- Katılım
- 14 Temmuz 2014
- Mesajlar
- 24,277
- Reaksiyon puanı
- 39,955
- Puanı
- 1,061
- Yaş
- 27
- Konum
- Gökteki Yıldızlar ✨✨
- Web Sitesi
- www.ataturkungencligehitabesi.com
Ölüm yaşamımızda 2 türlü önem arz eder: Kendi ölümümüz üzerine ve sevdiklerimizin ölümü üzerine. İnsan kendi ölümünü daha çok düşünür ama sevdiklerinin ölümü ona daha fazla acı verir, kendisi öldükten sonra acı duyacak bir mekanizma ortada olmayacaktır neticede. Dini açıdan olaya yaklaşan birisi için kendi ölümü, yakınlarının ölümünden ölümü düşünmek bakımından daha korkunçtur. Çünkü yakınları ölse dahi, en fazla ayrılık acısı duyacaktır ancak "öteki dünya" inancı sağlam olacağı için, kaybettiği yakınının cennette olmasını temenni edecek ve aslında onun ölmediğini, sadece ruhunun öteki dünyaya göç ettiğini düşüneceği için öyle ya da böyle teselli olacaktır. Kendi ölümü durumunda ise, işlediği günahları vicdan azabı sayesinde tüm acımasızlığına yüzüne vurduğu için insan, günahlarının cezalandırılacağı ve azap çekeceği düşüncesi, kişiyi kendi ölümü söz konusu olduğunda daha da ürpertir.
"Ölüm eski bir şeydir ama her insana yeni görünür." (Turgenyev)
Dini bakış açısına göre sevdiği insanı kaybeden biriyle, sevdiği insanın dünyanın öteki ucuna taşınıp yaşarken bir daha asla iletişime geçemeyecek olan biri arasında teknik olarak fark yoktur. Neticede beden ölse bile beden sadece ruhu örten kıyafetten ibaret olacağı için, bu ayrılık boyutlar ötesi bir ayrılıktır ve ruh ölümsüz olduğu için aslında ortada ölüm yoktur kabuk değiştirme vardır. Ancak elbette ailesinden birinin dünyanın öteki ucuna taşınması ve bir daha asla telefonla dahi iletişime geçemeyecek olması karşısında büyük üzüntü duyan birisi ile ailesinden birini toprağa gömen birisinin acısı aynı değildir. Ölüm karşısındaki acı çok daha güçlüdür. Üstelik dini bakış açısından bile. Peki bu durumun sahiden nedeni nedir? Neticede hayatını kaybeden kişi aslında ölmemiştir ve onun cennete gittiğine inanır insan. Ancak buna rağmen sonsuz bir azap duyar, kesinlikle dünyanın öteki ucuna taşınan ve iletişime asla geçemeyecek olduğu yakını karşısında bu denli üzülmez. Peki niçin? Ruh ölümsüzken ahirete inanan insan neden sevdiğinin ölümüne "aşırı" üzülür ve kendini paralar, bunalıma girer? Üstelik söz konusu durum kesinkes cennete gittiğine inanılan insanların yakınları için dahi geçerlidir, cennetten daha güzel bir yer var mıdır halbuki?
"Herkes kimsenin sağ kalmayacağını bilir de kendisinin öleceğine inanmak istemez." (Namık Kemal)
Yoksa her insanın içinde genlerinde yer alan ölüm sonrası hayatın olmamasına yönelik bir şüphe mi vardır? O şüphe bilinçaltının en karanlık köşelerinde tıpkı zincire vurulmuş bir canavar gibi saklanır, inanç sayesinde bastırılır mı? Ve ancak ölüm söz konusu olduğunda o bilinçaltındaki canavar bir anlığına uyanır ve bu farkındalık insan bedenine acı verici azap, bunalım olarak mı tepkime gösterir? Kim bilir... Fakat ortada reddedilmez bir gerçek vardır ki, din, ölüm söz konusu olduğunda bir numaralı teselli edici ve sakinleştirici ilaçtır. Belki de insan ölüm acısı duymasaydı, dinler ayakta kalmazdı, rağbet hiç görmezdi. İnsana verilen ölüm acısı dine sadık kalsınlar diye mi verilmiş yoksa ölüm acısı sayesinde dinler ortaya mı çıkmış, bu da başka cevapsız bir soru..
