- Katılım
- 27 Kasım 2012
- Mesajlar
- 21,249
- Reaksiyon puanı
- 8,252
- Puanı
- 1,061
- Yaş
- 30
Şalteri kaldırınca korkup eve döndüm. 4-5 dakika evde kaldıktan sonra çıktım dışarı. Sokak hala kapkaranlıktı. Sokağın karşısında bir adamın bana baktığını hatırlıyorum ve adama doğru yaklaştım. Yüzü belirginleştikçe adamı tanıdım.
Ama...
Asıl dikkatimi çeken şey adamın sol eli oldu.
Çünkü sol elinde...
Sol elinde başparmağı yoktu.
Adam o gece kadının kendisini asarak öldüren ve parmağı kesilen kocasıydı. Yavaş yavaş geri adımlarla adamdan uzaklaştım ve sonra arabama doğru koştum. Bindim, çalıştırdım ve gitmeye başladım. Ama rahatlayamadım, hala stresliyim ve yüksek hızla sürüyorum arabayı. Yüksek hızla giderken önüme birisi çıktı! Olamaz!
Yerde yatan sanırım bir kadın. Yaklaştım yavaşça, yüzüstü hareketsizce yatıyordu. Arabamın farları birden söndü, sokak karanlık, tek bir sokak lambası çalışıyor. O sokak lambası da sokağı aydınlatmaktansa sanki bir fener gibi bir noktayı aydınlatıyor sadece. Kadını aydınlatıyordu. Kadına doğru korkuyla yürüdüm yavaş yavaş. Oydu… 2 gün önce öldürdüğüm kadın.
Gözüm ıslandı, damlalar yanaklarımdan süzülüyor. Hemen torpidoyu açtım, Tanrım! Fotoğraf makinesini hala burada duruyor. Gitmemiş, kaybolmamış şükürler olsun! Bu makine benim her şeyim, geriye kalan her şey bunun içinde. Son hatırlarımız, son anlarımız hepsi bunun içinde ve makine güvende. Her şey burada, her şeyim bunun içinde güvende…
18 Eylül 1999
Karımla tartışmıştık… Ve o gece… Evet, o gece bir rüya görmüştüm, bu geceki kadar gerçekti! Hayal meyal hatırlıyorum o günü ve o rüyayı. 1 yıl önceki rüyam ile bu geceki arasında ne bağlantı olabilir?
13 Nisan 1998
Kapıyı açtım dışarı çıktım. Ev gibi dışarısı da zifiri karanlık ancak karşıda tek bir sokak lambası yanıyor, sokak lambasının altında da birisi yatıyor. Yavaş yavaş yaklaştım ışığa doğru, elimde makineyle. Yanına kadar geldim, bir kadın yüzüstü yatıyor. Fotoğraf makinesini gözümün hizasına yavaşça kaldırdım ve yerdeki kadının fotoğrafını çektim. Yüzünü yavaşça çevirdim ve yatan kadın oydu. Deklanşör sesleri her yerde yankılanıyordu, yerde yatan kadın karımdı. Yankı sesi daha da yükseldi, kulaklarımı kapatıp bağırmaya başladım. Sadece bağırdım! Bağıdım her şey bitene kadar. Bağırdım uyanana kadar.
Ama...
Asıl dikkatimi çeken şey adamın sol eli oldu.
Çünkü sol elinde...
Sol elinde başparmağı yoktu.
Adam o gece kadının kendisini asarak öldüren ve parmağı kesilen kocasıydı. Yavaş yavaş geri adımlarla adamdan uzaklaştım ve sonra arabama doğru koştum. Bindim, çalıştırdım ve gitmeye başladım. Ama rahatlayamadım, hala stresliyim ve yüksek hızla sürüyorum arabayı. Yüksek hızla giderken önüme birisi çıktı! Olamaz!
Yerde yatan sanırım bir kadın. Yaklaştım yavaşça, yüzüstü hareketsizce yatıyordu. Arabamın farları birden söndü, sokak karanlık, tek bir sokak lambası çalışıyor. O sokak lambası da sokağı aydınlatmaktansa sanki bir fener gibi bir noktayı aydınlatıyor sadece. Kadını aydınlatıyordu. Kadına doğru korkuyla yürüdüm yavaş yavaş. Oydu… 2 gün önce öldürdüğüm kadın.
