En Son İzlediğiniz Film? 🎞

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan şirin
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

Escape from Alcatraz (1979)

@Araf bizim filmleri izlemiyor ama olsun yine de biz onun izlediklerini izleyelim.


Bazı filmleri gösterime girdiği yıldan bağımsız değerlendirmek çok zor. Bu film de onlardan biri. Bugün Shawshank Redemption'ları, The Green Mile'ları, Prison Break'leri izlemiş birine sunacağı çok fazla bir şey yok bu filmin. Fakat bu filmin o yapımlara olan katkısını da hesaba katmak gerekiyor...

Hapishaneden kaçış konusu her zaman ilginç bir konu. Bu film bunu belki de en sıradan haliyle yapıyor. Konunun herhangi bir derinliği yok. Olması gerektiği gibi her şey tıkır tıkır işliyor ve bitiyor film. Benim diğer filmlere kattıkları dışında değerli bulduğum iki noktası vardı. Birincisi gerçek bir kaçış hikayesinden aslına olabildiğince sadık kalınarak işlenmiş olması. İkincisi kukla hazırlama. Diğer yapımlarda var mıydı emin değilim, izlediysem de unutmuşum. Gerçekten yapmış olması inanılmaz.

Tabii üçüncü bir faktörden bahsedecek olursak o da tabii ki Clint Eastwood. Her zamanki karizmatikliğinde izliyoruz onu. Yönetmen suçlumuzu karizmatik yönleriyle bize sunuyor. Onun geçmişi hakkında çok fazla bilgi vermiyor. Çünkü hoş şeyler çıkmayacak ve berbat bir adamı desteklemiş olacağız.


7.5 ile kararsız kalsam da:

8/10

-----------------------



Rosemary's Baby (1968)

Bir türlü izleyemediğim kült filmlerdendi nihayet sırası geldi.

Roman Polanski bu filmiyle Hitchcock'un tarzını almış ve onu tarikatların korkutucu dünyasıyla buluşturmuş. Filmin özellikle ilk yarısı tamamen bir Hitchcock filmi gibi işliyor. Aslında hiçbir şey olmuyor ama bir şeylerin olacağını bildiğimiz için her anını gerilerek, en ufak şeylerden bile anlamlar çıkarmaya çalışarak izliyoruz. Bu yönüyle film çok başarılı.

Bu filmin de aslında en önemli özelliği çokça taklit edilmesi. Bu nedenledir ki sonunu tahmin etmekte hiç zorlanmadım. Gerçi filmin şaşırtmak gibi bir amacı da yoktu. Fakat sonunu sevdiğimi de söyleyemem. Yani genel anlamda vardığı noktayı. Hatta nefret ediyorum bu noktaya bağlanan filmlerden de diyebilirim.
Fakat gözlerimi kısarak izlediğim kısımdaki çekim tekniği aşırı başarılıydı. Göstermediği bir şeyden korkutmak büyük meziyet.

Rosemary'nin saçlarını kesmesinin ardından Guy onu hayatının en kötü kararını vermekle suçladı. Arttırıyorum sinema tarihinin en kötü kararlarından biriydi.


7.5/10
 
Reactions: Sherlock
Reactions: bazinga
Sırada bekleyen 1 yorumum var ama öncesinde önceki yorumlarıma unuttuğum iki ekleme yapayım.


Neredesin Firuze'de "intihar edeceksek de yaşayarak edelim" harika laftı.


Rosemary's Baby'nin başlangıçtaki şarkı muhteşemdi, enfesti. Gelmiş geçmiş en iyi film girişlerindendi.
 
Reactions: Tolstoyevski

Tüyleri diken diken eden muhteşem bir Sefiller müzikal performansıydı. Uzun yıllardır bunu izlemek istiyordum ve Netflix'e gelmesiyle HD kalitede fırsatı iyi ki kaçırmadım. TV üzerinde hayatımda izlediğim ilk tiyatral-müzikal yapım oldu. Canlı peformansları, izleyicilerle birlikte izlemek, o alkış ortamı... Resmen canlı izlemiş gibi etki etti.

