Fatih dizisi yayınlanan ilk bölümüyle gündem oldu.
Dizinin ilk bölümü My ile karşılaştırıldı,oyunculuklar-kostüm-dekor beğenilmedi genel olarak.
Dizide Gamze Özçelik ile başlayıp müziklerle devam eden Game Of Thrones havası da eleştrilerde yer aldı.
Sinema yazarı Murat Tolga Şen dizinin yüksek reytinglere ulaşma şansını imkansız oalrak görüyor ve yılın fiyaskosu olabileceğinden bahsediyor.
Televizyon Gazetesi'nden Volkan Türkcan dizinin iletişim sorunu olduğunu MY gibi karakterleri halka sevdiremediğini yazmış ve dizinin kısa sürede hatalarından ders almasını istemiş.
@Fks14 @beyazsoy @Forumdash @china_shangai @mrt-06 @Almila @sokak sanati @OzaN @yatutarsa
Dizinin ilk bölümü My ile karşılaştırıldı,oyunculuklar-kostüm-dekor beğenilmedi genel olarak.
Dizide Gamze Özçelik ile başlayıp müziklerle devam eden Game Of Thrones havası da eleştrilerde yer aldı.
Sinema yazarı Murat Tolga Şen dizinin yüksek reytinglere ulaşma şansını imkansız oalrak görüyor ve yılın fiyaskosu olabileceğinden bahsediyor.
“Fatih dizisi ilk bölümüyle bu akşam Kanal D ekranlarında arz-ı endam etti. Bir zamanlar körüklü çizmeli "ağa dizileri" vardı şimdi moda, tarih dizisi kılığına girmiş saray entrikaları...
Önceki yazılarımda da kullandığım, çok sevdiğim bir Anadolu deyişi vardır, "doğacak oğlak b*k*ndan belli olur" derler. Fatih dizisi de fragmanıyla kendini ele veriyordu aslında.
Öncelikle, yapımcı kıyıda kenarda kalmış ne kadar oyuncu varsa bu diziye doldurmuş. Başka dizilerde cast’ın dışına çıkmış herkes burada. Başrol seçimi büyük facia, kendi sesiyle oynayamayan birine Fatih Sultan Mehmed Han rolü emanet edilir mi?
Ondan daha da hatalı bir oyuncu seçimi ise Çiçek Hatun rolündeki Gamze Özçelik. Saçı başı, makyajı, jest ve mimikleriyle Game of Thrones’un komplocu güzeli Cersei Lannister taklidi olarak Osmanlı hareminde dolanıyor. Gamze Özçelik dizinin en kötü oynayan oyuncusu. Oldukça abartılı bir yorumu var ve repliklerinde sürekli yanlış vurgular yapıyor.
Fatih dizisi, yetersizliğinin farkında olarak dramatizasyonla ilgili kusurlarını müzikle örtbas etmeye çalışıyor ama bu kadar yamanan bir bohça görmedim hiç! Karakterler daha yerinden kıpırdamadan gümbür gümbür bir tema çalmaya başlıyor. Burada da bir Game of Thrones benzeşmesi mevcut. Duygusal sahnelerde ise yaylılar başrolde! Müzik çalışması görüntüye hizmet etmeli, önüne geçmemeli. Hele de böyle uzun bir dizi izleme seansında baş ağrıtıcı olabiliyor.
Fatih’in işi zor değil imkansız! Kötü kostümler, zayıf oyunculuklar, odaksız ve özenti bir senaryo... Işığı, kamerası özensiz... Pilot bölüm böyleyse sonrası nasıl olur! Tarih sosunda saray entrikası... Yeni olan, farklı olan hiçbir şey yok. Sanki Muhteşem Yüzyıl hayranı liseli gençler okullarında bir Fatih müsameresi sahneye koymuşlar gibi. Gereği var mıydı? Her anını Muhteşem Yüzyıl ile kıyaslamadan duramıyor insan. Hele şu an kulağıma gelen tema müziği sanki o dizi oynuyor zannettiriyor.
