Kurtlar Vadisi PUSU: İsmiyle müsemma!
21 Ocak 2016
Geçen bölüm Polat’ı dışarıda namlunun ucunda bırakmıştık. Yorumlarda herkes Asya ile buluşacağını ve bu sayede vurulmaktan kurtulacağını yazmıştı. Eğer seyircilerin çoğu izlediği hikayede bir sonraki hamleyi tahmin edebiliyorsa bana göre orada bir başarısızlık var demektir. Zira yine bana göre iyi bir hikayeci herkesin hemen aklına gelmeyen bir yol bulabilmelidir. Bu açıdan Asya’yı görünce epey keyfim kaçtı. Polat’la da her şeyi konuştular ama esas beklediğimiz yüzleşme gerçekleşmedi.
Tam bu anda herkes yoluna gitmişken Polat’ın Yusuf’a arkadan yaklaşması bütün olayı adeta ipten aldı. Öncelikle Yusuf gibi muazzam eğitilmiş birine o şekilde yaklaşabilmesi boynuzun kulağı henüz geçmediğini gösterdi ki bu çok keyifliydi. İyisin, hoşsun, gençsin, kuvvetlisin ama bir Polat değilsin. Ayrıca sahne beni geçmişe götürdü ki nostalji severKurtlar Vadisi Pusu seyircileri olarak bunlara bayılıyoruz. Uzun zamandır Polat gidiyor, dağıtıyor ve çıkıyor. Eskiden böyle enteresan şekillerde, enteresan yerlerden çıkar bizi şaşırtırdı.
Bak oğlum simidin iyisi pastanede değil, sokakta satılır.
Baba oğul yan yana oturduğunda Polat’ın silahı hafifçe eline vurması güzel bir ayrıntıydı. Daha dakika bir ama “n'apıcam ben bu çocukla” der gibi bir izlenim aldım. Yine de çok güzel konuştu. Gün geldiğinde kulaklarını da çekecektir ama önce tatlı tatlı konuşmalı. Yusuf da daha baba diyemeden ardı ardına nasihatleri yedi. Babalar hep aynı galiba. Her babanın nasihati değerlidir. Polat’ınkiler de bu açıdan değerliydi. #GönlünüPusulaYapKendine dedi, "rehberini doğru seç" dedi, "doğru yolda olduğuna inanıyorsan tereddüt etme" dedi ve Yusuf’u resmen dağıttı.
Yusuf, İstanbul’da ne sota yerler biliyormuş öyle yahu! Baraj kenarı mıydı, neresiydi anlamadım ama güzel yerdi. Adamın o tarz bir araba kullanmasına anlam veremiyorduk ama meğer kendini dağa bayıra vuruyormuş. Yusuf’u içerken görmek şaşırtıcıydı doğrusu ama hoşuma gitti. Bu dizide bir bölüm önce Kur’an okunuyordu bir bölüm sonra içiliyor. Üstelik bir bölüm önce camiye sığınan adam içiyor. Bakın bu muazzam bir manzara. Doğrusunu, yanlışını tartışmıyorum ama bu biziz yani.
Uzun zamandır birbirinden koparılmaya çalışılan iki tarafımızın aynı bünyede olduğunu görmek bence çok değerli bir mesaj. Daha açık anlatmak gerekirse eskiden alkol alan adam da, camiye giden adam da toplum içinde bugünkü kadar ayrışmamıștı. Bu konularda daha fazla hoşgörü vardı. En azından halkın nazarında bu böyleydi. İkisi de kabullenilir ve bu tercihler keskin bir ayrım yaratmazdı. O günleri hatırlamaya çok ihtiyacımız var. Bunları hayatı boyunca ağzına bir damla içki sürmemiş biri olarak söylüyorum.
Böyle annem olsa ben de içerdim. (Çok mu ağır oldu?)
Yalnız şişe kareydi Yusuf, öylece kafaya dikmek hiç iyi fikir değil. Zira bira gibi hafif bir şey olmadığı kesin. Yusuf'un gaza yüklendiği anlar ise açıkçası bana en ufak bir heyecan, ne bileyim korku hissettirmedi. Polat Alemdar’ın mayasından gelen adam öyle kolay vazgeçmez. Bu kadarından eminiz.
Neyse ki alkol sayesinde Murali’yi tanıdık. Yusuf kendine sakin bir liman buldu diyebiliriz. Yine ney çıktı karşımıza ki Vadi’de başka bir şey çıksa şaşırırdım. Ney ile özdeşleştik artık. Murali karakterine hayat veren oyuncu hakkında henüz fikrimi belirtmeyeceğim ama karakterinin güzel yazıldığını düşünüyorum. “Kuyudaki Yusuf mu, zindandaki Yusuf mu, saraydaki Yusuf mu?” sorusu çok güzeldi. Vadi seyircileri olarak çok severiz bu tarz soruları.