Tabi ki müzikal olduğu için öncelik senaryo değil duygusal olarak hissetirmek olmuş, o yüzden kitapta ve 2012 yapımı filmde gördüğümüz çoğu ayrıntı kısaca geçilmiş. İki perdeden oluşuyor ve özellikle ilk perdesi epik. En çok şaşırdığım şey ise, 2012 yapımı müzikal filmde gördüğümüz çoğu detayın, müziklerin ondan önce bu müzikalde kullanılması. Hatta bu 25.yıldönümü yapımı, yani bundan önceki Sefiller müzikalleriyle de bağlantısı var müziklerin. Ben 2012 yapımı sinema müzikali için yapıldı sanıyordum çoğu detayı, meğer o film bir müzikal uyarlamasıymış sadece...


Müzikal performansları gerçekten üst düzeydi, resmen döktürdüler. Filmin yeri ayrı tabi, ama canlı olarak bu performansı vermek çok büyük iş. Bine yakın kişi söz konusu, harika bir emek ortaya çıkmış. Normal süresi 2 saat 25 dakika aslında ama 10 dk ayakta alkışlama, 10 dakika önceki senelerin Sefiller müzikallerinde oynayan sanatçıların kısaca performansı, 10 dakika da kapanış konuşması. Bunlar izlenmese de olur.

Birçok sahnede tüyler diken diken oldu ama en çok şu performans mest etti, iyi ki Türkçe alt yazılı izlemişim dedirtti. 1.10'da hele adam nutkumuzu kesti...


En sevdiğim karakterlerden Eponine'yi oynayan şu oyuncunun da performasını çok beğendim ama asıl ilgimi çeken bizim Hande Erçel'e oldukça benzemesi. Bir gün Sefiller müzikalini Türklerin yaptığını ve Eponine olarak da Hande Erçel'in oynadığını hayal ettim...



Üstelik 2012 yapımı sinema müzikalinde de aynı karakteri oynamış, ben de diyorum Hande Erçel hariç nereden gözümü ısırıyor.


Sözün özü, ilk müzikal deneyimini epik Sefiller ile gerçekleştirmiş olduk ve bu romanı ve filmini sevmiş olanlara kesinlikle tavsiye ederim farklı bir deneyim olarak... @bazinga


9.0
 
Reactions: bazinga
Netflix'te görünce sevinmiştim yorumunu görünce izlemem kesinleşti. Hamilton'ın etkisi geçsin birkaç hafta sonra bunu da izlerim, listeye aldım.
 
Reactions: Tolstoyevski

The Odd Couple (1968)

Sayısız uyarlaması yapılmış önemli tiyatro eserlerinden biri. Benim tanışıklığım 2015 yapımı Matthew Perry dizisine dayanıyor. Aslında o diziyi izlerken bile çok yeni hissettirmemişti. Çünkü benzer konuları sık sık görüyoruz ve bu gördüklerimizin esin kaynaklarından biri bu film...

Neyse Jack Lemmon üstadı sevdiğim için, orijinal filmi merak ediyordum. Bein Connect'te yakalamışken de aradan çıkardım. Açıkçası dizisini daha çok sevmiştim. Çok iyi yaşlanan bir iş olmamış. Özellikle poker sahneleriyle sıkıcı başladı film. Felix karakterinin tuhaflıkları yeterince iyi kullanılamamış, filmin beni pek güldürmeyi başardığını söyleyemem. Bunda Walter Matthau'nun tutuk oyununun da etkisi var. Döneminin önemli oyuncularından biriymiş ama keşke komedisi daha güçlü bir isim olsaymış Oscar rolünde...

6/10


-------------------




Ordinary People (1980)

Robert Redford'ın ilk yönetmenlik deneyiminde en iyi film dahil 4 Oscar kazandığı film... Ne yazık ki benim için Oscar kazanan en kötü filmler arasına eklendi.

Film, yaşadıkları bir kayıp sonrası kalan aile bireylerinin birbirleriyle ilişkilerini ele alıyor. Bu tarz hayatın içinden konuları da severim aslında ama bu film bana hiç geçmedi. Quiz Show'da da benzer şekilde sıkılmıştım ama orada en azından konu biraz daha ilginçti. Burada o da olmayınca zorla bitirdiğim bir film oldu. O dönem çok ilgi görme sebebi bağımsız sinemanın şimdi olduğu kadar gelişmemiş olmasıdır diye tahmin ediyorum. Hayatın içinden bir şeyler görünce sarılmışlar hemen. Bir yıl öncesinde de yine bir dram Kramer vs Kramer kazanmış mesela. Tabii o çok etkileyici güzel bir filmdi ama bu filmle aynı hisleri paylaşamadım...

Keşke Raging Bull veya The Elephant Man kazansaymış o yıl...

4/10
 
Artık günde iki film yok demiştim ama günde üç filmle ilgili net bir şey söylememiştim.



It Could Happen to You (1994)

Netflix'te görünce listeme almıştım ve iyi ki IMDb puanına falan hiç bakmadan izlemişim. Bu filmin puanının sadece 6.4 olması şaka gibi. Neyse ki usta eleştirmen Roger Ebert 3.5/4 ile hakkını vermiş filmin.


Modern bir masal gibiydi film. Muhteşem bir insan olmasına rağmen beş parasız olan bir polis, bir restauranttaki garsona verecek bahşiş bulamıyor ve bir vaatte bulunuyor: "Eğer loto çıkarsa yarısını seninle paylaşacağım". Ve çıkıyor tabii ki...

Belki filmde fantastik ögeler yoktu ama yaratılan dünyanın gerçek dünyadan epey farklı olduğunu söylemek mümkün. Mesela loto çıktığını korkusuzca herkese söyleyebiliyorlar ve ana karakterlerimiz gerçekten aşırı iyiler. Polisin eşi ise masal karakteriymişçesine kötü...

Nicolas Cage yerine başka biri olsa belki filmin puanı bir tık daha yüksek olabilirdi ama ben çok sevdim buradaki karakterini. Bridget Fonda da çok güzeldi. Wendell Pierce'ı da çok seviyorum. Pek sevdiğim Richard Jenkins amcayı kötü rolde görmek biraz üzdü.

Sanırım filmi bu gözle izleyemeyen kişiler bazı olayları gerçekçi bulmadığı için filmi sevmemiş ama bence filmin olayı buydu. Böyle bir kaygısı yoktu. Yarattığı dünyaya, yaşattığı samimiyete ve daha da önemlisi iyilik övgüsüne, parayı değersizleştirmesine bayıldım. Mutluluktan göz dolduran ender filmlerden oldu benim için.


8/10


--------------------



Get Low (2009)

Greyhound öncesi yönetmenin ilk filmini izlemek istiyordum. Erteleye erteleye anca filmden birkaç gün önce izlemiş oldum.


Film, yıllardır (40 yıl kadardır) herkeslerden uzak bir yaşam süren etrafındaki herkesin efsaneler ürettiği bir adamın son günlerine odaklanıyor. Yaşlı amcamızın (Robert Duvall) kendi cenaze törenini düzenlemek üzere Bill Murray'nin küçük ve gelir sıkıntısı yaşayan şirketiyle iletişime geçmesiyle olaylar başlıyor...

Bill Murray'li sahnelerde film yer yer kara komediye göz kırpsa da bir dram filmi aslında. "İnsanlar hakkında ancak köpeklerin rüyaları kadar bilgi sahibi olabilirsiniz" gibisinden söz güzeldi.

Robert Duvall çok iyiydi. Bill Murray de iyiydi. Fakat filmde genel olarak bir olmamışlık hissi mevcuttu. Daha doğrusu tatminsizlik. Daha iyi olabilirdi.


5.5/10


--------------------



Girl, Interrupted (1999)

Guguk Kuşu'nun kadın versiyonu gibi bir şey olmuş. Daha iyi olabilirdi ama kötü de değildi.

Angelina Jolie gerçekten iyi oynayabiliyormuş. Bu filmle bunu görmüş oldum. Yıllardır akıl hastanesinde bulunan hasta rolünde çok çok iyiydi. Normalde sevdiğim bir isim değildir ama kazandığı Oscar'ı hak etmiş. Madem bu kadar iyi oynayabiliyormuş nasıl bu kadar vasat bir oyunculuk kariyeri inşa edebildi o da ayrı bir sorunsal tabii...

Angelina Jolie dışında Winona Ryder da çok iyiydi. Zaten filmi taşıyan ikisinin harika performanslarıydı.

Film, akıl hastanelerinin ciddi sorunu olmayanlar için yararlı mı zararlı mı olduğunu irdelemeye çalışıyor. Bu konuda çok da başarılı sayılmaz ama oyuncular filmin açıklarını kapamaya yardımcı oluyor.

7/10
 
Reactions: Tolstoyevski

Broken Flowers (2005)

Yaşlılık yolunda ilerleyen bir adamın hayatından oğlunu bulma umuduyla hayatından geçen kadınlara yolculuk. Geçmişine, geçip gidenlere yolculuk... Anlamlı ve derin bir yolculuk filmiydi.

Bill Murray olmazsa bu kadar etkileyici olmazdı. Hiçbir şey yapmadan çok iyi oynamış resmen. Sharon Stone 10-15 senede nasıl çökmüş, üzücü.
Kızı Lo iyiydi.
Diğer kadın oyuncu kadrosu da iyiydi. Fakat daha da iyi olabilecek bir filmdi, hikaye daha iyi bir yere bağlansa daha çok sevebilirdim.

7/10

-------------



Erin Brockovich (2000)

Ben bu filmi afişinden dolayı olsa gerek hep hafif bir film sanıyordum baya mesaj yüklü ağır sayılabilecek bir konusu olan varmış. Steven Soderbergh filmi olduğunu hesaba katmamışım.

Konu itibariyle geçen yılki Dark Waters'a benziyor. Büyük şirketlerin insan hayatını nasıl hiçe sayabildiklerini etkileyici bir yolla anlatıyor. Dark Waters'tan çok daha başarılı pek çok açıdan. Fakat daha iyi de olabilirmiş. Süre bonkör kullanılmış bazı yerlerde akıcılığını çok kaybediyor.

Film gerçek bir hikayeden uyarlanmış. Erin Brockovich diye biri gerçekten varmış ve güzellik kraliçesiymiş. Dekolteli giyinmeyi de sevenmiş bir kadınmış. Filme de yansımış bu durum. Julia Roberts'ın vücuduyla en çok öne çıktığı filmdir herhalde. Performansının önüne geçmiş bu durum ama yine de Oscar'ı kapmış. Zaten çok iyi bir oyuncu ve Oscar'ı olması gerekiyordu. Hiç itirazım yok yani.

Bu arada Steven Soderbergh 2000'de iki film yapmış ve ikisi de en iyi film, en iyi yönetmen dallarında Oscar adayı olmuş. İnanılmaz bir başarı, helal olsun. Diğer film olan Traffic'i de izlerim inşallah yakında.

7/10
 
Reactions: Tolstoyevski

Out of Africa (1985)

En iyi film dahil 7 Oscar kazanması münasebetiyle bir gün izlenecekler listesindeydi, Bein Connect'te yakalamışken bu filmi de aradan çıkarmış oldum.


Maalesef beklenti altında kalan bir film oldu. Hikayesini çok zayıf buldum, çoğu sahnesinde içim şişti. Filmin tek büyük artısı Afrika'da geçiyor olması. Güzel müzikleri, güzel görüntüleri var. Aslanlarla olan sahneler aklımdan çıkmayacak sahneler arasına adını yazdırdı. Filme düşük puan vermiyorsam tek sebebi olabilir o sahneler.


Robert Redford o yıllarda ne çok Brad Pitt'e benziyormuş. İzlerken 20-30 yıl sonra Brad Pitt nasıl bir konumda olacak acaba diye düşünmedim değil. Brad de ben de o kadar yaşarsak cevabı buluruz inşallah.
Meryl teyze de genç ve güzelmiş o zamanlar...

6/10
 

About a Boy (2002)

Ne hoş ne eğlenceli bir filmdi.

Babasından kalan şarkı telifiyle aşırı rahat bir hayat yaşayan adamın hayatına hiç beklemediği bir şekilde katılan anlamı anlatıyor film. Konu klişe gibi gözükse de İngiliz ürünü senaryo kıvrak çizgiler halinde ilerliyor. Kahkaha attığım anları oldu. Hugh Grant çok iyi, çok sempatikti. Nicholas Hoult'ın çocuk yıldız olduğunu bilmiyordum, çok iyiymiş burada.

Böyle kendini iyi hisset filmlerini çok seviyorum.

Rachel Weisz ne güzelmiş o yıllarda... Netflix'te izleyebilirsiniz bu arada filmi.

8/10