ATV'nin, başrollerini Kenan İmirzalıoğlu ve Bergüzar Korel'in paylaştığı başarılı dizisi Karadayı ile ilgili geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan bir yazı, herkesi derinden etkiledi. Okumayanlar için yazıyı bir kez de burada paylaşıyoruz.
Yazı, mahirferidefanclub.blogspot.com.tr sitesinden alınmıştır.
"Bu yazacaklarım aslında bir intihar mektubunun cümleleri, kelimeleri, heceleri ve harfleri olacaktı. Her şeyden vazgeçmiş, dünyadan umudu kalmamış bir insanın yazacağı son satırlar olacak ve aranızdan hiç kimsenin bu kelimelerden haberi bile olmayacaktı ben toprağın altında yatarken.Mutsuzluğun ve ümitsizliğin dibine vurup da benliğinde ufacık da olsa var olma sebepleri arayan, gitmekle gidememek arasında kalmış bir insan düşünün. Sonunda bu çaresizliği bir intiharla taçlandırmaktan başka bir çaresi kalmadığını düşünen birini… O sıralar ne Karadayı vardı hayatımda ne de başka bir ismin arkasına saklanıp açtığım sosyal medya hesaplarım. Birbirinden güzel yüreklere sahip Karadayı ailesi de henüz bir araya gelmemişti tabi. Güzel yüreğinizle bir yerlerde birilerine huzur veriyordunuz mutlaka ama henüz bana değil. Karadayı başlamadan bir yıl öncesi… 2011’in serin bir ekim akşamı günlerden Salı… Gitmenin kalmaktan daha mantıklı olduğunu düşünüp intihara teşebbüs ettim. İçtiğim 64 tane ilaç eşliğinde… İçmeden önce saydın mı demeyin evet saydım. Yaptığım çılgınlık son anda fark edilip hastaneye yetiştirildiğimde hala beni bırakmaları için ev arkadaşlarıma yalvarmakla meşgulmüşüm. Mevzuat gereği intihara neden kalkıştığımı soran polise vereceğim bir cevabım dahi yoktu.
İntihar sebebi olarak öne sürdüklerim ise: Kalabalıklar içinde yalnızım, insanlara güvenim kalmadı, herkesten nefret ediyorum çünkü herkesin derdi birbirinin arkasından iş çevirmek olmuş, yaşama nedenim yok, böyle bir ülkede yaşanmaz zaten, okul bitse de yapacağım işi sevmeyeceğim, içim bu kadar sevgi ile dolu iken beni sevgisiz büyütmüş bir ailenin kurbanıyım gibi nedenlerdi. Yaşamak için elle tutulur tek bir sebebim bile yokken, resmi kayıtlar bile bunları intihar gerekçesi olarak görmüyordu. Kısacası devlete bile anlatamıyordum dertlerimi. O bile beni dinlemiyor, anlattıklarımı, duygularımı kayda değer bulmuyordu. Derslerden sıkılmış yazdılar tutanağa. Bu intiharım ilkti ama ikincisinde ölmek için tüm tedbirleri alacak ve kesinlikle başaracaktım. Geleceğe dair zerre kadar umudu olmayan, yalnız, çaresiz, aile içi şiddetle yetiştirilmiş, baba tokadının, anne şiddetinin ne demek olduğunu bilen, zamanında aşktan da okkalı bir tokat yemiş olan ben, bir gün gelip de aranızda şefkat ve huzuru bulacağımı nereden bilecektim.
Gelelim Karadayı dizisi seyircisini nasıl ipten almış konusuna. Yani üç yıldır bana ölümü unutturan olayların başına. Sizin yüzünüzden ölemiyorum resmen. Hem dizinin sonunu merak ediyorum hem de sizi bırakıp gidemiyorum. Ben sabırsız bir insan olduğumdan asla bir dizinin takipçisi olmadım şimdiye kadar. Dizi takip edenlere de şaşırdım durdum. Bravo iyi sabrediyorlar diye. İntiharım ile Karadayı’yı izlemeye başlamam arasında geçen süre yaklaşık 1 yıl. Beynim uyuşsun da salak salak sırıtayım, taktığım maskeler daha bir gerçeklik kazansın diye verilen ilaçların artık etkisini kaybetmeye yüz tuttuğu, ölümün yine sevimli gelmeye başladığı günlerden bir gün derse gitmemiz gerekiyor ama o gün ben de kalmaya gelen arkadaşım internetin başından bi türlü ayrılmıyor. Yüzünde şapşal bir gülümseme ile youtubedan bişeyler izleme çabasında kendisi.