Bu yılın en acımasız TV kritiğini yapıyor olabilirim ancak Fetih’i bir kare bile anmadan Fatih’i anlatmaya soyunan, daha ilk bölümden entrika bataklığına gömülen en havalı anlarında ise protein fakiri Yeniçerilerin orasını burasını sakınarak kılıç dövüşleri yaptığı, vaziyet anlaşılmasın diye ağır çekime yaslanan bir TV işine ne yazmalı? Adını Feriha koydum, Lale Devri, Doktorlar dizilerini yönetmiş Merve Girgin’e hangi referansla teslim edildi acaba bu dizi?
Kostüme tarihi dramalar olarak nitelendirilen bu tür yapımlar pahalı prodüksiyonlardır ve reytingleri düşük olursa devam ettirilmesi imkansızdır. O yüzden, zaten olmaz ama, çok bağlanmayın derim.”
Televizyon Gazetesi'nden Volkan Türkcan dizinin iletişim sorunu olduğunu MY gibi karakterleri halka sevdiremediğini yazmış ve dizinin kısa sürede hatalarından ders almasını istemiş.
Fatih ve 2 Oğlu (Beyazıd ve Mustafa) (1)Bu sezonun en pahalı dizi projelerinden olan Fatih Dizisi izleyici ile buluştu. Med Yapım‘ın büyük emekler sonucu ortaya çıkardığını bildiğimiz, ince eleyip sık dokuduğu, kanalın ve yapım firmasının çok güvendiği bir dizi projesi Fatih.
Fetih filminin gişe başarısından sonra ortaya çıktığını bildiğimiz bu proje, zamanla o filmden sıyrılarak bambaşka bir dizi projesi olarak ortaya çıktı. Hatta filmde rol alan Devrim Evin‘in de dizide rol alacağı uzun süre basının gündemindeydi. Sonraları ise televizyon ve popülerlik imgeleri üzerinde durulduğunda Mehmet Akif Alakurt ismi ön plana çıktı.
Aslında televizyon mantığına göre hareket ettiğimizde oldukça yerinde bir karar ama Fatih dizisini izledikten sonra bazı projelerin sadece kağıt üzerinde fazlasıyla heybetli durduğunu, ama iş gerçeğe döküldüğü zaman beklenilen etkiyi uyandırmadığını fark ettim.
Olayı tarihi açıdan değerlendirecek değilim. Nasıl olsa yaşanmış bir tarihi fon olarak ele alsa da mevcut kurgu üzerinde olaya yaklaşmak daha mantıklı. Bölümü ve yapımı değerlendirmek başlangıç açısından daha yerinde olacak.
Ben sezon başlamadan önce bir yazı yazmıştım. Bu sezon başlayacak olan diziler arasında kendime göre bir sıralama yaparak sezonun en iddialı dizilerini belirlemiştim. Tabi ki bu benim kişisel listemdi. Bu listede ben Fatih dizisini sezonun en iddialı dizi projesi olarak en başa yerleştirmiştim ama…
Şimdi bu listeyi hazırlasam kesinlikle ilk sıraya yerleştirmezdim…
Peki neden kağıt üstünde bu denli başarılı olacağına inandığım bu dizi ekrana geldiğinde ki etkiyi uyandırmadı?
Bana kalırsa bu tamamen seyircinin elinde olmadan diziyi Muhteşem Yüzyıl ile kıyaslamasından kaynaklanıyor.
Muhteşem Yüzyıl, Türk Televizyon Tarihi açısından çok önemli bir başarıya imza attı. Bilinen tarihi karakterleri halkın kolaylıkla benimseyebileceği başarılı bir dram kurgusu ile adeta yaşayan birer televizyon karakterlerine dönüştü.