"Ölüm bir köprüdür, dostu dosta kavuşturur." (Hz.Muhammed)
Ölüm karşısında başlıca iki farklı inançları vardır insanların: A) Ölümden sonra yaşam vardır. B) Ölümden sonra yaşam yoktur. A şıkkını tercih edenler için alt küme olarak binlerce farklı yorum, inanç daha vardır. Ancak B şıkkını tercih edenler için tek bir sonuç vardır, hiçlik veya yok olmak. A şıkkı da B şıkkı da sadece inançtan ibaret, kimse ölümden sonrasını bilmiyor. A şıkkını tercih edenlerin ölüm durumu karşısındaki durumlarından bahsettik, B şıkkını tercih edenlere gelirsek. Onlar için kendi ölümleri yok olacaklarını bilmelerine rağmen, yakınlarının ölümünden çok daha teselli edicidir. Çünkü kendileri öldükten sonra, yokluğa karışacakları için azap, hüzün, mutsuzluk, bunalım gibi duygulara giremeyecekler. Ancak sevdikleri öldüğünde, onların yok olduğunu düşünmek B şıkkını tercih eden insanlara müthiş bir azap verecektir bütün yaşamları boyunca. Üzerinden onlarca yıl geçse ve zaman sayesinde hafızaları unutsa bile, bir şeyin o onlarca yıl önce kaybettiği yakınını anımsattığı an, kalpte oluşacak burukluk A şıkkını da B şıkkını da tercih edenlerde olacaktır, ama B şıkkını tercih edenlerde çok daha güçlü iç burkuntusu, hüzün olacaktır. Çünkü onun, sevdiğinin şu an cennette olduğuna yönelik teselli edici inancı olmayacaktır. İşte bu fark, dinin bilim karşısında en bilindik üstünlüğü ve insanların içten içe en sığındığı, tercih etme nedeni olduğu özelliği.
"Ölümün çevresinde koparılan yaygara ölümün kendisinden daha çok korkutur." (Seneca)
Peki insan nasıl teselli olur ölüm karşısında? Öteki dünyası da yoksa şayet? Kolaya mı yoksa zora mı kaçmak olur bu? Hatıralar... İşte insanı var eden, ölüm karşısında ayakta diken belki de en güçlü duygu. İyisiyle kötüsüyle yaşanan güzel günler, yaşanmışlıklar. Bir fotoğraf karesi, videodaki bir sahne, yazdığı yazı, mesaj, eşyası... Dünyadayken karşısındakine bıraktığı bir iz, tesir. İnsanı ölümden sonra yok olmasını engelleyen o kadar çok etken vardır ki aslında. Fotoğraf ve her türlü teknolojik hatıra modern çağlara ait olsa dahi, insan hafızası çağlar boyu devam eden bir süreçtir. Kim bilir, belki de?.. İnsan hafızası tarihsel süreçte, sevdiği insanın hatıralarını ayakta tutmak adına güçlü olmaya evrilmiştir? Belki de bizi tüm canlılardan ayıran hafızamız, sevdiklerimizin ölümü karşısındaki acıdan beslenmiştir, onların hatıralarıyla teselli bulmak için gürleşmiştir...