Fehmi rahatlığıyla beni şoktan şoka sokmaya devam ediyor. Yusuf’un peşinden adam yollamıyorsun ama haberini merakla bekliyorsun. Yusuf geliyor “erteledim” diyor, “doğru karar” diyorsun. Madem karar doğru neden yanlış yapmasını bekledin? Gecenin bir yarısı gelinin olacak kız "gideceğim" diyor ve bıraktırmak için ısrar dahi etmiyorsun. Fehmi’nin kesin Yusuf’a bir kastı var. Yakında kokusu çıkar.
Uzun zamandır beraberiz, Vadi Aklı'nın söylediklerini hep beraber çözmeye çalıştık. O akıl genelde bizim bir şekilde bildiğimiz konulara farklı bir pencere açmaya çalışırdı. Anlattığı şeylere hep aşina olurdum fakat bu çin tuzu tam bir sürpriz oldu. Vallahi hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Anadolu hocam “bütün fast food’larda var” derken “neyse ki tavuk döner seviyorum” dedim içimden ama artık dönere de koyuyorlarmış. Bir döner zevkimiz vardı onu da mı elimizden alacaksınız yahu? Hayır, benim bildiğim döner evvelden daha leziz olurdu. Bu nasıl bir lezzet katıyormuş öyle bilemedim. Yine de fast food çocuklarına güzel uyarı oldu. Fakat döner olmaz. #DönerimeDokunma
Hamburger diyeceğim ama kızarsın şimdi sen...
Abbas’a da değinmeden olmaz. İştahı ve abi geldiği andaki bakışı hiç hoşuma gitmedi. Aslında iştahlı adam severim ve karşılaştırdığımda en ufak bir benzerlik dahi yok ama aklıma mapusta Çakır’ın yanına giren Berdan Mardini’nin kahvaltı yapış şekli geldi. Seyirciye bir şüphe verildi. Hemen ardından Cahit’in evi daha bir hafta önce yolda tanıdığı adama emanet etmesi de şüphenin üzerine tuz biber oldu. Bu ne rahatlık yahu? Herkesi anlarım da Cahit gibi çift taraflı oynamış, karşıda nerelere yükselmiş bir adamın kocca Polat Alemdar’ın evinde birini bırakmasına inanamıyorum. Gel de şüphelenme…
Öktem yeni Aslan Akbey olmaya çalışıyor galiba… Sabah sabah Yusuf’a ulaşmasının başka bir izahı yok. Numara ezberletiyor, çok uzun bir yolun başından bahsediyor. Bunlar hep Aslan Akbey hareketleri ama o iş olmaz. Yusuf’un önünde iki seçenek var. Ya Kuzuzade kalıp sağlam bir güce yön verecek ya da biyolojik babasının izinden gidip dünyayı yönetenlere yine dünyayı dar edecek. Kuzuzade kalmayı seçerse Öktem’le zaten bir işi olmaz. Babasının izini seçerse bunu Polat’dan ayrı yapamaz. Polat da asla Öktem’i bu işlere sokmaz. Öktem’in yerinde olsam doğal güzelliği bol, kışları ılık, yazları serin bir kasaba falan bulurum. Zamanı geldi...
Azra -Yusuf arasında bir soğukluk olduğu, çift olarak çok da inandırıcı olmadıklarına dair yorumlar yapılmıştı. Bu bölüm adeta tüm bunlara cevap verdiler. Azra ve Yusuf arasında evet bir soğukluk var. Aslında Yusuf en başından beri bunu dile getiriyordu ama demek ki seyirciye geçmiyordu. Bu bölümde verdiği hediyeyle Azra son noktayı koymuş oldu. Kimin aklına geldiyse epey romantikmiş doğrusu. Bu çifti daha fazla eleştirmemek gerek. Yusuf’un Azra’ya tamamen döndüğünü anladıktan sonra tekrar değerlendiririz. Bu arada Azra’ya da üzülmüyor değilim. O kadar duygusal bir hediyeyi güzel bir paketle verdi ama Yusuf’a kendi ailesinin verdiği hediye siyah kutudaydı. Ben böyle depresif sülale görmedim. Partileri eğlenceli değil, yüzlerde sürekli bir hüzün, hediye paketleri siyah… Vallahi insanın ruhu daralır.