Gözüm ıslandı, damlalar yanaklarımdan süzülüyor. Hemen torpidoyu açtım, Tanrım! Fotoğraf makinesini hala burada duruyor. Gitmemiş, kaybolmamış şükürler olsun! Bu makine benim her şeyim, geriye kalan her şey bunun içinde. Son hatırlarımız, son anlarımız hepsi bunun içinde ve makine güvende. Her şey burada, her şeyim bunun içinde güvende…
18 Eylül 1999
Karımla tartışmıştık… Ve o gece… Evet, o gece bir rüya görmüştüm, bu geceki kadar gerçekti! Hayal meyal hatırlıyorum o günü ve o rüyayı. 1 yıl önceki rüyam ile bu geceki arasında ne bağlantı olabilir?
13 Nisan 1998
Kapıyı açtım dışarı çıktım. Ev gibi dışarısı da zifiri karanlık ancak karşıda tek bir sokak lambası yanıyor, sokak lambasının altında da birisi yatıyor. Yavaş yavaş yaklaştım ışığa doğru, elimde makineyle. Yanına kadar geldim, bir kadın yüzüstü yatıyor. Fotoğraf makinesini gözümün hizasına yavaşça kaldırdım ve yerdeki kadının fotoğrafını çektim. Yüzünü yavaşça çevirdim ve yatan kadın oydu. Deklanşör sesleri her yerde yankılanıyordu, yerde yatan kadın karımdı. Yankı sesi daha da yükseldi, kulaklarımı kapatıp bağırmaya başladım. Sadece bağırdım! Bağıdım her şey bitene kadar. Bağırdım uyanana kadar.
Fotoğraf makinesi!
İkisinin ortak noktası fotoğraf makinesi ve sokak lambası.
Anlam veremiyorum, kafayı yemek üzereyim. O fotoğraf makinesini 1,5 yıl önce, çocuklarımın öldüğü kazadan birkaç gün önce almıştım. Daha hiç kullanmamıştık ve o gün ilk kez kullandık, o gün resim çekindim çocuklarımla. Ama o günden beri makineye hiç dokunmadım, filmini götürüp fotoğraf bastırmadım. Sadece sakladım onu, o son hatıram. O son anlarımızı içinde barındırıyor ve ben o günden beri ona dokunamıyorum bile. Elim gitmiyor, yapamıyorum.
Fotoğraf makinesi, sokak lambası, başparmaklar… Neler oluyor?
BÖLÜM 6
18 Eylül 1999
Fotoğraf makinesinin içinde çocuklarımın 7 Nisan gecesi çektiğim resmi var. O günden beri elimi sürmeye korktum hep, o anları kaybetmekten ve bir daha asla sahip olamamaktan. O gün taktığım yeni filmi ilk kez o gece doldurduk ve ben o filmi bastırmaya dahi kıyamadım. Bir keresinde filmi çıkarıp yakmaya yeltendim. Yakıp, o kaldırması güç yükten kurtulmak istedim, ama elim yine gitmedi. O makine çekmeceden hiç ayrılmadı, çekmeceyi açtım, kapattım; açtım, yine kapattım; açtım, elimi uzattım, ama elime bile alamadım. Dokunmaya bile korkuyorum ona, neden bu kadar şiddetli bir kuvvet hissediyorum o makinede hiçbir zaman anlam veremedim. Tıpkı o gece Arda’ya dokunmaya çalışıp da dokunamadığım gibi. Makine o gecenin bir sembolü olmuştu artık, çok güçlü bir sembolü…
Azra’m o gece öldü, oğlumla birlikte. Karım Canel de 1 ay sonra evde uğradığı saldırı sonucu komaya girdi. Hastanede yatıyor ve şimdi fark ettim ki ben onu 2 haftadır görmeye gitmedim. Yanına geldiğimde benim geldiğimi fark etmiyor bile, anlamıyor, duymuyor, hissetmiyor. Her yanına gittiğim zaman onun en sevdiği şarkıyı mırıldanıyorum ona, acaba duyuyor mu beni diye düşünüyorum sonra da. Umarım duyuyorsundur diye geçiriyorum içimden, çünkü duyarsa bunca zaman sonra hala onun yanında olduğumu anlar ve onu asla bırakmadığımı, bırakmayacağımı anlar. Bunun umudu bile bu kadar güzelken onun aslında duymadığını bilmek insanı mahvediyor.
