En Son İzlediğiniz Film? 🎞

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan şirin
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

Godard Mon Amour (2017)

Bedava Mubi üyeliğimin ilk gününde Mubi'deki son günü olan bu filmi izlemek istedim, güzel bir başlangıç oldu.


Michel Hazanavicius'un pek sevdiğim The Artist'inden sonra izlediğim ilk filmi oldu. Film, oyuncu Anne Wiazemsky'nin gözünden ünlü yönetmen Godard ile 60'ların sonunda yaşadığı ilişkiyi ele alıyor.

Her ne kadar henüz hiçbir filmini izlememe utancına sahip olsam da önemli bir yönetmenin günlük hayatına bakış ilgi çekici. Tabii normal bir dönemdeki günlük hayat da değil bu. 1968 dönemindeki aktivitelerin göbeğindeki sıra dışı, ilginç fikirleri olan çıkıntı bir adamın hayatı aslında...

Konu anlamında çok iyi, çok farklı bir film olduğunu söyleyemem. Godard'ı melekleştirmeyip pek çok olumsuz yanını göstermesi fanatiklerinin hoşuna gitmemiş ki gerçekleri asla bilemeyeceğimiz için sağlıklı yorum yapmak zor.

Filmi iyi yapan şey ise Michel Hazanavicius'un yönetmenliği ve filmin muhteşem sinematografisi. Stacy Martin'in canlandırdığı Anne Wiazemsky'nin gençliği, duru güzelliği çok iyi yansıtılmış. Harika görüntüler vardı filmin içerisinde.

Filmin en sevdiğim sahnesi ise yönetmenlerin gereksiz yere filmlerde nudistlik kullanmasını eleştirirken filmdeki iki ana karakterin de çıplak olmasıydı.
Benzer birkaç tane daha çok hoş oyun vardı filmin içinde. Bu sahneler de büyük ölçüde yönetmen başarısıydı.

Bu arada yönetmenin eşi olan Berenice Bejo'yu çok az ve etkisiz rolde görmek biraz üzmedi değil.


6.5/10


---------------


Love Is in the Air / Ma vie en l'air (2005)

Bir günde iki Fransız filmi izleyerek ilginç bir kişisel rekora imza attım.
Bu film de BluTV'de 5 gün sonra kalkacaktı. Marion Cotillard faktörüyle ve "bir daha başka yerde rastlamam zor" diyerek izledim.

Yani orta seviye bir Fransız komedisiydi. Uçak fobisi olan bir adamın uçuş güvenliği sorumlusu olması ve unutamadığı aşkının peşinde neredeyse hayatını heba etmesi... Eğlenceli anları olsa da, yer yer çok iyi replikleri olsa da daha iyi olabilirmiş.

En sevdiğim replik Marion Cotillard'ın söylediği "birinin hayatının kadını olup olmadığını anca son nefesini verirken bilebilirsin" gibisinden sözüydü, baya iyiydi.

Bu arada Marion Cotillard'ın saçlarını sarıya boyamasına puanım 1/10


5.5/10
 

Blood Diamond (2006)

Uzun yıllar sonra yeniden izledim, gerçekten çok başarılı bir film. Afrika'da yaşanan insanlık dramlarından birini etkileyici şekilde ele alan, aksiyonu bol, mesajları doğru ve yerinde bir film.

İnsanların pırlanta gibi sadece eşya olan, hiçbir fonksiyonelliği olmayan şeylere gereksiz yere büyük paralar vermesinin ne kadar saçma olduğunu yüze vuruyor. Ağır bir kapitalizm eleştirisi var aslında.

Leonardo DiCaprio burada da şahane. O yıl The Departed ile değil de buradaki rolüyle aday olması şahane karar. Djimon Hounsou da çok iyi. Bence o yıl mutlaka en iyi film adayı olmalıymış, pırlanta lobileri devreye girdi sanırım.


8.5/10
 

Hair (1979)

Milos Forman üstadın iki filmini izleyip ikisini de çok beğenmiştim. Bu filmi hakkında ise bugüne dek bir şey duymamış olmama şaşırdım. BluTV'de kalkmak üzereyken izleyeyim dedim ve iyi ki izlemişim...

Çok farklı kafanın ürünü bir müzikaldı. İlk başta Milos Forman üstadın Guguk Kuşu sonrası pek normal olmadığını düşündüm.
Zamanla filmin çılgınlığına alıştım.

Film 60'larda fenomenleşen hippi yaşam tarzını benimseyen bir çift genç, onların aralarına birkaç günlüğüne katılan Vietnam'a gitmeye hazırlanan bir asker adayı ve onun aşık olduğu zengin kızın etrafında gelişen olayları ele alıyor.

Tam da The Sixties belgeselini izlediğim bir dönemde 60'lara dair ne varsa çorba yapan bu müzikal iyi geldi, doğru zamanda geldi.

Filmde harika şarkılar var. 70'lerin sonunda çekilmesine rağmen şarkıları bugün bile tazeliğini koruyor, sık sık dinlerim ben bunları ve eski filmlerde çok rastlanan bir şey değil bu.

Beverly D'Angelo'nun güzelliği de harikaydı tabii.


Evet, çok dağınık bir film. Belki film bile demek zor ama farklı bir sinema, müzikal deneyimi. Pozitif mesajlar taşıyan, savaş karşıtlığını ilginç yollarla yüze vuran bir film. Son olarak Let the Sunshine In!


7.5/10
 

Anons (2018)

2018'in izlemek isteyip de hiçbir yerde bulamadığım için izleyemediğim filmlerindendi. Mubi'de günün filmi seçilince hemen izledim.

60'lı yıllarda darbelerin sıradanlaşmasını absürt bir şekilde aktarmaya çalışmış film. Yer yer sekansları fazla uzatmasıyla sıkıcı duruma düşse de özellikle Türk sineması için epey farklı, yenilikçi sayılabilecek bir filmdi. Güldürmeyi başardığı kısımlar oldu, akılda yer edici anları vardı. Fakat bunlara karşın daha net bir mesajı olsa, belki bir tık daha absürtleşse daha iyi olabilirdi.

Bu arada film ilk vizyonunu 2017'nin son günlerinde yapıp 1 salonda sadece 5 kişi izlemiş. Sonrasında asıl vizyonu ise Ekim 2018 olmuş. Sırf o 5 kişiye gösterim yapıldı diye IMDb gibi bazı yerlerde film 2017 yapımı olarak geçiyor. Daha saçma çok az şey duydum.


6.5/10


---------------



1984 (1984)

Bu kadar ünlü bir kitabın filmi nasıl bu kadar az ünlü olur, nasıl böyle sıradan puan alabilir diye düşünerek düşük beklentilerle izledim filmi. Fakat hiç de kötü bulmadım. Kitaba büyük oranda sadık kalmış, onun yarattığı hissiyatı yaşattı. Özellikle sonlara doğru çok rahatsız edici olan bir film. Tabii yapım yılına göre biraz tozlanmış bir tarafı da yok değil. Yakın gelecekte yeniden el atılır bence bu filmin remake'i için.


7/10
 

Last Tango in Paris (1972)

Marlon Brando'nun The Godfather performansını gelmiş geçmiş en iyi oyunculuk performanslarından biri olarak görsem de onun dışında pek bir filmini izlemedim. İzlediklerim Apocalypse Now ve On the Waterfront'u da hiç sevmemiştim. Tam da The Godfather ile aynı yıl yayınlanmış bir filmini BluTV'de yakalayınca izlemek istedim.

Filmin yönetmeni İtalyan, Fransa'da çekilmiş ve büyük kısmı Fransızca, başrol oyuncusu Amerikalı ve filmde İngilizce de epey kısım var. İlginç bir kombinasyon söz konusu yani.


Açıkçası filmin konusunu pek sevdiğimi söyleyemem. Marlon Brando'nun karakteri tecavüzcü bir pislik. Tecavüze uğrayan kadının bunu normalleştirmesi filmi daha da iğrenç kılıyor. Buna karşın Maria Schneider filmi biraz olsun sevdiren kişiydi. Güzel ve sempatikti. Marlon Brando ile bazı güzel, eğlenceli, komik sahneleri olduğunu ikna edemem. Fakat filmin rahatsız edici yanları artılarının önüne geçiyor. Hele Marlon Brando'nun sonradan eklettiği sahnelerle Maria Schneider'a film ayağına tecavüz etmesi ve oyuncunun hayatını karartması beni Marlon Brando'dan tamamen soğutan bir bilgi oldu...

5/10
 
Reactions: 12.Adam
Karakomik Fimler 2 Deli /

Senaryo güzeldi işleyiş kötüydü 3.4

Karakomik Fimler 2 Emanet /

Cem yılmazın ilk defa bir filminde sıkıldım ne olur dediysem olmadı belkide amacı buydu ters köşe ama öyle ter köşe olmaz be 2.1
 

Radio Days (1987)

Woody Allen'ın kendi çocukluk yıllarını yani televizyonun olmadığı, radyonun altın çağında olduğu yılları ele aldığı bir film olmuş. O dönemleri yaşamamış biri olarak filmin bende uyandırdığı pek bir his olmadı maalesef.

Filmin temel sorunu aslında doğru düzgün bir konusunun olmaması. Uzun zamandır bu kadar dağınık bir film izlemedim sanırım. Dün izlememe rağmen filmden neredeyse aklımda hiçbir şey kalmadı. Giriş kısmında eğlenceli sahneler yok değildi ama o kadarcıkla sınırlı kaldı.

3.5/10


----------------



When Harry Met Sally... (1989)

Yıllar önce izlemeye başlamıştım ama Billy Crystal'in karakterine aşırı gıcık olup ilk dakikalarında terk etmiştim. Fakat orada burada sık sık karşıma çıkınca BluTV'den gitmek üzereyken bir daha şans vereyim dedim, iyi ki vermişim.

Billy Crystal'in karakteri yani Harry ilk dakikalarda gerçekten katlanılmaz bir hödük. Fakat neyse ki kısa sürede zaman atlaması oluyor ve yıllar onu daha katlanabilir bir insan haline getiriyor.
Filmin konusu günümüz romantik komedilerinde de sıkça rastlanan "erkek ve kız gerçekten sadece arkadaş olabilir mi" konusu. Muhtemelen bu konu bu filmden önce de çokça işlenmiştir ama günümüzdeki filmler üzerinde en çok etkisi olan filmler arasında olduğu kesin. Gerçekten hoş bir senaryosu var, akılda kalıcı sahneleri, iyi replikleri var.

Filmin en büyük artısı ise tabii ki Meg Ryan güzelliği.

7.5/10
 

Spartacus (1960)

Kubrick'in izlemediğim önemli filmlerinden biriydi, nihayet izlemiş oldum.

Öncelikle Spartacus'un dizisini epey sevdiğimi söylemeliyim. Onun üzerine bu film ister istemez biraz yavan kalıyor. Spartacus'un köle olduğu kısımlar çok çabuk geçiştirilmiş. Daha filmin ilk kısımlarında adam özgürlüğünü elde edince verdiği özgürlük mücadelesi beklenen coşkuyu yaratmıyor. Kubrick Roma yönetiminin yozlaşmışlığına değinmek istemiş ama bence o kısımlar fazla abartılmış. Spartacus'un mücadelesini izlemek varken açıkçası hiç umrumda olmadı hikayenin o boyutu. 3 saatlik uzun bir filmde Spartacus'u yeterince aktaramamak filmin bir üst noktaya çıkmasını engellemiş...

Olumsuz yanlarından bahsettik ama olumlu kısımları da var elbette. Film teknik açıdan epey başarılı. Savaş sahnesi aradan geçen yıllara rağmen hala kalitesini koruyor. Tabii bu filmden bir yıl önce Ben-Hur gibi sinemada çığır açan teknik başarıya sahip bir film olduğunu da unutmamak gerek.

Köleliğin şok ediciliğini film iyi anlatıyor. Trumbo üstad imzalı senaryoda da pek çok efsane replik var. "I am Spartacus" sahnesi efsaneydi ki kendinden sonraki pek çok yapıma örnek olmuş bir sahne. Bunun dışında Spartacus'un savaşı neden kazanacaklarını anlattığı sahne efsaneydi. Benim en ilginç bulduğum kısımlardan biri de Spartacus'un öğrenme istediğini anlattığı sahneydi. O devirde tabii bilinmeyen çok daha fazla şey var ve hele de bir köle için...

7.5/10
 


Aşk, Büyü vs.

Festival seçkisinde en çok merak ettiğim filmdi. Aslında konusu ve başrolleri dışında çok da bilgim yoktu ama afişini görmek bile sevecekmişim gibi hissetmeme yetti. Ki öyle de oldu. Bu yıl çok yerli film olmadı ama şu ana kadarki en iyisi desem yalan olmaz.

Bundan 20 yıl önce adada aşk yaşayan Eren ve Reyhan'ın hikayesini konu alıyor. Eren bir milletvekilinin, Reyhan da oradaki bekçinin kızı ama aşkları ortaya çıkınca mecburen farklı yönlere dağılıyorlar. 20 yıl sonra Eren yeniden adaya geliyor ve hikaye başlıyor. Böyle bir konuyu (hele ki kısıtlı imkanlara rağmen) çok naif bir şekilde ele aldığı için Ümit Ünal'a kocaman alkış. Önceki filmlerinden bir tek Sofra Sırları'nı izlemiştim ve tıpkı oradaki gibi doğal diyaloglar ve özenli bir yönetmenlik var bu filmde de. Sınıf farkına ve ülkedeki sorunlara da değinen ama asıl gücünü geçmişle yüzleşen o iki yaralı kadından alan ve her anıyla insana sıcaklık veren çok gerçekçi bir yapım. Hele bir de Büyükada görüntüleri olunca izlemeye doyamıyor insan.

Başroldeki iki oyuncu da inanılmaz oynamış. Karakteri nedeniyle Selen Uçer (Altın Portakal almış zaten) bir adım daha öne çıksa da Ece Dizdar da hiç altta kalmamış. Zaten film merceğini onlardan bir an bile ayırmıyor ve ikisi de muhteşem performanslarıyla filmi çok yukarı taşımış. Bu arada kısa rolüne rağmen Ayşenil Şamlıoğlu da rol çalıyor.

Bu arada Reyhan'ın sevgilisi film boyunca kadınları takip ediyor ve son sahnede de kıyamet kopacak diye çok korktum. Sanırım aklım Türk klişeleribe gitti.
Ama nasıl başladıysa öyle ince ve keyifli bir şekilde bitiyor. Bu arada şarkı sahnesinde de Selen Uçer'e tekrar hayran kaldım.

Dün de filmi izledikten sonra pozitif düşünüyordum ama biraz daha zaman geçip demlendikçe iyice sevmeye başladım. Ülkemizden de böyle hikayeler çıktığına şahit olabildiğim (bunun için korona'ya teşekkür etmek gerekecek galiba
) için mutluyum. Umarım vizyon aşamasında sansüre takılmaz ve daha çok insana ulaşır.

8.5/10



Bilmemek

Bu filmi izlemek aslında planlarım arasında yoktu ama beğenildiğini görünce bilet aldım. Ve yine haksız çıkmadığıma çok sevindim hala ufak bir gurur var içimde.


Bu film de ucundan kıyısından LGBT'ye dokunan bir iş aslında. Su topu takımındaki Emir için bir gün gay olduğu dedikodusu çıkıyor ve hiçbir şey eskisi gibi olmuyor diye özetleyebilirim. Tabii bu arada Emir'in anne ve babası da özel hayatlarında başka sorunlar yaşıyor.

Senaryosunda biraz eksikler olduğunu ve diyalog yazımı olarak biraz daha iyisinin yapılabileceğini düşünsem de izlenmesi gereken bir film olmuş. Herkesin kendisine açıklama getirmeye, birilerine beğendirmeye veya olmadığı birileri gibi olmaya çalıştığı bir dünyada Emir'in dik duruşu hoşuma gitti ama sanırım aynı duruma düşsem bu kadar güçlü olamazdım. Hikaye de akran zorbaşıiının nasıl basıl vahim sonuçlara yol açabileceğini etkili bir şekilde anlatıyor ve adının da etkisiyle bazı kısımları izleyicinin yorumuna bırakıyor.

Başroldeki Emir Özden çok iyi oynamış. Daha önce Poyraz Karayel'de de vardı eğer böyle filmlerle devam ederse yeni bir yıldız kazanabiliriz. Senan Kara zaten çok beğendiğim bir oyuncu ve burada da doğal ve etkili bir performans çıkarmış. Yurdaer Okur'u kötü adam dışında bir karakterle görebilmek, muhafliği yüzünden ekran sürgünü yiyen Levent Üzümcü'yü de Avrupa Yakası'ndan sonra görebilmek iyiydi.

Sanki anne-babanın evliliğindeki sorunlar yeterince işlenememiş gibiydi. Bir sahnede babanın yıllardır psikolojik şiddet uyguladığından bahsediliyor ama filmde bunu tam anlamıyla göremiyoruz gibi geldi. 1-2 tartışma sahnesi yetmemişti sanki. Son sahnede Emir'in akıbetinin belirsiz bırakılması da filmin pozitif taraflarından. Benim aklım yine klişe düşündüğü için öğreneceğimizden yanaydı.

Sonuç olarak bu iki yapım da Türk sinemasının yüz aklarından olarak uzun süre konuşulacağa benziyor. Muhtemelen gelecek sene olmaz ama keşke İstanbul Film Festivali'ne gidemeyenler için böyle online gösterimler devam etse. Yıl 2020 ve kaliteli içeriklere ulaşmak artık daha kolay olmalı. Umarım görülen ilgiden memnunlardır da böyle işleri kolayca izlemeye devam edebiliriz.

7/10
 
Reactions: Klaus and bazinga

Hannah and Her Sisters (1986)

Woody Allen'ın erken dönem filmlerinden çoğunu sevemiyordum. Sonunda sevdiğim bir tanesi çıktı.

Bu film de bol karakterli, zengin oyuncu kadrolu bir filmdi ama bu kez karakterleri ve olayları çok iyi birbirine bağlamış Woody Allen. Kariyerinin en iyi filmlerinden biri kesinlikle. Bölümlere ayrılması, karakterlerin iç seslerinin filmdeki etkinliği hoştu.

Woody Allen'ın kendisinin bizzat oynadığı karakter, aslında filmin en alakasız karakteri gibiydi ama hikayesi en iyi karakterdi. Yahudi kökenli olmasına rağmen tanrıya inanmaya karar verip Katolikliğe başlaması güldürdü. Doktordaki sahneleri de çok komikti. Hayatın anlamını bulduğu sahne ise sinema tarihinin en iyilerinden biriydi. Benim de hayatın anlamını bulmakta zorlandığım günlerde iyi geldi.

Michael Caine'in karakteri de çok hoştu. Mia Farrow ve Barbara Hershey de...

8/10
 

Clueless (1995)

Netflix'te ilgimi çeken filmlerdendi, aradan çıkarmış oldum.


Tahmin ettiğim gibi bomboş bir konusu olan, saçmalıklarla dolu ama aynı zamanda da eğlenceli bir filmdi.
Alicia Silverstone ne kadar güzelmiş o yıllarda. Böyle bir güzelliğin bugün neredeyse tamamen piyasadan silinmesi şok edici. Güzellik bir yere kadar tabii.


Film hakkında uzun uzun yapacak pek bir yorumum yok eğlencelik çıtır çerez bir film.

6/10
 

Rush Hour (1998)

Sinemaya başlamadan önceki dönemde ender sevdiğim filmlerdendi Jackie Chan filmleri. O zamanlar hangi filmleri izledim de sevdim hiçbir fikrim yok ama PlayStation'da oyununu bile epey oynamıştım Jackie Chan'in ve severdim kendisini.
Sinemaya başladıktan sonra ise hiçbir filmiyle yolum kesişmemişti ki sonunda buna bir son verdim.


Ucuz yönleri olsa da çok eğlenceli bir filmdi. Jackie Chan'in kareografik sahneleri keyifliydi. Fakat beni en çok eğlendiren Chris Tucker'ın karakterinin girdiği FBI tripleri oldu. Özellikle ilk FBI ajanı olduğu sandığı anlarda epey güldüm.
Konu itibariyle vaat ettikleri sıfıra yakın olsa da izlemesi keyifli bir film.

6.5/10
 
Reactions: 12.Adam

Legends of the Fall (1994)

Bu filmin bu kadar vasat çıkmasını hiç beklemiyordum.


Brad Pitt'in kariyerinin ilk önemli adaylığını (Altın Küre) alması açısından önemli film ve o zamandan star ışığını belli etmiş. Anthony Hopkins ustanın da zaten zirve zamanları fakat senaryo anlamında film aşırı sıradan. İşleyişi yavan, daha önce izlediğim iki filmini de sevdiğim Edward Zwick'in yönetmenliği epey zayıftı burada. Oscar kazanan görüntü yönetmenliğine lafım yok ama tek başına filmi kurtarmaya yetmiyor...

Kendini adındaki gibi efsane sanan bir film ama maalesef değil. Pembe diziden hallice bir film.

5/10
 

Geniş Aile: Komşu Kızı (2019)

İkinci filmin yaşattığı hayal kırıklığı ve dizinin kadrosundan neredeyse hiç kimsenin kalmaması nedeniyle bu filmden beklentim çok düşüktü. İzlemeyi düşünmüyordum bile ama Netflix'te arada karşıma çıkınca bir izleyeyim dedim ve iyi ki izlemişim. Serinin özellikle ikinci filminden çok daha iyi bir filmdi. Tam kadro olsa ilk filmden de daha iyi bir film olarak nitelendirilebilirdi aslında...

Filme zaten ön yargıyla başlamıştım ve ilk sahneleri dizinin özünü ne kadar bozdular diye düşünerek izledim. Fakat ZeyZey'i gördükten sonra işler değişti, dizinin o duygusunu vermeyi başardı yeniden. Devamında da hikaye iyi şekilde aktı. Emre Altuğ'un canlandırdığı Nebil karakteri iyi, orijinal bir kötü karakter olmuş. Koyu Bilal'i pek aratmadı desem yanlış olmaz. İlk iki filmdeki bel altı espri yoğunluğu, küfürler vs yoktu bu filmde. Tıpkı dizideki gibi bir aile filmiydi. Espri kalitesi ilk iki filmin üstündeydi. Neden o iki filmde seviyeyi düşürdün ki ey Cüneyt İnay


Tabii filmin eskileri de vardı. Ufuk Özkan Cevahir'i oynamayı unutmuş sanki biraz. Ağzını aşırı yaya yaya konuşması sinir bozucuydu. Dizide bu kadar abartılı özellikleri yoktu bu karakterin. Cüneyt İnay'ın da yönetmenlikte çok ümit vermediğini buradan anlamış olduk. Ömer Uğur olsaydı tek tek yeniden çekerdi o sahneleri.
Bunun dışındaki diğer temel sorun da dizinin mirasına zarar vermesi tabii.
Neredeyse kimse kalmamış diziden. Cevahir hapse düşüyor ama ne babası, ne babaannesi, ne Mürsel ne Nazan ne Zekai ne de birbirinden ayrı gün geçirmeyen Koyu Bilal yok ortalarda... Hiçbirine açıklama getirilmiyor. Domuşuk ne oldu ayrı muamma zaten...

Her şeye rağmen baya eğlendim. Ulvi gibi karakter bir daha asla gelmez.
Bülent Çolak yardırmış yine, gevrek, gevrek, gevrek.


6/10

-----------------




The Italian Job (2003)

Küçükken bilgisayar oyununu oynardım ama filmini yıllardır bir türlü izlemeye elim gitmedi, bir sebebi varmış.


Öncelikle film müthiş Venedik görüntüleriyle başlıyor, sonrasındaki karlı aksiyon sahnesi de başarılı. Fakat bunun dışında sıradan bir aksiyon filmi. Bol araç kovalamacılı, izleyip geçmelik bir popcorn filmi.

2020 hayatımın en çok Charlize Theron övdüğüm yılı oldu galiba. Burada da çok güzeldi.


5/10
 
Ekip dağıldı ya maalesef
İlker Ayrık ve Rasim Öztekin nedense filmlerde hiç yer almadılar aralarına bir soğukluk girdi galiba.
Koyu Bilal'i aratmadı demişsin de Koyu Bilal'in tadı başkadır ya o olsa film 1 tık daha iyi olurdu
Cevahir eleştirine de katılıyorum maalesef Ufuk Özkan nedense unutmuş Cevahir'i ya Cevo atlangoç da olsa ağır başlı bir karakterdi özellikle bu son filmde gitmiş o ağır başlılık
Bülent Çolak da cidden farklı bir oyuncu bence değeri bilinmiyor Ulvi karakteri hiç geriye gitmiyor aksine hep üstüne koyuyor
 
Aynen Ufuk Özkan sanki Kalk Gidelim dizisindeki rolünün etkisinde kalmış gibi geldi bana da. Ben yine de Bilal'i aradım..
 
Reactions: 12.Adam and bazinga
Cüneyt İnay yerinde olsam Ulvi ve Sevo'ya özel bir film bile yaparım ya bu arada