Dizinin ilk bölümünden itibaren dizinin önemli kahramanları (Sultan Süleyman, Hürrem, Mahidevran, Sümbül Ağa, Valide Sultan, Hatice Sultan, Daye Hatun ve Nigar Kalfa) seyirci ile empati kurabilecek ete kemiğe bürünmüş karakterlerdi. Dizinin izlenirliğini artıran unsur bu karakterler arasında yaşanan ve seyircinin fazlasıyla ilgisini çeken ilişkilerdi. Çoğu kurguydu ama bu olaylar ve ilişkiler yumağı izlenen kurgusal dram ve çekim kalitesi ile birlikte diziyi bütün Dünya’da sevilen bir tarihi kurgu dizisi haline getirdi.
Şimdilerde Fatih dizisini Muhteşem Yüzyıl ile kıyaslamak acımasızlık olur. Hele ki daha 1. bölümü ile yayınlanmışken. Ama televizyonu izleyen izleyici profili elinde olmadan bunu yapacaktır ve bu dizi belki de bu kıyaslama neticesinde gerçek hak ettiği yere gelemeyecektir.
Sosyal Medyadan takip ettiğim mesajlara baktığımda genel anlamda beğenmeyenlerin ağırlıkta olduğunu gördüm. Ama bu demek değildir ki bu dizi başarısızdır.
Elde ki malzeme aslında fazlasıyla elverişli… sadece biraz daha seyirciye yönelik hareket edilmesi gerekiyor diye düşünüyorum…
Televizyona yapılan işlerin bir sanat eseri olmasını kimse beklemiyor. Ne kadar bütçesi yüksek olursa olsun amaç seyirciyi oyalamayı başarabilmektir. Beni eğlemesini beklediğim Fatih dizisi ne yazık bu düşlediğim Fatih dizisi değil…
Mehmet Akif Alakurt gibi televizyon ekranın sevdiği bir ismin Fatih dizisi için ne kadar uygun olup olmadığına düşündüm. Fragmanlarda görünen o heybetli Fatih tipi, ne yazık ki diziyi izlediğimde önüme çıkmadı. Dizinin adı… belli ki bu dizinin en önemli ağırlık noktası ama bu dizide bu karaktere hayat veren iki kişi var. Bir bedeni ile hayat veren bir vücüt ve ona yön veren bir ses. ilk bölümde ses ve vücudun uyum içinde olmadıklarını gözlemledim ve elimde olmadan şu cümleyi kurdum.
“Keşke Fatih’i oynayan oyuncu kendisini seslendiren biraz daha yaşlı ve oyunculuğu ile tescillenmiş deneyimli bir oyuncu tarafından canlandırılsaydı.”
Mehmet Akif Alakurt iyi resim veren bir oyuncu. Televizyon ekranında mutlaka olmasını istediğim bir oyuncu ama Fatih Sultan Mehmet‘i sadece fizik olarak üzerine giyinmiş duruyor. Ama iş hayat vermeye geldiğinde malesef bocalıyor. Keşke oyuncu kendi sesi ile bu tarihin önemli karakterine hayat verebilseydi.
Öte yandan tarihin bilinen tüm karakterleri bu tanışma bölümünde fazlasıyla izleyiciye uzak kaldılar.
Gamze Özçelik, beklemediğim kadar başarılı performans ortaya koydu. Seda Akman’da aynı şekilde. Hatta Akman oyunculuğu ile öne çıkan belki de tek isimdi bana göre. Ama belki de diyaloglardan olsa gerek dizi karakterleri ile sağlıklı bir iletişim kuramadık. Hem şehzadeler hem de saray ahalisi çoğu zaman çok suni durdular…
Hele ki Şehzade Mustafa’nın Züleyha’yı gördükten sonra beylik bir Ceylan muhabbeti çekmesi fazlasıyla eğreti durdu.
Yılmaz Gruda‘nın performansı ve dizinin son sahnesi dışında izleyici ayakta tutan bir unsur malesef 1. bölümde göremedim. Ne saray içi entrikalar, ne de Şehzadeler arası rekabet bu şekli ile izleyicinin ilgisini çekmekten çok uzak.
Bence önümüzde ki bölümlerde karakterler ile iletişim halinde olabileceğimiz diyaloglar yazılmalı. Çünkü seyircisi ile iletişim halinde olmayan hiç bir dizinin uzun ömürlü olabileceğini düşünmüyorum…
Umarım dizi için verilen emekler boşa çıkmaz ve Fatih dizisi kısa sürede bu hatalarından arınıp televizyon tarihinin başarılı dizileri arasına girer. Çünkü aksini düşünmek beni cidden üzer…
Medya faresi'nden Anibal Güneroğlu dizinin demokratikleşme paketi ile aynı güne gelmesi,Timur'un sözü ile Fatih'e akrizma katma çabaları ve oyunculuklar dahil pek çok konuya değinmiş.
AKSAK TİMUR’UN SÖZÜ, FATİH’İN ÖZÜ…
Büyük Timur İmparatorluğu’nun kurucusu olan ve kan dökücülüğüyle nam salan Timurlenk’in yani bizdeki adıyla Aksak Timur’un ‘Ülkeler kılıçla alınır fakat adaletle ayakta kalır’ sözünü Fatih Sultan Mehmet’e söyleterek, bir nevi tarihi rol çalışla laf vurma babında, başlangıcını yapan ‘Fatih’, eksilerle artıları bünyesinde barındıran bir yapım olarak çıktı karşımıza.
‘Dağ fare doğurdu’ yorumuyla karşılanan Demokratikleşme Paketi’yle aynı gün yayına sokulan ‘Fatih’, her ne kadar padişahlık dönemi içeriğiyle demokrasi sistemine ters düşse de en az ‘Paket’ kadar merakla beklendiği halde umulanı veremeyişi ve özünde aynı mantığı taşıdığı için bir anlamda bu ikili çok da güzel örtüştü. Yanı sıra, bizim doğal tavırları olan bir padişahla mitleştirilmemiş tarihi işe imza atamayacağımızı da ispatladı.
FATİH’İN ZORLAMA GERGİNLİĞİ
İstanbul’u fethederek 1000 yıllık Roma İmparatorluğu’nu yıkan ve şehrin zorla alınmasından mütevellit dini hukuka uygun olduğu öne sürülerek üç günlük yağmaya müsaade eden… Buna karşılık tüm dinlere ve farklılıklara özgürce yaşam hakkı tanıyarak çok kültürlülüğünü ortaya koyan Fatih Sultan Mehmet’i ‘Kullarımız bizi hep dimdik görmeli’ sözüyle 1481 yılının Hünkâr Çayırı’ndaki son deminden sahneye çıkartan dizi, iddialara göre şimdiye dek gerçekleştirilen en yüksek bütçeli televizyon çalışması.
Bütçesinin büyüklüğü ya da sallana sallana cümle deprem faylarını geçen bizim sosyal medyadaki yankılarına rağmen ‘Karadayı’ya geçilişi bir yana, ünlü matematikçi-astronomi bilgini Ali Kuşçu’yu himayesi ve Osmanlı tarihinin en eski yüksek dereceli külliyesi olan Sahn-ı Semanı Medreseleri’ni kurdurarak fetihlere olduğu kadar eğitime ve bilme verdiği önemi de ortaya koyan Fatih’i huzura getirmesi, gerçekten de büyük özen isteyen bir iş!
Peki, MED Yapım imzasını taşıyan Kanal D’nin yeni dizisi ‘Fatih’ bunu layıkıyla yerine getirebildi mi?
Başlangıçta da işaret ettiğim ‘tarihi mitleştirme kaygısı’ olmasa büyük ölçüde yerine getirebildiğini söyleyebilirdim. Lakin olmadı, olamadı ya da bir takım motivasyonlarla oldurulmadı. Artık nasıl yorumlanırsa…
Bu doğrultuda en büyük abartı, Mehmet Akif Alakurt’un beden ölçülerinde pek uyuşamadığı ancak sergilediği mizaçla Fatih’i yakaladığı canlandırmasında!