Babil sergisi merkezli olaylar bu sefer birbirine iyi bağlanmıştı. Son birkaç bölümdür gelişmeler arasında olan kopuk bağlantılar ardından gerçekten iyi geldi. Kılıcı saraydan çıkartacak Kuzuzadeler ve peşindeki bay Ferdinand ve ahvali… Çok güzel çatışma vallahi. Jurgen kargoyu takip ederken Gölge’nin aracın boş olduğunu anlama şekli nefisti. BirazItalian Job filmini andıran bir yöntemdi ama çok yakıştı ve Hakkı beni çok şaşırttı. Boşuna her devrin adamı olmuyor adam. Ferdinand’a feyk atmak her babayiğidin harcı değil.
Karun’daki sırıtışı görüp de gülmeyen var mı? Muazzam keyiflendiğini geçen bölüm yazısında da söylemiştim zaten. Yusuf’un şaşırtmalarına karşı merakı kabarmış ama bu hiç iyi bir şey değil. Merak kediyi öldürür demişler. Nitekim Polat’ı öldürmek istemeyen, ailesine de kıyamayan Yusuf bıçağı resmen karşı tarafa soktu. Yusuf’un bu yönü bana ümit verdi. Kafası Polat’dan daha farklı çalışıyor. Polat “bana Allah yeter” der alayına gider yapardı. Yusuf ise fitneyi öyle bir saldı ki kolay kolay iflah olmaz artık orası.
Safiye yeniden savaş alanına gidecekmiş. Başına gelecek var belli. Yanındaki kızı önce beğenmiştim ama bu bölüm resmen rahatsız oldum. Bangır bangır “bende bir numaralar var” diyor. Safiye’miz de aşırı saf olunca insan korkuyor tabii. Bir anda ev sürekli kıkırdayan ve ne olduğunu bilmediğimiz bir kızla daha bir hafta önce yolda gördüğümüz adamla doldu. Hiç hayra alamet değil.
Sevgi mi demiş hakikaten?
Ne zamandır Saf’iye demiyorum ama yakında yine diyeceğim galiba. Oradaki çocukların öncelikle sevgiye ihtiyacı varmış. Tüm dünyanın kabul ettiği Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi hiç de öyle demiyor sevgili Safiye. Maslow diyor ki önce fizyolojik gereksinimler arkadaş. Yani hava, besin, su, uyku falan… Sonra diyor güvenlik gereksinimleri gelir. Ardından sevgiye ve sevecenliğe ihtiyaç duyarız. Yani Safiyecim onların senin götüreceğin “cınım nısılsın” yaklaşımına ihtiyaçları yok. Onların barınmaya ve beslenmeye ve temizliğe falan ihtiyaçları var. Bunlar olduktan sonra merak etme ihtiyaçları olan sevgiyi oradaki insanlar yine birbirine gösterecektir. Sana yine ihtiyaç yok yani. Safiye’nin bu bakış açısı klasik batıcı, kendini üstün gören ve lütfeden bir bakış açısı. Bunu sevmiyorum işte…
Bay Ferdinand'ın büyük toplantıya çağrılmamasına şaşırmıştım. Bu bölüm onun zaten o ailelerin hemen hepsiyle geçmişte iş yaptığını ve hala yapıyor olduğunu öğrenmemiz çok ama çok önemli bir bilgi. Polat’ın hizmetkar olarak çağrıldığı yerde Ferdinand o temsilcilerin patronlarıyla iş yapıyor. Herhalde kafalardaki Polat ve Ferdinand seviyesi netleşmiştir.
Asya ve Gölge’yi nasıl bu kadar sevdim bilmiyorum ama ikisini aynı sahnede görünce içimde bir sıcaklık oluştu. Sanırım geçmişi özlemek Vadi seyircisinde bir refleks oldu. İkisinin arasındaki diyaloglar da güzel yazılmıştı. Bu bölüm Vadi’ye genel olarak farklı bir el değmiş gibiydi zaten. Biz Asya’nın planını merak ederken Gölge operasyona başladı bile. Tek kişilik operasyonlarına alıştık ama koca binaya tek başına dalması da harbiden delilik. Tek bir kurşun dahi atılmadı ki bu kabul edilebilir ama Gölge’yi görenlerin hiçbir şekilde silahına davranmaması inandırıcılığı biraz zedeledi doğrusu. Yine de şunu söyleyebilirim ki bu adama dövüş sahneleri yakışıyor. Bir şekilde öpücükle, çeşitli hareketlerle kurtarıyor.
Bi de taç çaldık mı tamamdır bu iş..
Aksi gibi kılıç da eline yakıştı. O kadar yüzyıl öncesine ait olunca insan daha büyük bir kılıç bekliyor zira Topkapı Sarayı’nda sergilenen bazı kılıçları kaldırıp sallamak için 2-3 kişi falan gerekir ama bu gayet minimalist bir silahmış. Gölge yeni oyuncağına bayıldı ama demedi demeyin o, o kılıçla öldürülür. Zaten sahneye bir kılıç girdiyse onun kan akıtmaması imkansız.
Asya, Gölge’den çıkıp Polat’a gittiğinde ufak bir şok yaşamadım değil. Aksi gibi “oğlumdan uzak durursan Gölge’yi sana veririm” dediğinde ufak bir şok yaşadım ama hemen inandım doğrusu. Sonuçta oğlunu korumak için tabii ki Gölge’den vazgeçebilir. Aslan Akbey tarafından çok acılar çektirilen Asya'ya her ne kadar Suriyeliler meselesinden dolayı kızgın olsak da neredeyse sempati duymaya başlayacaktık.
Polat'ı satanı biz de satarız.. En azından sevmeyiz.
Açık konuşayım, Polat’ın o teklifi kabul edeceğini düşünmüyordum. Kabul ettiğini gördüğümde çok şaşırdım. Asya’ya güvendi ve peşine takılıp Gölge’yi almaya gitti. Oysa arabalarını park etme şekillerinden tut ortadan yürümelerine kadar her şey öyle tuzak kokuyordu ki…
Bütün hafta tartışacağımız konu hakkında fikrimi baştan net olarak söyleyeyim. Bence Polat o tuzağa gerçekten düştü. Zira o, hep Asya’ya güvendi ve ilk defa Polat’ın yüzünü o halde gördüm. Muazzam bir oyunculukla kendi kafasından geçen “yolun sonuna geldik galiba” düşüncesini bana tamamen hissettirdi. Silahını teslim edişi resmen yüreğimi acıttı.
Sık ananın kafasına çocuğum..
Asya’yı artık bu seyirci kolay kolay affetmez. Bundan sonra acılı anne tarafının seyircide büyük bir sempati uyandıracağını düşünmüyorum. Zira ben bile çok kızgınım ona! Meğer Aslan Amca’nın da haklı olduğu yönler varmış. Asya bu zayıflıklarıyla ne Aslan Amca’ya ne İhtiyarlar’a ne de bu vatana hizmet edebilecek karakterde biri değilmiş. Vallahi çok zoruma gitti yahu. Polat’dan çok bana koydu resmen.
Şimdi, Polat ve Gölge bir kez daha karşı karşıya geldiler. Güvenebileceğimiz iki şey var. Birincisi Cahit’in aldığı plaka, ikincisi de Gölge’nin kibri… Polat bu kadar uzun yaşadıysa hep bu kibir yüzünden yaşadı. Ele geçen ilk fırsatta Polat’a sıkmayanlara hep sonradan o sıktı. Gülümsemesinden belli ki Gölge de sıkmayacak ama ne yapacak?
Çok güzel dizi çooook... İzleyin diye reklam yapıyorum.
Gölge ve Polat karşı karşıya geldikleri anda aklıma RaniniTv’de yorumlarını yaptığım ve her bir karesine hayran olduğum Fargo dizisi geldi. Orada da gücü eline geçiren adam kralların tahta çıktığında yaptıklarından bahsetmişti. Önce birilerini bağışlarlar ki halk ne kadar merhametli olduğunu görsün. Sonra birilerini çok acımasızca cezalandırırlar ki halk çizgiden çıkarsa başına gelecekleri görsün.
Sahip olduğu kılıcın sembolik gücü ve Karun’un yol vermesiyle kuşkusuz o gece Gölge kral gibi hissedecek ve Polat’ın payına düşen kısım doğal olarak merhamet gösterisi olmayacak. Öyleyse nasıl bir cezalandırma olacak? Bunu haftaya göreceğiz. Gölge gibi bir manyaktan her şeyi bekliyorum ama Asya’dan bu ihaneti beklemezdim. Bak yine oraya döndüm. Ulan çok koydu bee…
Kurtlar Vadisi Pusu 280. Bölüm böylesi müthiş bir ihanet sekansıyla bitti. 281’i gerçekten iple çekiyorum ki bu Vadi’de bir süredir hissetmediğim bir şey. Bu bölüm gerçekten farklı bir el dokunmuş Vadi’ye ve pek çok şey toparlanmış, üstüne üstlük bir süreden beri ilk defa gerçekten büyük bir merakla gelecek haftaya gidiyoruz. Yazı biraz uzadı belki ama son zamanların aksine bu sefer gerçekten hiç sıkılmadan yazdım. Var olsunlar…
Haftaya görüşürüz…
Not: Pusat’ı unuttuğumu yazıyı bitirince fark ettim. Bir yerlere de sıkıştırıp yazının doğal akışını bozmak istemiyorum. Zaten öncelikle Yasin Komutan’ın ona karşı davranışını gördükten sonra durumu değerlendirmek lazım. Sağ kolu yaparsa iki deli çok keyiflendirir bizi..