Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
"In case I don't see you... good afternoon, good evening, and good night,"
90'lı yılların tekniğine rağmen ve türündeki komedi unsurunun tam aksine oldukça dram yönüne sahip, 90'lı yılların sonlarında sinema dünyasının en popüler konularından biri haline gelen yaşamın gerçekliğini sorgulama temalı oldukça kaliteli ve bir o kadar da özgün, eşine az rastlanır cinsten çok sağlam bir film. Konu olarak pek benzerlik olmasa da her zaman Groundhog Day ve Sil Baştan (Google'dan copy paste yapmaya üşendim filmin adını) filmlerine benzetmişimdir.
Doğduğu andan itibaren tüm hayatının gizli kameralarla an be an kayıt altına alınması ve gökyüzü de dahil bütün çevresininin, çevresindeki her şeyin kurgunun bir parçası olması fikri çok iyi. Daha bu filmden haberdar bile değilken, çocukken benim bile aklıma gelmişti aslında birileri tarafından izleniyor olma fikri.. Adamlar çok önceden düşünüp beyaz perdeye aktarmışlar bile.
Ozark'ın Wendy'si o dönemde de harikaymış, halen öyle. Özellikle reklam ürünleri tanıtma kısımları çok güzeldi.
Film genel anlamda, oldukça iyi olsa da nedendir bilinmez sanki bana hep bir şeyleri eksik veya olmamış gibi geldi teknik açıdan. Yani, son sahnesi dahi hiçbir sahnesinde şok edici, vurucu bir sahne hissi yaşamadım. Ama parça parça değil de genel olarak ele alındığında oldukça tat bırakan ve tüyler ürperten bir film olarak sinema tarihine adını yazdırdı.
Konusu olarak oldukça ses getiren bir Jim Carrey yapımı ve oldukça güzel bir eleştiri. Herkesin izlemesi gereken bir film daha fakat şaheser değil o yüzden puanım biraz düşük olacak 8.2
Döneminde çok ses getirmişti...
Farklı bir yapımdı bana göre;Jim Carrey kariyeri içinde sağlam bir film oldu bana göre.
Ama bana görede bir başyapıt değildir.
Garip bir film, konusunu anlamak ve odaklanmak biraz zaman aldı ve ilk yarım saatini falan izlerken neden Truman dedirtti bana. Jim Carrey oldukça başarılı bir oyuncu ve burda da harika oynamış. Filmi tek başına götürmüş çünkü başka öne çıkan oyunculuk ve karakter yoktu. Doğduğundan beri her hareketi her yaptığı ve her gittiği yerler tüm dünyada izlenilmekte. Filmin sonunda hâlâ tam anlayamasamda kendini izlettiriren bir film oldu. Keşke o kapıdan çıktıktan sonraki hayatının bir kısmını da izleyebilseydik ama biz de Truman'ı izleyen tüm o insanlar gibi sadece o adadaki hayatını izlemiş olduk 7.2/10
Çekildiği dönem de göz önüne alındığında oldukça orijinal ve farklı bir yapım. Jim Carrey’in başarılı bir performans sergilemiş. Film benim için son derece ilgi çekici bir şekilde başlayıp devam etse de filmin son kısımlarından hiç tatmin olmadım, etkilemedi beni. Yukarda da denildiği gibi eksik bir şeyler kalmış. 7.5/10
Benim için net bir başyapıt, türünün en iyilerinden. Sadece dönemine damga vuran filmlerden biri olmakla kalmamış artık günlük hayatımızın bir parçası olmuş bir film ve hayatın her alanında bu filme referanslar yakalamak mümkün.
Öncelikle bu tip ilginç fikirleri çok seviyorum. Benim için de Groundhog Day ile benzer yerde bir filmdir ki ona da bayılırım. Bu iki filmin de ortak noktası son derece yaratıcı bir fikirle ortaya çıkıp içine hafif komedi katıp izlerken eğlendirmeleri, fakat aynı zamanda çok güçlü alt metinleri olması. Bu film de çok anlamlı, izlerken pek çok mesajlar çıkarılabilen bir film. Bu mesajların bazıları çok bariz iken bazıları için biraz daha kurcalamak üzerinde düşünmek gerekiyor.