“Hadi ya yürüsene geç kalıyoruz derse” diye çıkıştığımda:
“Dur dur bak adama aşık oldu valla kız” diye bir yorum geliyor arkadaşımdan.
“Ya bırak aşkı meşki gerçek değil hem onlar haydi gidelim” diye tekrar çıkıştığımda:
“Off ya bi rahat vermedin nasıl tatlılar... Nasıl yakışıklı Allahııım!” diye söyleniyor arkadaşım.
“Öff hani kim, neresi yakışıklı.” diye ekranın başına geldiğimde Kenan İmirzalıoğlu ile göz göze geliyorum.
Tüm umursamazlığımla: “Bu mu yakışıklı yaa hadi gidelim” diye ortamın havasını alıyorum bıyıkla harika göründüğünü düşündüğüm halde.
Hayata gıcığım ya hani Kenan İmirzalıoğlu da nasibini alıyor bundan. Kainatın yakışıklı seçtiğine bile burun kıvıracak kadar yaşamaktan bıkmışım, düşünün. Arkadaşımın izlediği bölüm 11. Feride’nin pasta yemeye çalıştığı sahne. Gözüme Bergüzar Korel ilişiyor. Aşk geliyorum demez filminden biliyorum kendisini. Biraz da Şehrazat olarak. Ama bu sahnede farklı bi hava var kendisinde. Duruşu, bakışı, role girmesi… Bir müddet dünyadan sıyrılıyorum. İki oyuncunun arasındaki ahenk, bizim yerin büyüsü beni de sarıyor. Olduğum yerde çakılıp kalıyorum. Kuş sesleri, uzaktan görünen deniz ve kıyafetlere bakılırsa çok sevdiğim serin bir hava. Tıpkı intihara kalkıştığım gece gibi serin. Aynen o gece ki gibi, bu sahnede de ne hissettiğimi hâlâ kendime tarif edemedim. Huzur vardı galiba, samimiyet, mahcubiyet, korku, bir tutam aşk. O an cereyan eden olayları bilmiyorum. Dizinin başını bilmiyorum. Dizinin ve bu iki güzel karakterin isimlerini dahi bilmiyorum. Ansızın kendime geliyor, arkadaşımı yerinden kaldırıyor ve fakülteye gidiyoruz. Ama bende bir tuhaflık hali… İlk görüşte âşık olmuştum Karadayıdizisine. Ama sabırsızlığımdan korktuğum için ve zaten yakın zamanda kendimi öldüreceğim için geleceğe dair işlere yatırım yapmak istemediğimden açıp izlememek için direniyorum. Arkadaşım bana gelip her tekrar bölümü izlediğinde dizinin başını izlememiş anneler gibi sorular sormaya başlıyorum. Tabi o da sinirleniyor haliyle çünkü izlediğini anlamıyor benim yüzümden.
Ben: “Bu ne ya neden Mahir diye sesleniyorlar adama? Salih değil mi bu adamın adı?” Arkadaşım:“Hayır Salih değil”
Ben:“Ne o zaman Mahir mi?
Arkadaşım:“Evet ama şu an Mahir değil”
Ben:“Vampir mi bu canım gece Mahir gündüz Salih”Arkadaşımın cahil cahil konuşma bakışlarına maruz kalıp susuyorum.
"Çok merak ediyorsan aç izle" diyor ve geri bana kıyamayıp ekliyor:“Sen bu diziyi kaldıramazsın, ağır gelir. İzlemeye sabrın da yok zaten. İzleme.”