"İnsanların bazısı yaşayıp bazısı ölseydi ölüm dayanılmaz bir acı olurdu." (La Bruyere)
Peki tüm bunlardan bağımsız, ölüm sonrası hakkında ne düşünürse düşünsün insanlar için yakınlarının en güzel ve en kötü ölümleri nelerdir? Bence yakınlarımızın en güzel ölüm şekli, uzun süreçte eriyerek yahut günden güne ölüme yaklaşarak ölme halidir. Kanser ya da verem kişiye ve yakınlarına çok güçlü azap vereceği için bunu olumlamak kesinlikle yanlıştır. Ancak bir şekilde acısız bir süreç sağlanırsa, kanserden sonra 6 ay 1 yıl içinde yakınının öleceğini öğrenen insan, işteyken gelen telefonla yakınının trafik kazası ya da kalp krizi sonrası öldüğünü öğrenen insandan çok daha fazla teselli olur. Çünkü günden güne eriyerek hayatını kaybeden yakınının son günlerinde hep yanındadır insan. İlk başlarda çok üzülse dahi en azından şu an hayatta olmasına teselli bulur. Süreç ilerledikçe ve durum kötüye gittikçe bir yadsıma, alışkanlık kazanır insan bünyesi. Artık sevdiğinin ölümüne içten içe hazırlanmış, hazırlıkları yapmış ve kabullenmiş. Süreç sonuna gelindiğinde ise elbette ölüm karşısında duyulan hüzün kaçınılmaz olsa dahi, o alışmışlık ve beklenen şeyin gerçekleşmesi durumu kişinin aşırı üzüntüye kapılmasına mani olur.
"Yaşamın içindeyken ölümün de içindesiniz, çünkü yaşamdan çıkınca ölümden de çıkmış oluyorsunuz." (Montaigne)
Oysa sapasağlam sağlığına sahip sevdiğini, son bir kez göremeden, anlık bir şeyle kaybeden birisinin uğradığı şok, korkunçtur ve üstte bahsedilen günden güne kaybetme durumundan çok çok çok daha azap verici ve tarifsiz düzeyde acı vericidir. Hele, yakınının kalbini istemeden kırdıktan sonraki ertesi gün o yakınının öldüğünü insan için yaşam zindan olur o dönem, acı hiç olmadığı kadar üst düzeye ulaşır. Bu gibi durumlarda intihar bile düşünülür ve hatta gerçekleştirilir kimilerince. Her şey güllük gülistanlıkken yakını aniden ölen kişiye nazaran, yakını Alzaymır olduğu için günden güne yavaş yavaş ölen yakınına sahip kişi elbette daha şanslıdır ölümün şansı olmasa bile. Alzaymır en temiz ölüm şekillerinden biridir. Ne kişinin kendisine ne yakınlarına azap vermez. Kişi, zihin olarak farklı dünyalarda farklı zamanlarda olduğu için ölmeyi düşünmez. Yakınları ise zaten çok uzun zaman önce o kişiyi kaybetmiştir, bir daha asla eskisi gibi olamayacaktır ancak yine de gözlerinin önünde yıllarca yanlarında olacaktır.
"Her şey ölüm için yaşıyor. "(Gogol)
Günden güne eriyerek ölmek kişinin kendisi için bile, aniden ölmekten daha iyidir. Elbette fiziksel olarak çok acı veren süreçler hariç. Eğer çok acı çekmeden günden güne ölüme gidiyorsa, hiç değilse son günlerini sevdikleriyle vedalaşarak, ölüm karşısında yüzleşir. Hayatını düşünür, son günlerini teselli edecek şeylerle geçirir. Peki ya hiç aklında yokken vahim bir kaza sonrası ölen kişi? Sanıyor musunuz ki ölüm anında düşünmeyecek hiçbir şey? Bilimsel olarak dahi dakikalarca farkında olacak öldüğünün. Sobanın ateşi sönse bile bir süre daha ısıtmaya devam eder. İnsan ölse dahi bilinç bir süre daha farkındalığa devam edecek. "Olamaz, ölüyorum ölüyor muyum? Öldüm mü yoksa, etraf niye karanlık!?" gibi düşüncelerle boğuşacaktır belki dünya zamanıyla birkaç dakika ama kişiye birkaç ömür gibi gelen o azap verici anlarda. Velhasıl, süreç dahilinde adım adım ölmek, aniden ölmekten çok daha olumludur...
"Ölümün son iyiliği, bir daha ölümün olmamasıdır." (F. Nietzsche)
Ölümün karanlık bilinmezliği hepimizi ürpertiyor, soğuk tutuyor. Ama kim bilir? Belki de ölüm, insanın başına gelecek en güzel şeydir. "Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, Çok seneler geçti dönen yok seferinden." demiş çok seneler önce o da sefere çıkmış ve dönmemiş olan Yahya Kemal. Bekleyelim ve görelim. Neymiş bu karanlık bilinmezlikler ülkesi?
"Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek, ne budalalık." (Montaigne)
"Ölüm eski bir şeydir ama her insana yeni görünür." (Turgenyev)
Dini bakış açısına göre sevdiği insanı kaybeden biriyle, sevdiği insanın dünyanın öteki ucuna taşınıp yaşarken bir daha asla iletişime geçemeyecek olan biri arasında teknik olarak fark yoktur. Neticede beden ölse bile beden sadece ruhu örten kıyafetten ibaret olacağı için, bu ayrılık boyutlar ötesi bir ayrılıktır ve ruh ölümsüz olduğu için aslında ortada ölüm yoktur kabuk değiştirme vardır. Ancak elbette ailesinden birinin dünyanın öteki ucuna taşınması ve bir daha asla telefonla dahi iletişime geçemeyecek olması karşısında büyük üzüntü duyan birisi ile ailesinden birini toprağa gömen birisinin acısı aynı değildir. Ölüm karşısındaki acı çok daha güçlüdür. Üstelik dini bakış açısından bile. Peki bu durumun sahiden nedeni nedir? Neticede hayatını kaybeden kişi aslında ölmemiştir ve onun cennete gittiğine inanır insan. Ancak buna rağmen sonsuz bir azap duyar, kesinlikle dünyanın öteki ucuna taşınan ve iletişime asla geçemeyecek olduğu yakını karşısında bu denli üzülmez. Peki niçin? Ruh ölümsüzken ahirete inanan insan neden sevdiğinin ölümüne "aşırı" üzülür ve kendini paralar, bunalıma girer? Üstelik söz konusu durum kesinkes cennete gittiğine inanılan insanların yakınları için dahi geçerlidir, cennetten daha güzel bir yer var mıdır halbuki?
"Herkes kimsenin sağ kalmayacağını bilir de kendisinin öleceğine inanmak istemez." (Namık Kemal)
Yoksa her insanın içinde genlerinde yer alan ölüm sonrası hayatın olmamasına yönelik bir şüphe mi vardır? O şüphe bilinçaltının en karanlık köşelerinde tıpkı zincire vurulmuş bir canavar gibi saklanır, inanç sayesinde bastırılır mı? Ve ancak ölüm söz konusu olduğunda o bilinçaltındaki canavar bir anlığına uyanır ve bu farkındalık insan bedenine acı verici azap, bunalım olarak mı tepkime gösterir? Kim bilir... Fakat ortada reddedilmez bir gerçek vardır ki, din, ölüm söz konusu olduğunda bir numaralı teselli edici ve sakinleştirici ilaçtır. Belki de insan ölüm acısı duymasaydı, dinler ayakta kalmazdı, rağbet hiç görmezdi. İnsana verilen ölüm acısı dine sadık kalsınlar diye mi verilmiş yoksa ölüm acısı sayesinde dinler ortaya mı çıkmış, bu da başka cevapsız bir soru..
"Ölüm bir köprüdür, dostu dosta kavuşturur." (Hz.Muhammed)
Ölüm karşısında başlıca iki farklı inançları vardır insanların: A) Ölümden sonra yaşam vardır. B) Ölümden sonra yaşam yoktur. A şıkkını tercih edenler için alt küme olarak binlerce farklı yorum, inanç daha vardır. Ancak B şıkkını tercih edenler için tek bir sonuç vardır, hiçlik veya yok olmak. A şıkkı da B şıkkı da sadece inançtan ibaret, kimse ölümden sonrasını bilmiyor. A şıkkını tercih edenlerin ölüm durumu karşısındaki durumlarından bahsettik, B şıkkını tercih edenlere gelirsek. Onlar için kendi ölümleri yok olacaklarını bilmelerine rağmen, yakınlarının ölümünden çok daha teselli edicidir. Çünkü kendileri öldükten sonra, yokluğa karışacakları için azap, hüzün, mutsuzluk, bunalım gibi duygulara giremeyecekler. Ancak sevdikleri öldüğünde, onların yok olduğunu düşünmek B şıkkını tercih eden insanlara müthiş bir azap verecektir bütün yaşamları boyunca. Üzerinden onlarca yıl geçse ve zaman sayesinde hafızaları unutsa bile, bir şeyin o onlarca yıl önce kaybettiği yakınını anımsattığı an, kalpte oluşacak burukluk A şıkkını da B şıkkını da tercih edenlerde olacaktır, ama B şıkkını tercih edenlerde çok daha güçlü iç burkuntusu, hüzün olacaktır. Çünkü onun, sevdiğinin şu an cennette olduğuna yönelik teselli edici inancı olmayacaktır. İşte bu fark, dinin bilim karşısında en bilindik üstünlüğü ve insanların içten içe en sığındığı, tercih etme nedeni olduğu özelliği.
"Ölümün çevresinde koparılan yaygara ölümün kendisinden daha çok korkutur." (Seneca)
Peki insan nasıl teselli olur ölüm karşısında? Öteki dünyası da yoksa şayet? Kolaya mı yoksa zora mı kaçmak olur bu? Hatıralar... İşte insanı var eden, ölüm karşısında ayakta diken belki de en güçlü duygu. İyisiyle kötüsüyle yaşanan güzel günler, yaşanmışlıklar. Bir fotoğraf karesi, videodaki bir sahne, yazdığı yazı, mesaj, eşyası... Dünyadayken karşısındakine bıraktığı bir iz, tesir. İnsanı ölümden sonra yok olmasını engelleyen o kadar çok etken vardır ki aslında. Fotoğraf ve her türlü teknolojik hatıra modern çağlara ait olsa dahi, insan hafızası çağlar boyu devam eden bir süreçtir. Kim bilir, belki de?.. İnsan hafızası tarihsel süreçte, sevdiği insanın hatıralarını ayakta tutmak adına güçlü olmaya evrilmiştir? Belki de bizi tüm canlılardan ayıran hafızamız, sevdiklerimizin ölümü karşısındaki acıdan beslenmiştir, onların hatıralarıyla teselli bulmak için gürleşmiştir...
"İnsanların bazısı yaşayıp bazısı ölseydi ölüm dayanılmaz bir acı olurdu." (La Bruyere)
Peki tüm bunlardan bağımsız, ölüm sonrası hakkında ne düşünürse düşünsün insanlar için yakınlarının en güzel ve en kötü ölümleri nelerdir? Bence yakınlarımızın en güzel ölüm şekli, uzun süreçte eriyerek yahut günden güne ölüme yaklaşarak ölme halidir. Kanser ya da verem kişiye ve yakınlarına çok güçlü azap vereceği için bunu olumlamak kesinlikle yanlıştır. Ancak bir şekilde acısız bir süreç sağlanırsa, kanserden sonra 6 ay 1 yıl içinde yakınının öleceğini öğrenen insan, işteyken gelen telefonla yakınının trafik kazası ya da kalp krizi sonrası öldüğünü öğrenen insandan çok daha fazla teselli olur. Çünkü günden güne eriyerek hayatını kaybeden yakınının son günlerinde hep yanındadır insan. İlk başlarda çok üzülse dahi en azından şu an hayatta olmasına teselli bulur. Süreç ilerledikçe ve durum kötüye gittikçe bir yadsıma, alışkanlık kazanır insan bünyesi. Artık sevdiğinin ölümüne içten içe hazırlanmış, hazırlıkları yapmış ve kabullenmiş. Süreç sonuna gelindiğinde ise elbette ölüm karşısında duyulan hüzün kaçınılmaz olsa dahi, o alışmışlık ve beklenen şeyin gerçekleşmesi durumu kişinin aşırı üzüntüye kapılmasına mani olur.
"Yaşamın içindeyken ölümün de içindesiniz, çünkü yaşamdan çıkınca ölümden de çıkmış oluyorsunuz." (Montaigne)
Oysa sapasağlam sağlığına sahip sevdiğini, son bir kez göremeden, anlık bir şeyle kaybeden birisinin uğradığı şok, korkunçtur ve üstte bahsedilen günden güne kaybetme durumundan çok çok çok daha azap verici ve tarifsiz düzeyde acı vericidir. Hele, yakınının kalbini istemeden kırdıktan sonraki ertesi gün o yakınının öldüğünü insan için yaşam zindan olur o dönem, acı hiç olmadığı kadar üst düzeye ulaşır. Bu gibi durumlarda intihar bile düşünülür ve hatta gerçekleştirilir kimilerince. Her şey güllük gülistanlıkken yakını aniden ölen kişiye nazaran, yakını Alzaymır olduğu için günden güne yavaş yavaş ölen yakınına sahip kişi elbette daha şanslıdır ölümün şansı olmasa bile. Alzaymır en temiz ölüm şekillerinden biridir. Ne kişinin kendisine ne yakınlarına azap vermez. Kişi, zihin olarak farklı dünyalarda farklı zamanlarda olduğu için ölmeyi düşünmez. Yakınları ise zaten çok uzun zaman önce o kişiyi kaybetmiştir, bir daha asla eskisi gibi olamayacaktır ancak yine de gözlerinin önünde yıllarca yanlarında olacaktır.
"Her şey ölüm için yaşıyor. "(Gogol)
Günden güne eriyerek ölmek kişinin kendisi için bile, aniden ölmekten daha iyidir. Elbette fiziksel olarak çok acı veren süreçler hariç. Eğer çok acı çekmeden günden güne ölüme gidiyorsa, hiç değilse son günlerini sevdikleriyle vedalaşarak, ölüm karşısında yüzleşir. Hayatını düşünür, son günlerini teselli edecek şeylerle geçirir. Peki ya hiç aklında yokken vahim bir kaza sonrası ölen kişi? Sanıyor musunuz ki ölüm anında düşünmeyecek hiçbir şey? Bilimsel olarak dahi dakikalarca farkında olacak öldüğünün. Sobanın ateşi sönse bile bir süre daha ısıtmaya devam eder. İnsan ölse dahi bilinç bir süre daha farkındalığa devam edecek. "Olamaz, ölüyorum ölüyor muyum? Öldüm mü yoksa, etraf niye karanlık!?" gibi düşüncelerle boğuşacaktır belki dünya zamanıyla birkaç dakika ama kişiye birkaç ömür gibi gelen o azap verici anlarda. Velhasıl, süreç dahilinde adım adım ölmek, aniden ölmekten çok daha olumludur...
"Ölümün son iyiliği, bir daha ölümün olmamasıdır." (F. Nietzsche)
Ölümün karanlık bilinmezliği hepimizi ürpertiyor, soğuk tutuyor. Ama kim bilir? Belki de ölüm, insanın başına gelecek en güzel şeydir. "Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, Çok seneler geçti dönen yok seferinden." demiş çok seneler önce o da sefere çıkmış ve dönmemiş olan Yahya Kemal. Bekleyelim ve görelim. Neymiş bu karanlık bilinmezlikler ülkesi?
"Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek, ne budalalık." (Montaigne)