Birden yerimden kalktım, biraz saat gecikmiş olsa da yanına gitmek için hiç de geç değil. Hemen odaya gidip hazırlanmaya başladım ve derhal çıktım. Apartmanın dışına çıktım ve durdum. Kafamı sağa çevirdim, siyah kedi bana bakmaya başladı. Bu kedi beni huzursuz ediyor, bu kedi çok şey biliyor gibi geliyor bana. Arabaya doğru yürüdüm, ama… Bu sefer yapacağım! Hızlı adımlarla yukarı kata çıktım, eve girdim ve fotoğraf makinesi olan çekmeceyi açtım. Dokunmaya korkuyorum ona, ama nereye kadar sürecek bu?
Elimi uzattım ve aldım elime. Elime aldıktan sonra gevşedim, derin nefes verdim. Beklediğim gibi hiçbir şey olmadı, aşağı inmeye başladım yavaşça. Arabama binip makineyi yan koltuğa koydum ve hareket ettim hastaneye doğru. O makine yanımda durdukça aklımdan bir an olsun çıkmadı o anılar, o çekilen resim ve o gün gözümün önüne geliyor. Arabayı durdurdum ve kafamı direksiyona dayadım. O gece gözümün önünden geçiyor, hatırlamak istemiyorum, ama engel olamıyorum!
Fotoğraf makinesinin içinde çocuklarımın 7 Nisan gecesi çektiğim resmi var. O günden beri elimi sürmeye korktum hep, o anları kaybetmekten ve bir daha asla sahip olamamaktan. O gün taktığım yeni filmi ilk kez o gece doldurduk ve ben o filmi bastırmaya dahi kıyamadım. Bir keresinde filmi çıkarıp yakmaya yeltendim. Yakıp, o kaldırması güç yükten kurtulmak istedim, ama elim yine gitmedi. O makine çekmeceden hiç ayrılmadı, çekmeceyi açtım, kapattım; açtım, yine kapattım; açtım, elimi uzattım, ama elime bile alamadım. Dokunmaya bile korkuyorum ona, neden bu kadar şiddetli bir kuvvet hissediyorum o makinede hiçbir zaman anlam veremedim. Tıpkı o gece Arda’ya dokunmaya çalışıp da dokunamadığım gibi. Makine o gecenin bir sembolü olmuştu artık, çok güçlü bir sembolü…
Azra’m o gece öldü, oğlumla birlikte. Karım Canel de 1 ay sonra evde uğradığı saldırı sonucu komaya girdi. Hastanede yatıyor ve şimdi fark ettim ki ben onu 2 haftadır görmeye gitmedim. Yanına geldiğimde benim geldiğimi fark etmiyor bile, anlamıyor, duymuyor, hissetmiyor. Her yanına gittiğim zaman onun en sevdiği şarkıyı mırıldanıyorum ona, acaba duyuyor mu beni diye düşünüyorum sonra da. Umarım duyuyorsundur diye geçiriyorum içimden, çünkü duyarsa bunca zaman sonra hala onun yanında olduğumu anlar ve onu asla bırakmadığımı, bırakmayacağımı anlar. Bunun umudu bile bu kadar güzelken onun aslında duymadığını bilmek insanı mahvediyor.
Birden yerimden kalktım, biraz saat gecikmiş olsa da yanına gitmek için hiç de geç değil. Hemen odaya gidip hazırlanmaya başladım ve derhal çıktım. Apartmanın dışına çıktım ve durdum. Kafamı sağa çevirdim, siyah kedi bana bakmaya başladı. Bu kedi beni huzursuz ediyor, bu kedi çok şey biliyor gibi geliyor bana. Arabaya doğru yürüdüm, ama… Bu sefer yapacağım! Hızlı adımlarla yukarı kata çıktım, eve girdim ve fotoğraf makinesi olan çekmeceyi açtım. Dokunmaya korkuyorum ona, ama nereye kadar sürecek bu?