Bu sözler çok ağırıma gittiğinden ve bir şeyi başaramama duygusuna kapılmayı pek sevmediğimden gizli gizli izleme kararı alıyorum. (Daha hayatla mücadele etmeyi başaramamışım haberim yok.) Neyse günlerden bir gün tüm cesaretimi toplayıp, kendimi öldüreceğim güne kadar izlerim deyip başlıyorum izlemeye. 2012 Aralık ayının son günleri. Yeni yıla bile Karadayıizleyerek giriyorum. Ama ne izlemektir yarabbi. Geceli gündüzlü. Sahnelerden sonra gözlerimi kapatıp neyim var benim dur şu sahneyi bir sindireyim diyerek. Kendini öldürmeyi başaramadın ama yarım bıraktığım işi bu dizi tamamlayacak diyerek. Tek bir bölüm geçmiyor ki benim yaşamadığım bir duygunun olmadığı. Birisi intihara kalkışıyor ben kaskatı kesiliyorum. Feride aşkından ölüyor ben kıvranıyorum. Masum bir yürek ülkedeki sağ sol davası yüzünden asılıyor sinir krizi geçiriyorum. Bir kardeş, bir anne, bir çocuk ölüyor neler yapmış olabileceğimi en iyi siz biliyorsunuz. Bir şarkı çalıyor bir şiir okunuyor şarkıları ve şiirleri ne kadar çabuk tükettiğimi fark ediyorum. Mekânlar, insanlar, kostümler, arabalar… Bir masalı izliyormuşum gibi sanki.
Diziyi herkesten gizli izlediğimden ve gerçek hesaplarımda da bu gizliliği korumak için, Karadayı ailesini tanımamı sağlayan gizli hesaplarımı açma kararı alıyorum. Ama bunu yaparken amacım sadece grupları takip etmek ve birkaç yorum falan yapmak. İnsanları tanıyıp onlarla yakınlaşmak ve onlarla muhabbet etmek değil. Zaten kendimi yok etmeyi düşündüğümden sizlere dair ileriye dönük planlar yapmak aklıma bile gelmezdi. Nereden bilebilirdim mükemmel insanların bu diziyi takip ettiğini. Meğer dizideki güzelliklerin daha fazlası gerçekte de varmış ama benden saklanmışlar yıllarca. Ya da ben hiç bulmaya çalışmamışım. Etrafımdaki beni anlamayan insanların ve hatta yakın dostlarımın aksine onlar beni anlamaya ve fikirlerime saygı duymaya hazırlarmış. Konuşurken bin defa düşünürüm ben halbuki, yanlış anlaşılırım korkusundan. Lafımı eğip bükmeden söyleme imkanım yoktur. Ya da kalbim aynı heyecan için aynı frekansta olmamıştır bunca insanla. Oluyormuş meğer.
Bu yazdıklarımı bir mektupla senaristlerimize ulaştırmayı düşünürken bunları sizin de duymanız gerektiğini düşündüm Karadayı severler. Bu işin mimarı onlar olsa da, beni dipten çekip çıkaran sizlerdiniz. Hayat yaşamaya değermiş dedirttiniz bana. Eğer takılmamış olsaydım Karadayı’ya, hayalini kurduğum, keşke yaşasaydım dediğim o güzel dönemi izlememiş olsaydım üç yıl önce aranızdan ayrılmış olacaktım. Değerli vaktinizi ayırıp bunu okuyorsanız eğer Eylem ve Sema Hanımlar yaptığınız işin nerelere ulaştığını görünüz. Reytingler, sitemler ve belki hakaretler (Ki bunu yapan bizden değildir) umrunuzda olmasın. Hayatımı kurtardınız. Ve belki benim gibi ifade etmiyolar ama nice insanı güzele, iyiye ve doğruya yönelttiniz. Karadayı setinin içinde nefes almış ve kalbi sizinle atan hiç kimse iki dünyada hüzün nedir bilmesin.
Evet, ben aranızda her daim bulunan ama bir başka ismin ardına saklanmayı seçen bir Karadayı’cıyım. Yorumlarınıza dahil olmuş hatta bazılarınızla yüz yüze tanışmayı bile başarmış ve bundan büyük şeref duymuş bir Karadayı’cı. Eğer bunu okuyosa Karadayı setinde çalışan güzel insanlar sizin de aranızda bulunup aynı havayı soluma şerefine ermişliğim var. Aynı ortamda oturmuşluğum sizlerle tokalaşmışlığım ve kısa süreli göz teması kurmuşluğum var. Hatta ayaküstü sohbet bile ettik bazılarınızla ama öyle bir kamuflajım var ki Karadayı ailesinden en yakınımda bulunmuş ve saatlerce benimle sohbet etmiş biri bile bunları yazanın ben olduğuma ihtimal vermez. Taktığım maske öyle yapıştı ki yüzüme, o kadar benimsettiniz ki bu halimi bana, artık sizin aranızdaki ben, gerçek benim.
Her gün günaydın dediğiniz her gece iyi geceler yazdığınız biri olabilirim. Hatta yarın sabah bana yine günaydın diyeceksiniz. Ailesinden, eşinden çok zaman ayırıp çılgınlar gibi muhabbet ettiğiniz biri olabilirim. Yüzünü bile görmediğiniz halde yardımı esirgemeyip iş bulmaya çalıştığınız, kefil senet düşünmeksizin tıpkı eskiden anlatılanlar gibi borç para verdiğiniz biri ya da sırf derdinize ortak olabilmek için uykusundan feragat eden ya da uykunuzu feda ettiğiniz biri olabilirim. Birbirini ilk kez görmek ve tanışmak için sözleştiğiniz mekanda hesap ödeme yarışına girdiğiniz biri de olabilirim. Evinize gelmiş oturup çay kahve içmiş hüznünüzü sevincinizi paylaşmış biri de olabilirim. Sırf birbirimizi mutlu etmek amacıyla küçük hediyeler aldığınız biri olabilirim. Ya da tüm bu saydıklarımı size yapan kişi ben olabilirim. Kim olduğumu araştırmayın. Az kafa yorarsanız bulacağınızı biliyorum. Çünkü biz 30 saniyelik fragmanlardan, 7-8 tane bölüm resminden olacakları tahmin etmiş ve çoğu zaman bilmiş bir seyirci kitlesiyiz. Bir kelimem bile beni ele verir. Olur da tahminde bulunmak isterseniz sorular sormayın birbirinize. Gözüm üzerinizde. Hani olur da bana “Bunu yazan sen misin?” diye sorarsanız size yalan söylemek istemiyorum. Aksi halde yalan söyleyeceğim. Beni buna mecbur etmeyin. Kim olduğumu bilmenize ve merak etmenize dahi gerek yok çünkü hepinizin bir parça içindeyim. Kalbinize bakarsınız beni görebilirsiniz. Bir yerlerde sonsuza kadar mutlu yaşıyor olacağım. Hiç değilse kendimi öldürme düşüncesinden vazgeçirdiniz beni. Yüreğinizden parçalar vererek, dünyanın yaşanabilir bir yer olduğunu, hayatın yaşamaya değer olduğunu göstererek. Dert ve keder hiç birinize uğramasın. Ne içimde tutmuşum ama dimi. Sevgiyle kalın emi…
Son olarak: Karadayı’da kara günler yaşadığımız şu kara günlerde bir insanı ipten aldığınızı bilmek hepinize iyi gelecektir herhalde diye düşündüm. O yüzden bugünleri bekledim bunu sizinle paylaşmak için. Umudu kalmamış bir insana umut verdiniz. Halbuki kendimi nasıl öldüreceğimi bile kafamda kurmuştum. Ama eğer mutlu sonla bitmesin varyaaa… (Burada gözdağı verme amacı güdülmemektedir.) Bilmiyor ama Karadayı’yı izlemeye başlamama neden olan arkadaşıma da buradan sevgilerimi gönderiyorum. Kendisi dayanamayıp izlemeyi bıraktığından dolayı diyorum ki: Sen bu diziyi kaldıramazsın, ağır gelir. İzlemeye sabrın da yok zaten. İzleme…"
İntihar sebebi olarak öne sürdüklerim ise: Kalabalıklar içinde yalnızım, insanlara güvenim kalmadı, herkesten nefret ediyorum çünkü herkesin derdi birbirinin arkasından iş çevirmek olmuş, yaşama nedenim yok, böyle bir ülkede yaşanmaz zaten, okul bitse de yapacağım işi sevmeyeceğim, içim bu kadar sevgi ile dolu iken beni sevgisiz büyütmüş bir ailenin kurbanıyım gibi nedenlerdi. Yaşamak için elle tutulur tek bir sebebim bile yokken, resmi kayıtlar bile bunları intihar gerekçesi olarak görmüyordu. Kısacası devlete bile anlatamıyordum dertlerimi. O bile beni dinlemiyor, anlattıklarımı, duygularımı kayda değer bulmuyordu. Derslerden sıkılmış yazdılar tutanağa. Bu intiharım ilkti ama ikincisinde ölmek için tüm tedbirleri alacak ve kesinlikle başaracaktım. Geleceğe dair zerre kadar umudu olmayan, yalnız, çaresiz, aile içi şiddetle yetiştirilmiş, baba tokadının, anne şiddetinin ne demek olduğunu bilen, zamanında aşktan da okkalı bir tokat yemiş olan ben, bir gün gelip de aranızda şefkat ve huzuru bulacağımı nereden bilecektim.
Gelelim Karadayı dizisi seyircisini nasıl ipten almış konusuna. Yani üç yıldır bana ölümü unutturan olayların başına. Sizin yüzünüzden ölemiyorum resmen. Hem dizinin sonunu merak ediyorum hem de sizi bırakıp gidemiyorum. Ben sabırsız bir insan olduğumdan asla bir dizinin takipçisi olmadım şimdiye kadar. Dizi takip edenlere de şaşırdım durdum. Bravo iyi sabrediyorlar diye. İntiharım ile Karadayı’yı izlemeye başlamam arasında geçen süre yaklaşık 1 yıl. Beynim uyuşsun da salak salak sırıtayım, taktığım maskeler daha bir gerçeklik kazansın diye verilen ilaçların artık etkisini kaybetmeye yüz tuttuğu, ölümün yine sevimli gelmeye başladığı günlerden bir gün derse gitmemiz gerekiyor ama o gün ben de kalmaya gelen arkadaşım internetin başından bi türlü ayrılmıyor. Yüzünde şapşal bir gülümseme ile youtubedan bişeyler izleme çabasında kendisi.
“Hadi ya yürüsene geç kalıyoruz derse” diye çıkıştığımda:
“Dur dur bak adama aşık oldu valla kız” diye bir yorum geliyor arkadaşımdan.
“Ya bırak aşkı meşki gerçek değil hem onlar haydi gidelim” diye tekrar çıkıştığımda:
“Off ya bi rahat vermedin nasıl tatlılar... Nasıl yakışıklı Allahııım!” diye söyleniyor arkadaşım.
“Öff hani kim, neresi yakışıklı.” diye ekranın başına geldiğimde Kenan İmirzalıoğlu ile göz göze geliyorum.
Tüm umursamazlığımla: “Bu mu yakışıklı yaa hadi gidelim” diye ortamın havasını alıyorum bıyıkla harika göründüğünü düşündüğüm halde.
Hayata gıcığım ya hani Kenan İmirzalıoğlu da nasibini alıyor bundan. Kainatın yakışıklı seçtiğine bile burun kıvıracak kadar yaşamaktan bıkmışım, düşünün. Arkadaşımın izlediği bölüm 11. Feride’nin pasta yemeye çalıştığı sahne. Gözüme Bergüzar Korel ilişiyor. Aşk geliyorum demez filminden biliyorum kendisini. Biraz da Şehrazat olarak. Ama bu sahnede farklı bi hava var kendisinde. Duruşu, bakışı, role girmesi… Bir müddet dünyadan sıyrılıyorum. İki oyuncunun arasındaki ahenk, bizim yerin büyüsü beni de sarıyor. Olduğum yerde çakılıp kalıyorum. Kuş sesleri, uzaktan görünen deniz ve kıyafetlere bakılırsa çok sevdiğim serin bir hava. Tıpkı intihara kalkıştığım gece gibi serin. Aynen o gece ki gibi, bu sahnede de ne hissettiğimi hâlâ kendime tarif edemedim. Huzur vardı galiba, samimiyet, mahcubiyet, korku, bir tutam aşk. O an cereyan eden olayları bilmiyorum. Dizinin başını bilmiyorum. Dizinin ve bu iki güzel karakterin isimlerini dahi bilmiyorum. Ansızın kendime geliyor, arkadaşımı yerinden kaldırıyor ve fakülteye gidiyoruz. Ama bende bir tuhaflık hali… İlk görüşte âşık olmuştum Karadayıdizisine. Ama sabırsızlığımdan korktuğum için ve zaten yakın zamanda kendimi öldüreceğim için geleceğe dair işlere yatırım yapmak istemediğimden açıp izlememek için direniyorum. Arkadaşım bana gelip her tekrar bölümü izlediğinde dizinin başını izlememiş anneler gibi sorular sormaya başlıyorum. Tabi o da sinirleniyor haliyle çünkü izlediğini anlamıyor benim yüzümden.
Ben: “Bu ne ya neden Mahir diye sesleniyorlar adama? Salih değil mi bu adamın adı?” Arkadaşım:“Hayır Salih değil”
Ben:“Ne o zaman Mahir mi?
Arkadaşım:“Evet ama şu an Mahir değil”
Ben:“Vampir mi bu canım gece Mahir gündüz Salih”Arkadaşımın cahil cahil konuşma bakışlarına maruz kalıp susuyorum.
"Çok merak ediyorsan aç izle" diyor ve geri bana kıyamayıp ekliyor:“Sen bu diziyi kaldıramazsın, ağır gelir. İzlemeye sabrın da yok zaten. İzleme.”
Bu sözler çok ağırıma gittiğinden ve bir şeyi başaramama duygusuna kapılmayı pek sevmediğimden gizli gizli izleme kararı alıyorum. (Daha hayatla mücadele etmeyi başaramamışım haberim yok.) Neyse günlerden bir gün tüm cesaretimi toplayıp, kendimi öldüreceğim güne kadar izlerim deyip başlıyorum izlemeye. 2012 Aralık ayının son günleri. Yeni yıla bile Karadayıizleyerek giriyorum. Ama ne izlemektir yarabbi. Geceli gündüzlü. Sahnelerden sonra gözlerimi kapatıp neyim var benim dur şu sahneyi bir sindireyim diyerek. Kendini öldürmeyi başaramadın ama yarım bıraktığım işi bu dizi tamamlayacak diyerek. Tek bir bölüm geçmiyor ki benim yaşamadığım bir duygunun olmadığı. Birisi intihara kalkışıyor ben kaskatı kesiliyorum. Feride aşkından ölüyor ben kıvranıyorum. Masum bir yürek ülkedeki sağ sol davası yüzünden asılıyor sinir krizi geçiriyorum. Bir kardeş, bir anne, bir çocuk ölüyor neler yapmış olabileceğimi en iyi siz biliyorsunuz. Bir şarkı çalıyor bir şiir okunuyor şarkıları ve şiirleri ne kadar çabuk tükettiğimi fark ediyorum. Mekânlar, insanlar, kostümler, arabalar… Bir masalı izliyormuşum gibi sanki.
Diziyi herkesten gizli izlediğimden ve gerçek hesaplarımda da bu gizliliği korumak için, Karadayı ailesini tanımamı sağlayan gizli hesaplarımı açma kararı alıyorum. Ama bunu yaparken amacım sadece grupları takip etmek ve birkaç yorum falan yapmak. İnsanları tanıyıp onlarla yakınlaşmak ve onlarla muhabbet etmek değil. Zaten kendimi yok etmeyi düşündüğümden sizlere dair ileriye dönük planlar yapmak aklıma bile gelmezdi. Nereden bilebilirdim mükemmel insanların bu diziyi takip ettiğini. Meğer dizideki güzelliklerin daha fazlası gerçekte de varmış ama benden saklanmışlar yıllarca. Ya da ben hiç bulmaya çalışmamışım. Etrafımdaki beni anlamayan insanların ve hatta yakın dostlarımın aksine onlar beni anlamaya ve fikirlerime saygı duymaya hazırlarmış. Konuşurken bin defa düşünürüm ben halbuki, yanlış anlaşılırım korkusundan. Lafımı eğip bükmeden söyleme imkanım yoktur. Ya da kalbim aynı heyecan için aynı frekansta olmamıştır bunca insanla. Oluyormuş meğer.
Bu yazdıklarımı bir mektupla senaristlerimize ulaştırmayı düşünürken bunları sizin de duymanız gerektiğini düşündüm Karadayı severler. Bu işin mimarı onlar olsa da, beni dipten çekip çıkaran sizlerdiniz. Hayat yaşamaya değermiş dedirttiniz bana. Eğer takılmamış olsaydım Karadayı’ya, hayalini kurduğum, keşke yaşasaydım dediğim o güzel dönemi izlememiş olsaydım üç yıl önce aranızdan ayrılmış olacaktım. Değerli vaktinizi ayırıp bunu okuyorsanız eğer Eylem ve Sema Hanımlar yaptığınız işin nerelere ulaştığını görünüz. Reytingler, sitemler ve belki hakaretler (Ki bunu yapan bizden değildir) umrunuzda olmasın. Hayatımı kurtardınız. Ve belki benim gibi ifade etmiyolar ama nice insanı güzele, iyiye ve doğruya yönelttiniz. Karadayı setinin içinde nefes almış ve kalbi sizinle atan hiç kimse iki dünyada hüzün nedir bilmesin.
