Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
16 yaşındaki Hazel üç yıldır tiroid kanseriyle boğuşmaktadır ve kanser akciğerlerine de sıçradığı için yanında bir oksijen tüpüyle gezmektedir. Kanserli hastalar için oluşturulan destek grubunun bir terapi seansı esnasında Augustus isimli bir gençle tanışır. Augustus da beyin tümörüyle savaşmış ve bu yolda bir bacağını kaybetmiştir. İkili birlikte zaman geçirdikçe birbirlerine aşık olurlar. Akciğer tedavisi için hastaneye yatırılan Hazel'ın yanından bir an dahi ayrılmayan Augustus, sevgilisinin çok istediği bir hayali gerçekleştirmek için onunla birlikte yola çıkar. Planlarına göre Amsterdam'a gidecek ve Hazel'ın en sevdiği yazar olan Peter Van Houten'i bulmaya çalışacaklardır...
Hakkında pek yorum yazmak istemediğim bir film, bu sefer ben filme değilde film bana yorum yapmış gibi hissettim, filmlerin bize birşeyler öğretmesi gerekiyor ve ben bugün dersimi gayet iyi aldım, herkesin çıkarımıda haliyle farklı olacaktır.
Değerleri kendimiz yaratıp, kendimiz bozuyoruz. En iyisi kendimize eziyet etmeyi bırakıp her şeyi mutlu şekilde hatırlayalım..
IMDB Puanı: 8.2
Sinemalar.com: 8.6
2 saat boyunca sıkılmadan izledim, sabahın 5'ne kadar bir filmi izleyip direk yorumunu yazıyorsam beğenmişim demektir.
Öncelikli olarak çok iyi bir film ve izlemekten keyif aldım. Hasta psikolojisi bu kadar iyi anlatılırdı. Hiç sıkmadan, akıcı bir şekilde anlatılmak isteneni anlattılar. Bir yandan insanın içi "cız" ederken, diğer yandan kıpır kıpır ediyordu.
Hasta bile olsan, hastalığı dert etmeyip; pes etmemiz gerektiği bu filmde net bir şekilde vurgulandı. Pes etmek? Sanırım en berbat şey. Pes ettiğinde her şey biter. Bu filmde pes etmek yok oluyordu. Dimdik ayakta kalmak lazım, her şeye rağmen. Elimizdekilerle mutlu olmak lazım her şeye rağmen. Onu da kaybedersek, mutsuzluk içerisinde çırpınırız.
John Green'in romanını filme dönüştürme iyi bir düşünceydi, ki filmin tuttuğunu söyleyebilirim. Bir de senarist grubunda '(500) Days of Summer' filminin de senaristliğini yapmış olan Scott Neustadter ile Michael H. Weber varsa. Josh Boone da yönetmen olarak üstüne düşeni yapmış tabi ki. Oyunculuğa gelecek olursak; son zamanların hızla yükselen ismi Shailene Woodley ile Ansel Elgort arasında iyi bir uyum vardı ve bu da filmin etkileyiciliğini arttırdı.
Filmde her şeyin dozu iyi ayarlanmış. Ne vıcık bir aşk hikayesi var ne de çok aşırı acıklı bir dram hikayesi. Tam tadında olmuş yani.
Açıkçası ilk kısımda da film güzel başladı fakat fazla övgü sonrasında "acaba beklediğimi tam anlamıyla bulamayacak mıyım" korkusu olmuştu, neyse ki ikinci kısımda bu düşünceyi tamamen aklımdan çıkardılar.
Aslında elde öyle çok da sıradışı bir konu yokmuş fakat öyle güzel işlenmiş ki keyif almamak mümkün değil. Bilmiyorum kitap uyarlaması olmasıyla doğrudan alakalı mıdır ama filmde çok fazla güzel tespit, güzel söz vardı.
Filmdeki yazar hikayesi filme epey şey katmış bence.
Hayal kırıklığına çok güzel bir örnek olmuş. Yalnız yazarı gıcıklığına karşın sevdim ben. Yazarın yanındaki kadın da iyiydi. Amsterdam ziyareti iyiydi genel olarak bence.
Spoiler'a girmişken beğendiğim diğer sahneleri de yazayım:
- Yumurta atma sahnesi
- Gus'ın kendi cenazesine katılması
Ve ağlatma konusu... Filmin ağlatan bir film olduğuna dair pek çok yorum okumuştum. "Beni ağlatamaz" gibisinden düşünürken ikinci kısımda bazı yerler gerçekten çok etkiledi ve son dönemde ağlatmaya en çok yaklaşan film oldu.
Oyuncular başarılıydı. Shailene Woodley'in genç nesildeki favorilerimden olduğunu bilmeyen kalmamıştır herhalde. Bu filmde de çok başarılıydı. Oscar ile adı anılıyor, ne güzel olur. Fakat ben pek sanmıyorum. Aday olursa çok sevinirim tabii ki ama olmazsa da "nasıl olamaz" diyemem. Ansel Elgort'u ise ilk kez izledim fakat son olmayacak anlaşılan iyi projelerde yer almaya devam edecekmiş. Potansiyel vaat eden bir arkadaşmış o da.
Filmin Oscar'a ve yakın çaptaki diğer ödüllere aday olabileceğini pek sanmıyorum büyük ihtimal bu yılın "The Perks of Being Wallflowers"ı olacaktır. Ama bir yerlerden adaylık alırsa ne de güzel olur. Mesela şarkıları neden olmasın? Pek çok iyi şarkı vardı filmde ve soundtrack albümü de çok iyi bir albüm olmuş.
Eleştirilecek nokta belki kurgusu bir 10-15 dakika daha kısa olacak şekilde yapılabilirmiş. Bu hali de iyiydi ama zaman zaman temponun düştüğü oldu.
Sonuç olarak çoğu kişinin sevebileceği hoş bir film. Yılın ilk kısmının izlenmesi gereken filmlerinden biri olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Uzun zamandır film izlemiyordum. Bu filmle tekrar dönmek istedim sahalara.
Çok farklı bir hikayesi olmasa da bu tür ileyişte olan filmleri seviyorum. Çünkü samimi bir anlatımı oluyor ve kişiyi sıkmıyor. Ben de hiç sıkılmadan izledim baştan sona.
Oyunculukları beğendim. Shailene Woodley'i çok güzel bulmasam da oyunculuğu başarılıydı. Umarım bu film onun Silver Lining Playbooks'u olur ve yükselişine devam eder. Ansel Elgort'un da oyunculuğu en az Woodley kadar başarılıydı bence.
Ağladım mı? Evet ağladım. Yani baktım gözlerim dolmuş. Ağlayayım dedim.
Özellikle Gus'ın cenaze provasındaki Hazel'ın konuşması çok iyiydi. Ve beni ağlatan yer ise Gus'ın öldükten sonra mektup yazması oldu.
Filmdeki şarkılar da çok hoştu.
Genel olarak yılın en sevilen filmlerinden birisi olacaktır. Ki oldu da zaten. Hala izlemeyen varsa, geç kalmayıp izlesin.
Bu site, içeriği kişiselleştirmek, deneyiminize uyarlamak ve kayıt olmanız durumunda giriş yapmanızı sağlamak için yasal düzenlemelere uygun çerezler (cookies) kullanır.
Bu siteyi kullanmaya devam ederek, çerez kullanımına izin veriyorsunuz.