Elimi uzattım ve aldım elime. Elime aldıktan sonra gevşedim, derin nefes verdim. Beklediğim gibi hiçbir şey olmadı, aşağı inmeye başladım yavaşça. Arabama binip makineyi yan koltuğa koydum ve hareket ettim hastaneye doğru. O makine yanımda durdukça aklımdan bir an olsun çıkmadı o anılar, o çekilen resim ve o gün gözümün önüne geliyor. Arabayı durdurdum ve kafamı direksiyona dayadım. O gece gözümün önünden geçiyor, hatırlamak istemiyorum, ama engel olamıyorum!
7 Nisan 1998
Nereydeyse gece yarısı odu ve eve dönüyorduk biz, her zamanki gibi yine oynuyorduk yolda. Arda koşarak bana doğru zıpladı, havada yakaladım, onu gören Azra da aynı hareketi yaptı. Sonra koşmaya başladılar ileriye doğru karanlık sokakta, ben de endişelenip arkalarından koştum. Canel koşmadı geride kaldı, bugün yorgundu dün fazla mesaiye kaldığı için. Ayrıca birkaç gündür üzerinde olan halsizliği bir türlü atamamıştı, bu yüzden yavaş yürüyordu. Çocuklar çok ısrar edince gezinmeye çıktık bugün. Ormana gittik yeşillikler içinde oturduk ve yeni aldığım fotoğraf makinesini çıkarttım ve fotoğraflarını çektim yürürken yeşillik içinde. Akşam boğaza gittik yine, boğazın ışıklarına karşı oturduk, mevsimin ilk dondurmasını yedik birlikte hava o kadar sıcak olmamasına rağmen.
Çünkü bugün benim doğum günüm.
Çocukların ardından koşup yetiştim onlara. Karşıdan karşıya geçmemiz gerekiyordu, çocukların elinden tutup karşıya geçirdim, ama o hala karşıdaydı, arkamızda yürüyordu. Arkama döndüm hadi demek için, gülümsüyordu bize bakarak. Bu mutlu ailesinden çok memnundu, o da ben de. Birden… Olduğu yere yığıldı. Ben donakaldım, gözbebeklerim büyüdü... Çocuklar onu görünce elimi bırakıp bağırarak yolun karşı tarafına doğru koşmaya başladılar ve… Asla gözümün önünden gitmeyen o saniyeler… Yüksek hızla gelen kamyonet çocukları metrelerce uzağa fırlattı.
Ve durmadan gitti!
Kaybettim...
Bütün kontrolümü kaybettim.
Tek bir kasımı dahi oynatamadım, yerimden kıpırdayamadım. Başımı bile oynatamadım, gözlerim hala yerde yatan karımın üzerindeyken vücudumda tek hareket eden şey aşağı doğru süzülen soğuk gözyaşlarımdı. Başımı yavaşça sağa doğru çevirip karanlık sokakta asfaltta yatan çocuklara baktım güçlükle. Bacağımı zorla öne doğru hareket ettirdim, ilk adımı attım. Güçlükle yavaş yavaş yürüdüm metrelerce uzaktaki çocuklara doğru. Yaklaştıkça daha da çok korku sardı, tüylerim daha da fazla diken diken oldu. Yaklaştıkça, görüntü daha da netleştikçe daha da arttı gözyaşım. Kalbim hiç atmadığı kadar hızlı attı, o an keşke dursa diye diledim. Yürüdüm ve Arda’nın yanına geldim. Hareketsizdi… Her yeri kan içindeydi, yüzü, saçları, kıyafeti… Yerde sürüklenmekten sol kolu tamamen soyulmuştu. Güçlükle çömeldim yanına, elimi yavaşça uzattım ve dokunmaya çalıştım. Çünkü biliyorum bu son dokunuşum olacaktı ona. Bir daha asla dokunamayacak, asla sarılamayacaktım, bir daha asla oyun oynayamayacaktık, boğuşamayacaktık, gülüp eğlenemeyecektik. Biliyordum, onu