günümüzde ise, evrenin oluşma nedeninden tutun, yaşamın temellerine, insanlığın ve canlılığın bu günkü konumuna gelmelerine kadar tonlarca din dışı alternatif söz konusu. Bu durum da modern zamanlarda yaşayan insanların Eski çağlarda yaşayan insanlara göre, dini iman açısından çok çok daha farklı şartlarda ve daha zor inanç ortamında yaşadığını, ancak dinin 1000 yıl önceki adamla 1000 yıl sonraki adama aynı öğretileri öğrettiği için kaçınılmaz olarak insanların dinden yavaş yavaş koptuğu ve kopmadığını sananların bile 1000 yıl önceki dinden çok farklı bir dini yaşama sahip olduğu ortadadır.
Bunda sadece bilim değil, gelişen dünya medeniyetinin, insan hakları düşüncelerinin etkisi çok büyüktür. Eski çağlarda hemen tüm dinlerde din uğruna adam öldürmek en tabii dini vazifeleriden biri olarak kabul görülürken (bkz: Haçlı seferleri) günümüzde 1000 yıl önceki gibi din uğruna adam öldürmeye kalkanlara çağ dışı terörist olarak damga vurulması kaçınılmaz durumdur. Yani eğer 1000 yıl önce kendi toplumunda din uğruna kılıç kalkan savaştıkları, katliam yaptıkları için halkı tarafından taktir gören savaşçı topluluğu olduğu gibi günümüze ışınlasak, terörist örgüt olarak ilan edilecek olmaları kuşkusuzdur.
Çünkü her şeyin temelinde "Çağın ruhuna uymak" vardır. Çağın Ruhunu yakalayamayan her türlü devlet, inanç, grup ya da fikirler, zayıflamaya ve yok olmaya mahkum olur. Ayakta kalmak isteyen en değişmez olduğuna inanılan düşünceler ise kaçınılmaz olarak o an var olduğu Çağın gerçeklerine kendini adapte eder yani tam olarak evrimsel gelişim gösterir. Böylece Eski Din ile Yeni Din görünürde aynı kabul edilse bile, aralarında zamansal, toplumsal, etkisel tonlarca farklılık söz konusudur denilebilir.
Çok daha ayrıntıya girilecek kadar uzun kapasitesi olan konuyu kısaca özetlemek gerekirse, Eski Dinin hüküm sürdüğü kadim çağlarda tüm yollar Tanrıya çıkarken Yeni Dinin hüküm sürdüğü modern zamanlarda tüm yollar Tanrıya çıkmamaktadır, hatta Tanrıya çıkan yollar giderek azalmış ve azaltılmaktadır. Tüm yolların Tanrıya çıktığı çıktığı kadim zamanlarda din, sadece bir inanç değil aynı zamanda bugünün bilimi olacak kadar tüm gerçekliğin tek açıklayıcısıydı; materyalist düşünceden sonra bilimle yoğrulmuş modern zamanlardaki din ise, sadece "Olmayabilir ama ben doğru olduğuna inanıyorum" boyutuna kadar alanı daraltılmış ve tüm gerçekliğin açıklayıcılığında bilim öne geçmiştir.
Tüm bunlara rağmen, bilim dinin cevap verebildiği çok önemli soruya cevap vermekte zorlanmaktadır: "NEDEN?" Bu soru inançların ve dinlerin ayakta kalmasında çok uzun zaman daha "son kale" işlevi görecek olmasında başrol oynamaktadır. Ancak yukarıda bahsedilen durumlar gereği, Yeni Din, Eski Dine göre çok daha zayıflamış ve insanların gerçeklik algıları yerine sadece psikolojik olarak sığınacakları liman haline gelmiştir. Fakat "Neden" sorusuna cevap veremeyen bilimin de mutlak gerçek olmayabileceğini düşünmezse eğer insanlar, "Yeni Dinden" kastımızın belki de değişen din değil, bilimin ta kendisi olması tehlikesiyle karşı karşıya gelebilir. Yoksa sahiden "bilim" günümüzün modern dini midir?..
@S.G.A.T. @OzaN @MEnes @Berkann @Yiğitt @yatutarsa @Harunnn60 @Dosi @dizikolik @XanTier @vadikızı @Ahmed @denizz19 @Doğu @Maskeli Fedai @RüzgarGülü....