Yeni sezon açıldı açılacak derken, ekranlarda geri sayım başladı.
Henüz tanıtım fragmanlarından gördüğümüz yeni dizilerin şimdilik, adı ve oyuncuları hakkında fikir edinebiliyoruz.
Oynayacağı kanala, yayın gününe ve oyuncu kadrosuna bakarak az çok da tahmin yürütebiliyoruz ama daha önce dediğim gibi, en sağlıklısı ve makulu bir kaç bölümden sonra yapılan eleştiriler ve yorumlardır.
Bu girizgahım aslında dizilere yapılan gözlemler ve eleştirilerden ziyade bizlerin yani seyircinin yanılma ve kırılma noktası.
Geçtiğimiz günlerde, yeni dizilerden biri olan ve yaz sezonunun başında seyirciyle buluşan "Sultan" dizisinin bundan sonraki çekimlerinin İstanbul'da olacağı haberini okuduğumda ne zamandır aklımda olan bir konuydu bu. Bu tür haberleri zaman zaman duyuyoruz. Bazı dizilerin başarı öyküsü bence başlangıcında aldığı yoldan geçiyor. Dizinin öyküsü, senaryosu, kurgusu ne kadar samimi ve "bizden"" olursa, tutulması ve rakiplerine fark atması bir o kadar hızlı ve gösterişli oluyor.
Diziye konu olan öyküsü ve oyuncularıyla birlikte konunun geçtiği zaman ve mekan kavramı da bir o kadar önemli aslında. Neden derseniz: Başarı grafiğini ilk yükselten, konusunun bize ne kadar yakın olduğu. Bunu başarabilen yapımcı aklın yolu bir diyerek "dizisiyle" birlikte hak ettiği yere geliyor. Sürekli,elit tabakadan seçilmiş karakterlerle süslenen "lüküs hayat" serenomisi bir zaman sonra seyiriciyi kendinden soyutluyor. Üs kattaki zengin ve kokoş fabrikatör karısının, alt kattaki hizmetçiyle didişmeleri veya dertleşmeleri bir sonra cazibesini yitiriyor.
Ben şimdiye kadar "orada başlayıp, orada biten" dizi görmedim. Mardin'de, Adana'da veya Diyarbakır'da veya Urfa'da başlayan diziler üç beş bölümden sonra, bilemedin ilk sezondan sonra İstanbul'a taşınıyorlar. Sanatçıların ve ekibin hayat şartları ve özel hayatları gereği başlayan kaprislere ve isteklere kayıtsız kalamayan yöneticiler, çareyi taşınmakta buluyor. Elbet, sanatçının yaşamı ve ailesi kendince önemlidir ama bu işten milyonlar kazanıyorsan ne yazık ki, ortak paydaya dönüşmüş "yaşamların" içinde bulunduğun "işle" birlikte samimice devam ettirmesini bilmek gerekiyor. Taşın altına elini sokabilmenin ödülü, sanatçıya "zirveyle" geri dönüşüm demektir.
Dizinin akibetini tahmin eden yapımcı-senarist kimi zaman bu istikrarı, inatla devam ettirse de ya oyuncu dizide "ölür" veya karakter değişimi olur, bunlarla birlikte ya konu cıvıklaşır veya lastik gibi uzar, hal böyle olunca da, samimice başlayan "bizden" kişiler, olaylar "riyakarca" seyirciyi yarı yolda bırakır ve hayal kırıklığına uğratır. Doğuda çekilen dizi için batıdaki seyirci "bizim için bu zahmet, emek" diyerek takdiri şayanını reytinglere yansıtır. Doğuda ki ev sahibi ise "bizi anlatan birileri var" diyerek o reyting zirvesine ortak olur. Lakin ters-yüz olan konu, mekan ve oyuncu üçgeniyle diziler, aynı hızla bumerang gibi kendini vurur....
Henüz tanıtım fragmanlarından gördüğümüz yeni dizilerin şimdilik, adı ve oyuncuları hakkında fikir edinebiliyoruz.
Oynayacağı kanala, yayın gününe ve oyuncu kadrosuna bakarak az çok da tahmin yürütebiliyoruz ama daha önce dediğim gibi, en sağlıklısı ve makulu bir kaç bölümden sonra yapılan eleştiriler ve yorumlardır.
Bu girizgahım aslında dizilere yapılan gözlemler ve eleştirilerden ziyade bizlerin yani seyircinin yanılma ve kırılma noktası.
Geçtiğimiz günlerde, yeni dizilerden biri olan ve yaz sezonunun başında seyirciyle buluşan "Sultan" dizisinin bundan sonraki çekimlerinin İstanbul'da olacağı haberini okuduğumda ne zamandır aklımda olan bir konuydu bu. Bu tür haberleri zaman zaman duyuyoruz. Bazı dizilerin başarı öyküsü bence başlangıcında aldığı yoldan geçiyor. Dizinin öyküsü, senaryosu, kurgusu ne kadar samimi ve "bizden"" olursa, tutulması ve rakiplerine fark atması bir o kadar hızlı ve gösterişli oluyor.
Diziye konu olan öyküsü ve oyuncularıyla birlikte konunun geçtiği zaman ve mekan kavramı da bir o kadar önemli aslında. Neden derseniz: Başarı grafiğini ilk yükselten, konusunun bize ne kadar yakın olduğu. Bunu başarabilen yapımcı aklın yolu bir diyerek "dizisiyle" birlikte hak ettiği yere geliyor. Sürekli,elit tabakadan seçilmiş karakterlerle süslenen "lüküs hayat" serenomisi bir zaman sonra seyiriciyi kendinden soyutluyor. Üs kattaki zengin ve kokoş fabrikatör karısının, alt kattaki hizmetçiyle didişmeleri veya dertleşmeleri bir sonra cazibesini yitiriyor.
Ben şimdiye kadar "orada başlayıp, orada biten" dizi görmedim. Mardin'de, Adana'da veya Diyarbakır'da veya Urfa'da başlayan diziler üç beş bölümden sonra, bilemedin ilk sezondan sonra İstanbul'a taşınıyorlar. Sanatçıların ve ekibin hayat şartları ve özel hayatları gereği başlayan kaprislere ve isteklere kayıtsız kalamayan yöneticiler, çareyi taşınmakta buluyor. Elbet, sanatçının yaşamı ve ailesi kendince önemlidir ama bu işten milyonlar kazanıyorsan ne yazık ki, ortak paydaya dönüşmüş "yaşamların" içinde bulunduğun "işle" birlikte samimice devam ettirmesini bilmek gerekiyor. Taşın altına elini sokabilmenin ödülü, sanatçıya "zirveyle" geri dönüşüm demektir.
Dizinin akibetini tahmin eden yapımcı-senarist kimi zaman bu istikrarı, inatla devam ettirse de ya oyuncu dizide "ölür" veya karakter değişimi olur, bunlarla birlikte ya konu cıvıklaşır veya lastik gibi uzar, hal böyle olunca da, samimice başlayan "bizden" kişiler, olaylar "riyakarca" seyirciyi yarı yolda bırakır ve hayal kırıklığına uğratır. Doğuda çekilen dizi için batıdaki seyirci "bizim için bu zahmet, emek" diyerek takdiri şayanını reytinglere yansıtır. Doğuda ki ev sahibi ise "bizi anlatan birileri var" diyerek o reyting zirvesine ortak olur. Lakin ters-yüz olan konu, mekan ve oyuncu üçgeniyle diziler, aynı hızla bumerang gibi kendini vurur....