kaybediyordum şu anda. Ama hareket ettiremedim elimi. Kolum felç olmuş gibi hareketsizce kaldı, dokunamadım ona son kez. Son bir kez… Birden arkama döndüm ve yere düştüm, karım hala yerde yatıyordu. Bir anda bütün ailemi kaybettim… Başımdan defalarca kaynar sular dökülmüş gibi... O kaynar sular gözlerimden akıyordu hiç durmaksızın. Dizlerimde derman kalmadı, güçlükle ayağa kalktım ve yürümeye devam ettim yavaşça. Biraz ileride Azra hareketsizce yatıyordu. Yaklaştım, onun da her yeri kan içindeydi. Dizleri paramparça olmuştu, kolu kırılmıştı. Sokak karanlıktı ve sokakta tek bir sokak lambası çalışıyordu. O sokak lambası da sokağı aydınlatmaktansa sanki bir fener gibi tek bir noktayı aydınlatıyordu sadece. Azra’mın o güzel yüzünü, bana son bir kez daha gösteriyordu adeta. Son kez görüyordum onu, son kez yanına çömeldim, son kez elimi uzattım yüzüne, son kez dokundum, son kez yüzünü okşadım. Ama artık güzel değildi, yüzü mahvolmuştu, her yeri mahvolmuştu. Artık gözümün önünü göremez hale geldim. Gözyaşım akmaya devam etti. Gözlerim karardı. Dayanamadım, yere yığıldım. Sırt üstü hareketsizce yatmaya başladım Azra’nın yanında. Gözümü yukarı diktim, gökyüzünde gördüğüm o bulanık yıldızlara bakmaya başladım. Bağırmaya başladım bütün gücümle. Bağırabildiğim kadar bağırdım, ne kadar sesim varsa hepsini o an harcadım. Belki, bir umut… Belki uyanırlardı. Belki baba diye koşarak üstüme atlarlardı. Belki bunların hiçbiri olmamış olurdu. Yanımdaki Azra’ya doğru uzandım, onu kendime doğru çektim ve sarılmaya başladım ağlayarak. Kana bulanmış saçlarını okşadım, sarılınca daha da çok ağladım. Deli gibi başım ağrıyordu. Gözlerimi kapattım ve sımsıkı sarıldım ona. Sanki bir güç gelip her şeyi geri alacak, sanki 5 dakika öncesine döndürecek diye geçirdim içimden.
Umut ettim.
Olmadı.
Dakikalar geçti, ama hiçbir şey eski haline dönmedi.
Yeniden bağırmaya başladım.
Hiçbir şey değişmedi.
Sesim kesilene kadar bağırdım.
Kimse uyanmadı, hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Gözlerimi artık açamıyordum bile.
Ve sonra uyandım.
Hastanedeydim.
Yanımda karım vardı, beni bekliyordu.
Ve çocuklar…
Hayır…
Onlar artık yok.
30 Mart 2017
Karanlık bir ev, saat gece yarısını geçmiş. Sokak lambalarının bir yanıp bir söndüğü sokakta tek bir evin bir odasından cansız bir ışık yayılıyor sokağa doğru. Odanın içinde bir kadın var ve bilgisayardan yayınlan ışıklarla aydınlanan odada koltukta yalnız başına oturup ses kaydını dinliyor. Bir adamın ses kaydı çalınıyordu bilgisayarda, kadının gözlerinden yaşlar akıyordu sessizce ağlarken.“Ve sonra uyandım. Hastanedeydim. Yanımda karım vardı, beni bekliyordu. Ve çocuklar… Hayır… Onlar artık yok.” Kayıt bitti, peçete ile gözlerini sildi, yerinden kalktı ve karşı dolaptaki çekmeceyi açtı. İçinden bir fotoğraf alıp bakmaya başladı. Koltuğa geri döndü ve resme uzun uzun baktı sessizce ağlayarak. Resmin arkasını çevirdi, arkasında ise elle yazılmış bir yazı vardı.