Evet, ben aranızda her daim bulunan ama bir başka ismin ardına saklanmayı seçen bir Karadayı’cıyım. Yorumlarınıza dahil olmuş hatta bazılarınızla yüz yüze tanışmayı bile başarmış ve bundan büyük şeref duymuş bir Karadayı’cı. Eğer bunu okuyosa Karadayı setinde çalışan güzel insanlar sizin de aranızda bulunup aynı havayı soluma şerefine ermişliğim var. Aynı ortamda oturmuşluğum sizlerle tokalaşmışlığım ve kısa süreli göz teması kurmuşluğum var. Hatta ayaküstü sohbet bile ettik bazılarınızla ama öyle bir kamuflajım var ki Karadayı ailesinden en yakınımda bulunmuş ve saatlerce benimle sohbet etmiş biri bile bunları yazanın ben olduğuma ihtimal vermez. Taktığım maske öyle yapıştı ki yüzüme, o kadar benimsettiniz ki bu halimi bana, artık sizin aranızdaki ben, gerçek benim.
Her gün günaydın dediğiniz her gece iyi geceler yazdığınız biri olabilirim. Hatta yarın sabah bana yine günaydın diyeceksiniz. Ailesinden, eşinden çok zaman ayırıp çılgınlar gibi muhabbet ettiğiniz biri olabilirim. Yüzünü bile görmediğiniz halde yardımı esirgemeyip iş bulmaya çalıştığınız, kefil senet düşünmeksizin tıpkı eskiden anlatılanlar gibi borç para verdiğiniz biri ya da sırf derdinize ortak olabilmek için uykusundan feragat eden ya da uykunuzu feda ettiğiniz biri olabilirim. Birbirini ilk kez görmek ve tanışmak için sözleştiğiniz mekanda hesap ödeme yarışına girdiğiniz biri de olabilirim. Evinize gelmiş oturup çay kahve içmiş hüznünüzü sevincinizi paylaşmış biri de olabilirim. Sırf birbirimizi mutlu etmek amacıyla küçük hediyeler aldığınız biri olabilirim. Ya da tüm bu saydıklarımı size yapan kişi ben olabilirim. Kim olduğumu araştırmayın. Az kafa yorarsanız bulacağınızı biliyorum. Çünkü biz 30 saniyelik fragmanlardan, 7-8 tane bölüm resminden olacakları tahmin etmiş ve çoğu zaman bilmiş bir seyirci kitlesiyiz. Bir kelimem bile beni ele verir. Olur da tahminde bulunmak isterseniz sorular sormayın birbirinize. Gözüm üzerinizde. Hani olur da bana “Bunu yazan sen misin?” diye sorarsanız size yalan söylemek istemiyorum. Aksi halde yalan söyleyeceğim. Beni buna mecbur etmeyin. Kim olduğumu bilmenize ve merak etmenize dahi gerek yok çünkü hepinizin bir parça içindeyim. Kalbinize bakarsınız beni görebilirsiniz. Bir yerlerde sonsuza kadar mutlu yaşıyor olacağım. Hiç değilse kendimi öldürme düşüncesinden vazgeçirdiniz beni. Yüreğinizden parçalar vererek, dünyanın yaşanabilir bir yer olduğunu, hayatın yaşamaya değer olduğunu göstererek. Dert ve keder hiç birinize uğramasın. Ne içimde tutmuşum ama dimi. Sevgiyle kalın emi…
Son olarak: Karadayı’da kara günler yaşadığımız şu kara günlerde bir insanı ipten aldığınızı bilmek hepinize iyi gelecektir herhalde diye düşündüm. O yüzden bugünleri bekledim bunu sizinle paylaşmak için. Umudu kalmamış bir insana umut verdiniz. Halbuki kendimi nasıl öldüreceğimi bile kafamda kurmuştum. Ama eğer mutlu sonla bitmesin varyaaa… (Burada gözdağı verme amacı güdülmemektedir.) Bilmiyor ama Karadayı’yı izlemeye başlamama neden olan arkadaşıma da buradan sevgilerimi gönderiyorum. Kendisi dayanamayıp izlemeyi bıraktığından dolayı diyorum ki: Sen bu diziyi kaldıramazsın, ağır gelir. İzlemeye sabrın da yok zaten. İzleme…"