En bariz mesaj televizyon dünyasının sömürücülüğü üzerine elbette. Bir insanın hayatı söz konusuyken onun yaşamını bir film gibi izlemek acınası ve bununla birlikte gerçekçilikten uzak gibi geliyor. Fakat bunu aslında hepimiz zamanında yaptık ve pek çoğumuz hala yapıyoruz. Kişilerin özel hayatları üzerine yapılan reality programlarını tüm dünyada milyonlar izliyor. Bizde de aslında yıllardır hep en çok izlenenlerden. Tabii buradaki durum isteğe bağlı değil o ayrı bir konu. Fakat onun da bir karşılığı var ki magazin... Jim Carrey de zaten bu role hazırlanmasının zor olmadığını magazinciler ve hayranlar yüzünden Truman'ınkine benzer sürekli gözetlenen bir hayat yaşadığını söylemiş. Magazin dünyasının bu filmde yaşananlardan neredeyse hiçbir farkı yok...
Bir diğer konu insanın kendine sunulanı kabul etmesi ve arkasını aramamasıyla ilgili. Truman da uzun süre bunu yapıyor ve kendisine verileni sorgulamıyor. Etrafındaki olayların garipliğini normal karşılıyor ve olduğu gibi kabul ediyor. Burada da aslında bir sistem eleştirisi, politik eleştiri yapıyor film. Ed Harris'in karakteri başımızdaki büyük güç, Truman ise sistemi kabullenmiş tepkisiz halk... Tabii her baskıcı rejimin bir patlama eşiği olmuştur ve filmde de bu yaşanıyor...
Başka bir konu ise filmin sonunda Truman'ın kendine sunulan hayatı kabul etmemesi. Aslında Ed Harris'in karakterinin söylediklerinin bir doğruluk payı var. Truman'a ideal bir hayat sunuyor. Güzel bir eş, sürekli izlenen güvenlikli bir yaşam, her ihtiyacında yanında olan bir arkadaş, hiçbir tehlike yok. Kağıt üzerinde her şey çok güzel. Fakat her şeye rağmen insan hayatındaki en önemli güzellik kendi kararlarını verebilme. Pek çok kişinin ideal olduğunu düşündüğümü hayat o kadar da toz pembe değil... Hayat engelleriyle de güzel...
Pek çok ek mesaj da çıkarılabilir filmden ama bu kadarı bile yeterli. Ayrıca seyir zevki olarak da genel anlamda çok başarılı. Konuyla ilgili akla gelebilecek pek çok detay işlenmiş. Örneğin kutudan televizyona çıkan adam.
Jim Carrey'nin de kariyerinin en iyi iki performansından biri şüphesiz. (Diğeri de Eternal Sunshine of the Spotless Mind)
Benim için net bir başyapıt, türünün en iyilerinden. Sadece dönemine damga vuran filmlerden biri olmakla kalmamış artık günlük hayatımızın bir parçası olmuş bir film ve hayatın her alanında bu filme referanslar yakalamak mümkün.
Öncelikle bu tip ilginç fikirleri çok seviyorum. Benim için de Groundhog Day ile benzer yerde bir filmdir ki ona da bayılırım. Bu iki filmin de ortak noktası son derece yaratıcı bir fikirle ortaya çıkıp içine hafif komedi katıp izlerken eğlendirmeleri, fakat aynı zamanda çok güçlü alt metinleri olması. Bu film de çok anlamlı, izlerken pek çok mesajlar çıkarılabilen bir film. Bu mesajların bazıları çok bariz iken bazıları için biraz daha kurcalamak üzerinde düşünmek gerekiyor.