Nereydeyse gece yarısı odu ve eve dönüyorduk biz, her zamanki gibi yine oynuyorduk yolda. Arda koşarak bana doğru zıpladı, havada yakaladım, onu gören Azra da aynı hareketi yaptı. Sonra koşmaya başladılar ileriye doğru karanlık sokakta, ben de endişelenip arkalarından koştum. Canel koşmadı geride kaldı, bugün yorgundu dün fazla mesaiye kaldığı için. Ayrıca birkaç gündür üzerinde olan halsizliği bir türlü atamamıştı, bu yüzden yavaş yürüyordu. Çocuklar çok ısrar edince gezinmeye çıktık bugün. Ormana gittik yeşillikler içinde oturduk ve yeni aldığım fotoğraf makinesini çıkarttım ve fotoğraflarını çektim yürürken yeşillik içinde. Akşam boğaza gittik yine, boğazın ışıklarına karşı oturduk, mevsimin ilk dondurmasını yedik birlikte hava o kadar sıcak olmamasına rağmen.
Çünkü bugün benim doğum günüm.
Çocukların ardından koşup yetiştim onlara. Karşıdan karşıya geçmemiz gerekiyordu, çocukların elinden tutup karşıya geçirdim, ama o hala karşıdaydı, arkamızda yürüyordu. Arkama döndüm hadi demek için, gülümsüyordu bize bakarak. Bu mutlu ailesinden çok memnundu, o da ben de. Birden… Olduğu yere yığıldı. Ben donakaldım, gözbebeklerim büyüdü... Çocuklar onu görünce elimi bırakıp bağırarak yolun karşı tarafına doğru koşmaya başladılar ve… Asla gözümün önünden gitmeyen o saniyeler… Yüksek hızla gelen kamyonet çocukları metrelerce uzağa fırlattı.
Ve durmadan gitti!
Kaybettim...
Bütün kontrolümü kaybettim.
Tek bir kasımı dahi oynatamadım, yerimden kıpırdayamadım. Başımı bile oynatamadım, gözlerim hala yerde yatan karımın üzerindeyken vücudumda tek hareket eden şey aşağı doğru süzülen soğuk gözyaşlarımdı. Başımı yavaşça sağa doğru çevirip karanlık sokakta asfaltta yatan çocuklara baktım güçlükle. Bacağımı zorla öne doğru hareket ettirdim, ilk adımı attım. Güçlükle yavaş yavaş yürüdüm metrelerce uzaktaki çocuklara doğru. Yaklaştıkça daha da çok korku sardı, tüylerim daha da fazla diken diken oldu. Yaklaştıkça, görüntü daha da netleştikçe daha da arttı gözyaşım. Kalbim hiç atmadığı kadar hızlı attı, o an keşke dursa diye diledim. Yürüdüm ve Arda’nın yanına geldim. Hareketsizdi… Her yeri kan içindeydi, yüzü, saçları, kıyafeti… Yerde sürüklenmekten sol kolu tamamen soyulmuştu. Güçlükle çömeldim yanına, elimi yavaşça uzattım ve dokunmaya çalıştım. Çünkü biliyorum bu son dokunuşum olacaktı ona. Bir daha asla dokunamayacak, asla sarılamayacaktım, bir daha asla oyun oynayamayacaktık, boğuşamayacaktık, gülüp eğlenemeyecektik. Biliyordum, onu kaybediyordum şu anda. Ama hareket ettiremedim elimi. Kolum felç olmuş gibi hareketsizce kaldı, dokunamadım ona son kez. Son bir kez… Birden arkama döndüm ve yere düştüm, karım hala yerde yatıyordu. Bir anda bütün ailemi kaybettim… Başımdan defalarca kaynar sular dökülmüş gibi... O kaynar sular gözlerimden akıyordu hiç durmaksızın. Dizlerimde derman kalmadı, güçlükle ayağa kalktım ve yürümeye devam ettim yavaşça. Biraz ileride Azra hareketsizce yatıyordu. Yaklaştım, onun da her yeri kan içindeydi. Dizleri paramparça olmuştu, kolu