Sert tiplemelere yakışan ve oyunculuğunu da beğendiğim Alakurt, bu dizide neden böylesine gergin bir duruşa zorlanmış anlamak mümkün değil. Nasıl ki, ‘Muhteşem Yüzyıl’daki Süleyman, bir padişaha yakışmayacak oranda şairane hassasiyete sahip âşık erkek konumuna sokulmuş ve yeri geldiğinde Harem’indekilere karşı tavırlarıyla yadırganacak duruma düşürülmüşse buradaki Fatih de gereğinden fazla sertleştirilmiş.
Kimi sahnelerde kendine güvenen bir hükümdardan ziyade sözlerini karşısındakilere metazori dikte eden bir hatip konumuna sokularak doğallığı zedelenen Alakurt’un, canlandırdığı karakterin de bir insan olduğunu hatırlaması ve buna uygun olarak içine sürüklendiği zorlama diklikten bir an önce kurtulması gerek. Özellikle de, maiyetindekilere karşı yaptığı yüksek sesli konuşmalarda!
Tarihçilerin softa derecesinde koyu bir Müslüman olmadığını belirtmesine karşın, ‘Elinden Kur-an'ı bırakırsan imanını, kılıcı bırakırsan canını kaybedersin!’ gibi sloganvari repliklerle sürekli dinden imandan bahsettirme kaygısına düşülerek işlenen Fatih’in, Papalıktan gelen mektubu kendi elleriyle yarattığı kılıçla biçme sahnesi de aynı abartıcı zihniyetin ürünü olarak sırıtmakta.
Oysa dimdik durduğu attan inip otağına girdiğinde acısını gizlemeye çalışan Fatih’in doğal insan hali çok harika. Dizinin at gözlüklerini atıp bu canlandırma şeklini değerlendirmesi gerek.
KARİKATÜRLEŞTİRİLEN DÜŞMAN ALIŞKANLIĞI
Bunun dışında ‘Muhteşem Yüzyıl’a oranla daha gerçekçi kılıç talim sahnesi yaratan, Saray mekânlarında özenli ve ihtişamlı bir atmosfer yakalayan, daha zengin bir sunumla verilen ‘mutfak’ ortamı ve giysileriyle Osmanlı’ya uygun kaliteli bir duruş sergileyen, Bülent Ergün’ün gerçekçi canlandırmasındaki ‘Karamanlı’ tiplemesiyle çarşı teftişinde inandırıcılığı yakalayan ‘Fatih’te bir olumsuzluk daha var… O da, Yeşilçam’daki tarih filmlerinden günümüze hiç değişmeyen ve ‘Fetih 1453’ filminde de sürdürülen ‘düşmanı küçültme’ mantığı!
Orta Çağ’ın karanlığından kurtulup Reform ve Rönesans ile gelişmenin önünü açan Avrupa devletlerine ve günümüzde hala gücünü koruyan Vatikan’a mensup karakterlerin hepsi de yamuk yumuk bakışlı tuhaf tiplemelerden oluşmakta.
Papalık ve düşman cenahını, her Osmanlı Sultanına karşı ‘Bu hükümdar diğerlerine benzemiyor’ dedirterek karikatürden beter hale getirme alışkanlığının bunca deneyime rağmen halen sürdürülüyor olması içinde bulunduğumuz çağın gerçekleriyle kıyaslandığında fazlasıyla komik düşmekte. İnsan, kendi kendimize dizdiğimiz bunca övgüyü gördükçe ister istemez düşünüyor… Madem bu küffar takımı böylesine korkak ve yetersizdi de niye tarihte defalarca dayandığımız Viyana’nın, şimdiyse Avrupa Birliği’nin kapısından içeri giremedik bir türlü, diye!
Diyeceğim o ki, baştan itibaren göze sokulan örümcek motifli yüzükle hainliği vurgulayarak fazlaca basit bir imge dili kullanan ‘Fatih’te de ne karşımızdaki rakipleri gereğinden fazla küçültüp ne de tarihi gerçeğinden öte şişirip sunmamak lazım.
HAREM’DE ‘MUHTEŞEM YÜZYIL’ ESİNTİSİ
Harem kaygısı gütmediğini, halvete dair hiçbir sahneye yer vermeyerek daha ilk bölümde ispatlayan Fatih’in bu ‘selamlık’ duruşuna karşın, özellikle Şehzade Mustafa’nın oynaşlarıyla aşk meşk işlerine dalacağı gözlemlenen dizide ‘Muhteşem Yüzyıl’la örtüşen bir Harem olgusunun varlığının alabildiğine sergilendiği de gerçek.
‘Muhteşem Yüzyıl’a oranla daha tumturaklı bir Divan toplantısı gerçekleştiren Fatih’in Harem’ini yöneten Çiçek Hatun, entrikacı kimliğiyle Hürrem’i aratmayan bir çizgide. Öte yandan, Padişah’ı, Saray’ı ve sonuçta tüm ülkeyi yönetme kaygısıyla ortalığı yangın yerine çeviren Hürrem gibi carlamaması ve mahalle kadını edasıyla kavgaya tutuşmamasıyla ondan çok daha Saray’a yakışır olması, bu çizgide yol alınırken abartıya gidilmeyeceğinin göstergesi gibi durmakta. Tarihte hakkında pek bilgi bulunmayan, esirliğiyle Sırp prensesliği arasında bir karara varılamayan ve dolayısıyla Hürrem gibi olması beklenmeyen Çiçek Hatun için şimdilik söylenecek tek söz, Gamze Özçelik’in bu rolün hakkını verdiği.
Hacca giden ilk Osmanoğlu olan ve II. Bayezid’e karşı savaş başlatmak için Hıristiyan âleminden destek isteyip sonuçta Papa Alexander Borgia’nın topraklarında ölen Cem Sultan’ın tarihte gölgede kalan annesi Çiçek Hatun’un aslını inkâr edercesine Hürremleştiği ‘Fatih’te, tarihte ilk kez Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Ayşe Hafsa Sultan için kullanıldığı halde burada ‘Valide Sultan’ sıfatıyla karşımıza çıkartılan II. Bayezid’in annesi Gülbahar Hatun ise Mahidevran’ın konumunda.
Ancak aradaki fark, gerçek tarihte Mahidevran’ın aksine Seda Akman’ın oyunculuğundaki Gülbahar Hatun’un II. Bayezid’in sultanlığı döneminde fazlaca söz sahibi olması. Yani Süleyman’ın kadın yönlendirmeciliğine oğlunu kurban veren Mahidevran gibi şanssız değil. Bu özelliğine karşın Gülbahar Hatun’un dizide arka plana atılarak Çiçek Hatun’un tıpkı Hürrem gibi öne çıkartılmasını da yadırgamamak elde değil. Bakalım ilerleyen bölümlerde nasıl bir tablo sergilenecek.
Kızlar Ağası Elmas’ın ‘Muhteşem Yüzyıl’dan Sümbül Ağa’ya denk düştüğü ve İbrahim Selim’in başarılı tiplemesiyle anında kendi gücünü yarattığı diziyle ilgili anlamsız aşırılıkları özellikle vurgulamaya çalıştığımız ve Aksak Timur’un sözüyle başlattığımız bu ilk eleştiri yazımızda son söz, yerinde yurdundan sökülüp zorunlu göçe tabi tutulan ve yerlerine Türkmenlerin yerleştirildiğini söyleyen Karamanlıların içinde karşımıza çıkan Pir Çelebi’den gelsin… ‘Allah, aşırı gidenleri sevmez’!
@Fks14 @beyazsoy @Forumdash @china_shangai @mrt-06 @Almila @sokak sanati @OzaN @yatutarsa