En bariz mesaj televizyon dünyasının sömürücülüğü üzerine elbette. Bir insanın hayatı söz konusuyken onun yaşamını bir film gibi izlemek acınası ve bununla birlikte gerçekçilikten uzak gibi geliyor. Fakat bunu aslında hepimiz zamanında yaptık ve pek çoğumuz hala yapıyoruz. Kişilerin özel hayatları üzerine yapılan reality programlarını tüm dünyada milyonlar izliyor. Bizde de aslında yıllardır hep en çok izlenenlerden. Tabii buradaki durum isteğe bağlı değil o ayrı bir konu. Fakat onun da bir karşılığı var ki magazin... Jim Carrey de zaten bu role hazırlanmasının zor olmadığını magazinciler ve hayranlar yüzünden Truman'ınkine benzer sürekli gözetlenen bir hayat yaşadığını söylemiş. Magazin dünyasının bu filmde yaşananlardan neredeyse hiçbir farkı yok...
Bir diğer konu insanın kendine sunulanı kabul etmesi ve arkasını aramamasıyla ilgili. Truman da uzun süre bunu yapıyor ve kendisine verileni sorgulamıyor. Etrafındaki olayların garipliğini normal karşılıyor ve olduğu gibi kabul ediyor. Burada da aslında bir sistem eleştirisi, politik eleştiri yapıyor film. Ed Harris'in karakteri başımızdaki büyük güç, Truman ise sistemi kabullenmiş tepkisiz halk... Tabii her baskıcı rejimin bir patlama eşiği olmuştur ve filmde de bu yaşanıyor...
Başka bir konu ise filmin sonunda Truman'ın kendine sunulan hayatı kabul etmemesi. Aslında Ed Harris'in karakterinin söylediklerinin bir doğruluk payı var. Truman'a ideal bir hayat sunuyor. Güzel bir eş, sürekli izlenen güvenlikli bir yaşam, her ihtiyacında yanında olan bir arkadaş, hiçbir tehlike yok. Kağıt üzerinde her şey çok güzel. Fakat her şeye rağmen insan hayatındaki en önemli güzellik kendi kararlarını verebilme. Pek çok kişinin ideal olduğunu düşündüğümü hayat o kadar da toz pembe değil... Hayat engelleriyle de güzel...
Pek çok ek mesaj da çıkarılabilir filmden ama bu kadarı bile yeterli. Ayrıca seyir zevki olarak da genel anlamda çok başarılı. Konuyla ilgili akla gelebilecek pek çok detay işlenmiş. Örneğin kutudan televizyona çıkan adam.
Jim Carrey'nin de kariyerinin en iyi iki performansından biri şüphesiz. (Diğeri de Eternal Sunshine of the Spotless Mind)
Daha alttaki yorumları görünce senin puan normal geldi zaten senin puanlama sistemini biliyorum. Zaten 10 puan da vermiyorsun.
Bir kere zaten sen 100 üzerinden puan veriyorsun ben 20 üzerinden. 21 tane film izlesem illa iki filme aynı puanı vermiş olacağım. Bu iki filmin birebir aynı olduğu anlamına gelmez. 10'luk puan sisteminde de 4 altı puanlar kolay kolay kullanılmadığından dolayı bu çakışma ihtimali çok daha yüksek. Ben iki film arasında ciddi bir kalite farkı olduğunu da düşünmüyorum.
Daha alttaki yorumları görünce senin puan normal geldi zaten senin puanlama sistemini biliyorum. Zaten 10 puan da vermiyorsun.
Bir kere zaten sen 100 üzerinden puan veriyorsun ben 20 üzerinden. 21 tane film izlesem illa iki filme aynı puanı vermiş olacağım. Bu iki filmin birebir aynı olduğu anlamına gelmez. 10'luk puan sisteminde de 4 altı puanlar kolay kolay kullanılmadığından dolayı bu çakışma ihtimali çok daha yüksek. Ben iki film arasında ciddi bir kalite farkı olduğunu da düşünmüyorum.
Jim Carrey var diye filmi komedi sanıp kimse izlemesin bence. Bu film sonuna kadar dramdır. Truman'ın o hayal kırıklığı sahnelerindeki dramı veremeyen filmler biliyorum ben. Film bir de özgün olunca ayrı bir sempatik geliyor. Türünün tek örneği diyeceğimiz cinsten bir film.
Maske'den sonra en sevdiğim Jim Carrey filmi olabilir. Kendisi olağanüstü bir komedyen ama yeri geldiğinde dramda da yıldızlaşıyor. Süresinin kısa olmasından yakındığım nadir işlerden olabilir.
Film televizyonun gücünü ve bir nevi de kapitalizmi güzel bir şekilde eleştirmiş. Belki kimilerine ideal bir yaşam gibi gelmiş olabilir ama burada her şeyden habersiz yaşam süren birisinin hikayesi işlenmiş.
Oldukça etkileyici bir film... Özgün konusu bir yana filmin konusunun ve verdiği mesajların ağırlığı filmin değerini epey bir artırıyor. Belki de hemen herkesin aklından geçen, hayatım bir dizi olsa nasıl olurdu fikrini böyle bir sinematik tecrübe ile görmek muazzam bir şey. Teknik olarak, kamera çekimleri değişik değişik çekim açıları falan bence kusursuza yakın olmuş... Senaryosunun da orjinalliğinin yanında, komedi ve dramatik unsurları filmin seyirciye bıraktığı etkiyi oldukça artırmış.
Jim Carrey zaten kariyer performansını sergilemiş. Truman gibi bir karakteri yansıtmak için sanki başka bir simayı düşünemiyorsunuz izlerken. Belki başka bir oyuncu oynasa bu samimiyeti ve yüz ifadelerini aynı duyguyla izleyemeyeceksiniz. O denli özdeşleşmiş karakterle. Ancak Oscar adayı bile olamaması gerçekten ilginç olmuş o dönem için. Ed Harris de epey etkileyici bir performans sunmuş.
Çıkış fikrinin üzerinden filmin tam olarak tüm gerçekleri açıkladığı ve dış dünyayı gösterdiği orta kısma kadar aslında film Truman açısından gizemli bir hava ile ilerliyor. Ancak tüm insanların bu kurmaca şovun bir parçası olduğu hemen hemen filmin başında veriliyor diyebiliriz. Zaten filmin derdi bu değil. Film karakterin duyguları üzerine ilerliyor. Truman çevresindekileri keşfedene kadar bir çok şey yaşıyor. Birçok şey yaşarken de bu kusursuz dünyanın aslında ne kadar kusurlu olduğu mesajını hem gerçek dünyaya hem de seyirciye gösteriyor. Oldukça anlamlı ve sert mesajlara sahip bir film.
Final kısmındaki müziklerle yaşanılan deniz macerası filmin en muazzam kısımları... Christof'un neredeyse Truman'ı öldürecek kadar ileriye gitmesi, tüm bunlara rağmen Truman'ın kendi özgür iradesinin peşinden gidip ölümü göze alması... Ve en sonunda gerçekleri resmi olarak öğrendiğini görmesi. Ed Harris son sahnede o kadar başarılı oynamış ki ses tonuyla resmen insanı etkisinde bırakıyor. Dış dünyada ilgi çekici hiç bir şeyin olmadığını ve buranın güvenli olduğunu söylediği kısım gerçekten etkileyici. Film mesajını hiç sakınmadan veriyor ve seyircinin çıkaracağı dersleri seyirciye bırakıyor. Truman'ın son klasik diyaloğu ile de yüzlerde tatlı bir tebessüm bırakarak noktalanıyor...
Türünün en iyilerinden birisi olması bir yana yılını düşününce öncülerinden de birisi. Bir klasik olarak görülmeyi sonuna kadar hak eden büyük bir film. Belki biraz tahmin edilebilir ilerlediği için ve süresi kısa olduğundan dolayı bazı kısımları detaylı işleyemedikleri için tam olarak kusursuz değil diyebilirim, en azından kendi açımdan. Ancak yine de başyapıt titrini sonuna kadar hak eden bir film...
Allah bu başyapıt etkinliğini düşünen ve yapandan razı olsun diyerek yorumlarıma başlıyorum. Bu kadar bilinen filmleri yıllardır izlemeyi planlıyordum ama hep erteliyordum. Pek bir film kültürüm yoktu şu son 2 yıla kadar. Keşke daha önce izleseymişim dediğim bir filmdi yine...
Bana göre gerçek bir başyapıt... Jim Carrey'nin efsane oynadığı, konusunun, verdiği mesajın efsane olduğu ve son sahnesiyle insanın uzun bir süre düşünmesine fırsat veren bir film. İtiraf etmeliyim, başta hiçbir şey anlamadığımı düşündüm ama sonrasında gizemiyle sonuna kadar götürdü film.
Yaşamının en başından beri her tarafında kameralarla hayatının izlenmesi, yanındaki herkesin ve her şeyin birer kurgu veya dekordan oluşması... Eşin, dostun, annen, baban... Ve televizyonculukla ilgili verilen mesaj da çok güzel filmde. Programın yaratıcısının, izlenilirliği artırmak için babayı ya da yeni bir kadını sokması, bunu reyting malzemesi yapması o kadar tanıdık geldi ki...
Sana sunulanı sorgusuz, şüphesiz kabul etmek ve onu yaşamak, sonrasında bunun farkına varmak ve ve sana kabul ettirilen o tüm kalıpları, hayatı reddedip özgürlüğe açılmak... Üstelik bunu son sahnede verdiği deniz görüntüsüyle çok da güzel sonlandırıyor film...
Son olarak Brooklyn Nine-Nine'daki Scully'i kadroda görünce çok sevindim. Sevdiğim bir isim.
Öncelikle film hakkında söylenebilecek her şey söylenmiş, o yüzden fazla uzatamayacağım. Yorum yapan tüm arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyorum...
Gerçekten etkileyici bir film ama sadece bu kadar değil elbette. Her şeyden önce konusu çok orijinal, yılına göre değerlendirirsek inanılmaz bir fikir... Fakat bunu salt dram veya salt komedi üzerinden anlatmıyor film, bence başardığı en büyük şey de bu. Dramı ve komediyi birleştirmek, bir arada anlatmak zordur fakat burada bu iki türün kusursuz bir birleşimini görüyoruz. Göze sokulmadan verilen mesajların tümü de şahane tabii.
Jim Carrey'nin kariyer performansı diyebiliriz rahatlıkla, müthiş oynamış gerçekten. Ozark'ın Wendy'si Laura Linney'i de görüyoruz filmde, onun da performansı gayet yerinde. Hatta çoğu zaman yine sinir bozucu... Ed Harris üstad için söylenecek söz yok zaten, Westworld'ü satın alma fikri buradan gelmiş aklına herhalde.
Başta söylediğim gibi söylenebilecek hemen her şey söylendiği için spoiler kutucuğu içerisinde bunları tekrarlamama gerek yok. Sadece filmin yönetmeni çok sevgili Peter Weir'a da saygılarımı iletiyorum...
Yıllar önce izlediğim ve etkinlik vesilesiyle tekrar hatırladığım, Jim Carrey’nin oynadığı Truman rolüyle devleştiği bir filmdi. Konusu itibariyle oldukça özgün ve bu yüzden 5 dakika sonra bile ne olacağını kestiremiyorsunuz. Ayrıca yazılan repliklerin bazıları çok anlamlıydı, özellikle ‘’Bizler dünyanın gerçeklerini, bize sunulduğu kadarıyla kabulleniriz. Olay aslında bundan ibaret.’’ Filmin ve bir nevi hayatın özeti gibi bir söz...
Bana göre filmin tek olumsuz yanı sonuydu. Truman’ın sonraki hayatını gösterseler (bu showun ondaki etkisini, insanlarla ilişkisini vs.) bence daha anlamlı olurdu. Onun dışında gayet iyi bir filmdi diyebilirim.
Bu site, içeriği kişiselleştirmek, deneyiminize uyarlamak ve kayıt olmanız durumunda giriş yapmanızı sağlamak için yasal düzenlemelere uygun çerezler (cookies) kullanır.
Bu siteyi kullanmaya devam ederek, çerez kullanımına izin veriyorsunuz.