kırılmıştı. Sokak karanlıktı ve sokakta tek bir sokak lambası çalışıyordu. O sokak lambası da sokağı aydınlatmaktansa sanki bir fener gibi tek bir noktayı aydınlatıyordu sadece. Azra’mın o güzel yüzünü, bana son bir kez daha gösteriyordu adeta. Son kez görüyordum onu, son kez yanına çömeldim, son kez elimi uzattım yüzüne, son kez dokundum, son kez yüzünü okşadım. Ama artık güzel değildi, yüzü mahvolmuştu, her yeri mahvolmuştu. Artık gözümün önünü göremez hale geldim. Gözyaşım akmaya devam etti. Gözlerim karardı. Dayanamadım, yere yığıldım. Sırt üstü hareketsizce yatmaya başladım Azra’nın yanında. Gözümü yukarı diktim, gökyüzünde gördüğüm o bulanık yıldızlara bakmaya başladım. Bağırmaya başladım bütün gücümle. Bağırabildiğim kadar bağırdım, ne kadar sesim varsa hepsini o an harcadım. Belki, bir umut… Belki uyanırlardı. Belki baba diye koşarak üstüme atlarlardı. Belki bunların hiçbiri olmamış olurdu. Yanımdaki Azra’ya doğru uzandım, onu kendime doğru çektim ve sarılmaya başladım ağlayarak. Kana bulanmış saçlarını okşadım, sarılınca daha da çok ağladım. Deli gibi başım ağrıyordu. Gözlerimi kapattım ve sımsıkı sarıldım ona. Sanki bir güç gelip her şeyi geri alacak, sanki 5 dakika öncesine döndürecek diye geçirdim içimden.
Umut ettim.
Olmadı.
Dakikalar geçti, ama hiçbir şey eski haline dönmedi.
Yeniden bağırmaya başladım.
Hiçbir şey değişmedi.
Sesim kesilene kadar bağırdım.
Kimse uyanmadı, hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Gözlerimi artık açamıyordum bile.
Ve sonra uyandım.
Hastanedeydim.
Yanımda karım vardı, beni bekliyordu.
Ve çocuklar…
Hayır…
Onlar artık yok.
30 Mart 2017
Karanlık bir ev, saat gece yarısını geçmiş. Sokak lambalarının bir yanıp bir söndüğü sokakta tek bir evin bir odasından cansız bir ışık yayılıyor sokağa doğru. Odanın içinde bir kadın var ve bilgisayardan yayınlan ışıklarla aydınlanan odada koltukta yalnız başına oturup ses kaydını dinliyor. Bir adamın ses kaydı çalınıyordu bilgisayarda, kadının gözlerinden yaşlar akıyordu sessizce ağlarken.“Ve sonra uyandım. Hastanedeydim. Yanımda karım vardı, beni bekliyordu. Ve çocuklar… Hayır… Onlar artık yok.” Kayıt bitti, peçete ile gözlerini sildi, yerinden kalktı ve karşı dolaptaki çekmeceyi açtı. İçinden bir fotoğraf alıp bakmaya başladı. Koltuğa geri döndü ve resme uzun uzun baktı sessizce ağlayarak. Resmin arkasını çevirdi, arkasında ise elle yazılmış bir yazı vardı.
Yazan: Melih Salay
Copyright © Hissikablelvuku 2017, eTV
BÖLÜM 7
Arabadan inip kadına doğru yürüdüm, tereddütsüz bir şekilde yanına oturdum. Çekindim konuşmaya. Birden dilim çözülür gibi oldu, yine sustum. Kafamı bile çeviremedim. Neden böyle olmuştum ki? Daha yüzünü bile görmediğim bir insanın yanında neden bu kadar heyecanlandım? Belki de... En son 9 yıl önce yabancı bir kadının yanına oturmuştum. O zaman da böyle hissetmiştim.HiSSiKABLELVUKU
7. Bölümü ile 5 Eylül Salı akşamı,
Yeni bölümleriyle her Salı eTV'de!
7. Bölümü ile 5 Eylül Salı akşamı,
Yeni bölümleriyle her Salı eTV'de!
Son düzenleme: