Yürürlüğe girdiği 1952 yılından buyana değişiklik ve ilavelerle yaz-boz tahtasına çevrilen 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, bir kez daha gündemde. Ali Eyüboğlu'nun yazısına göre, Kanun'a değişiklik getirilecekmiş. Ürün yerleştirme ve bant reklam için eser sahibinin izni şart koşuluyormuş. Böylece eseri yaratanlara da gelir kapısı açılacakmış. Kablolu vs. gibi yayınlardaki tekrar oynatımlarından gelecek pay da cabası olacakmış. Miş, mış, muş…
Öncelikle, eser sahiplerinin yasalarla koruma altına alınmasının, bomba, bir durum olmadığını belirtelim. Yıllardır kâğıt üstünde mevcut olan, ancak ne yazık ki çeşitli formüllerle delinen ve uygulanma fırsatı bulamayan yasalar bugün yeni bir şeymiş gibi sunulmaya çalışılmakta.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, eser sahiplerinin manevi ve mali haklarını zaten belirlemiş durumda. İşleme eserleri ve bağlantılı hak sahipliğini de ele alan Kanun, eser sahibinin mali haklarını; işleme, çoğaltma, yayma, temsil(sunum), yayın ve paylaşma başlıklarıyla vermekte. Manevi haklar ise eser sahibine, eserini istediği zaman ve tarzda kamuya sunma, eserde değişiklik yapılmasını yasaklama ve bütünlüğünü koruma hakkını tanımakta. 5846 Sayılı Kanun'un kapsamına ilave maddelerle İnternet ortamındaki yayınlar da eklenmiş ve eser sahiplerinin oralardaki kullanımlardan doğacak zararları da giderilmeye çalışılmış. Ayrıntılarını merak edenler yasayı inceleyebilir.
Televizyon ve radyodaki yapımlarda yer alan reklamların durumuysa, 3984 Sayılı Radyo Televizyon Kanunu'nda mevcut. Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik de reklam düzenlemeleriyle ilgili hükümleri tekrarlar. Reklamların program bütünlüğü, değeri ve hak sahiplerinin haklarını zedelemeyecek biçimde yapıma yerleştirilebileceği buradaki maddelerle vurgulanmıştır.
O halde soruyorum… Mevcut kanunlar bugüne kadarki bant reklamlarda, ürün yerleştirmelerde ya da özet-tekrar yayınlarda zaten eser sahibine söz hakkı veriyorken kim bunlardan faydalanabilmiş? Hak sahiplerini ki, bunlar yapımda emeği geçen herkes, devre dışı bırakmanın formülü gayet basit olduğu için, herhalde hiç kimse.
Defalarca telif ödememenin formülü, eserin sahibinin tüm mali haklarını yazılı olarak başkalarına sınırlı veya sınırsız devredebileceğini söyleyen maddede gizli!
Şimdi ufak tefek değişikliklerle 5846 Sayılı Kanun'la oynansa ne olur, oynanmasa ne olur… Minareyi çalmaya niyetlenen, kılıfını her zaman çok önceden hazırlayacaktır. Ne normal yayınlar, ne de karasal vericiler dışında gerçekleştirilen hiçbir şekilde etkilenmez. Zincirin ilk halkası yapımcıdan kopuk gelmekte çünkü. Senarist, tüm haklarını sattığı sözleşmeye imza atmıyor mu? İsterse atmasın. Atacak bulunur nasılsa! Bağlantılı hak sahibi sayılan oyuncular ve diğerleri için de aynısı geçerli. Bu sistemle ortaya çıkartılan diziyi, kanala sunan yapımcı için durum biraz daha avantajlı ama özünde o da aynı çarkın içinde. Son halka, kanallar. Hem reklam kısıtlamasına gitmek, hem de her oynattıkları için para ödemek işlerine gelir mi? Gelseydi zaten mevcut yasalar doğrultusunda bunu çoktan yapmaları gerekirdi. Ödemediklerine göre, demek ki aynı sözleşme formülünü onlar da uygulamakta.
Sözleşmeyle hak devrinin dışında bir diğer seçenek, 'iç yapımlar'! Kanallar, dışarıdan dizi ve program alacaklarına gelirin içeride kalmasını sağlayacak yola ağırlık verip işlerini yine yürütürler.
Demokrasilerde çarenin tükenmediği gibi, ticarete odaklanan yayıncılıkta da formül sınırsız… En zahmetsizi, yerli dizilerin yerine Amerikan yapımlarına ağırlık vermek! Gelişmiş sektörleri sayesinde, ürettikleri dizi ve filmlerle dünya piyasasına hâkim olan Amerikalılar maliyetlerini iç piyasada çıkarttıkları yapımlarını nasılsa ucuz fiyata pazarlamaya hazır.
Bugüne kadar Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi'nin gereklerine ya da zorunlu kültür-eğitim-Türk Halk ve Sanat Müziği yayın sürelerine çok mu uyuluyor ki yeni düzenlemelerden çekinilsin… Daha olmadı kanallar tamamen yabancılara satılır. Onlar da doğrudan kendi programlarını getirirler. Yorgan gider, kavga biter!
Bir ilave; 'Koyu Kırmızı'nın devamı için(aslında dizisi yayından kaldırılanlar arasında yer almamak için) Özgü Namal ücretsiz, diğer oyuncular da yarı yarıya indirimle birkaç bölüm daha oynayabileceklerini belirtmişler. Kendilerini, 13. bölümde bitmesi çoktan kararlaştırılmış olan dizinin takipçileri adına, tebrik ediyor; nafile özverilerini de, telif yaptırımlarının delinmesinde 'duygusal' seçenek olarak yayıncılara sunuyorum.
Dedik ya, kıyamet kopartmaya; boş yere eser sahiplerine umut pompalamaya gerek yok. Hem canım, kanallar sayesinde isimleri duyuluyor; eserleri, değerlendirilip dünyaya yayılıyor; oyuncu sıfatıyla onurlandırılıyorlar, üstelik ücret de alıyorlar… Eser sahiplerinin ve bağlantılarına bunlar yeter de artar bile. Reklam gelirlerinden RTÜK'e pay ödeyen, bir sürü insana iş imkânı sağlayan, kâr etmedikleri için yabancılarla ortaklığa giden kanallardan bir de 'telif' mi bekleyecekler? Bırakınız bu işleri… Çekiniz, 90 dakikayı aşkın dizilerinizi. Sahi, bir zamanlar '90 Dakikaya Hayır' hareketi başlatılmıştı; ne oldu ona? 'Sözleşme'lerle vazgeçilen telif gibi elde patladı galiba!
Öncelikle, eser sahiplerinin yasalarla koruma altına alınmasının, bomba, bir durum olmadığını belirtelim. Yıllardır kâğıt üstünde mevcut olan, ancak ne yazık ki çeşitli formüllerle delinen ve uygulanma fırsatı bulamayan yasalar bugün yeni bir şeymiş gibi sunulmaya çalışılmakta.
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, eser sahiplerinin manevi ve mali haklarını zaten belirlemiş durumda. İşleme eserleri ve bağlantılı hak sahipliğini de ele alan Kanun, eser sahibinin mali haklarını; işleme, çoğaltma, yayma, temsil(sunum), yayın ve paylaşma başlıklarıyla vermekte. Manevi haklar ise eser sahibine, eserini istediği zaman ve tarzda kamuya sunma, eserde değişiklik yapılmasını yasaklama ve bütünlüğünü koruma hakkını tanımakta. 5846 Sayılı Kanun'un kapsamına ilave maddelerle İnternet ortamındaki yayınlar da eklenmiş ve eser sahiplerinin oralardaki kullanımlardan doğacak zararları da giderilmeye çalışılmış. Ayrıntılarını merak edenler yasayı inceleyebilir.
Televizyon ve radyodaki yapımlarda yer alan reklamların durumuysa, 3984 Sayılı Radyo Televizyon Kanunu'nda mevcut. Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik de reklam düzenlemeleriyle ilgili hükümleri tekrarlar. Reklamların program bütünlüğü, değeri ve hak sahiplerinin haklarını zedelemeyecek biçimde yapıma yerleştirilebileceği buradaki maddelerle vurgulanmıştır.
O halde soruyorum… Mevcut kanunlar bugüne kadarki bant reklamlarda, ürün yerleştirmelerde ya da özet-tekrar yayınlarda zaten eser sahibine söz hakkı veriyorken kim bunlardan faydalanabilmiş? Hak sahiplerini ki, bunlar yapımda emeği geçen herkes, devre dışı bırakmanın formülü gayet basit olduğu için, herhalde hiç kimse.
Defalarca telif ödememenin formülü, eserin sahibinin tüm mali haklarını yazılı olarak başkalarına sınırlı veya sınırsız devredebileceğini söyleyen maddede gizli!
Şimdi ufak tefek değişikliklerle 5846 Sayılı Kanun'la oynansa ne olur, oynanmasa ne olur… Minareyi çalmaya niyetlenen, kılıfını her zaman çok önceden hazırlayacaktır. Ne normal yayınlar, ne de karasal vericiler dışında gerçekleştirilen hiçbir şekilde etkilenmez. Zincirin ilk halkası yapımcıdan kopuk gelmekte çünkü. Senarist, tüm haklarını sattığı sözleşmeye imza atmıyor mu? İsterse atmasın. Atacak bulunur nasılsa! Bağlantılı hak sahibi sayılan oyuncular ve diğerleri için de aynısı geçerli. Bu sistemle ortaya çıkartılan diziyi, kanala sunan yapımcı için durum biraz daha avantajlı ama özünde o da aynı çarkın içinde. Son halka, kanallar. Hem reklam kısıtlamasına gitmek, hem de her oynattıkları için para ödemek işlerine gelir mi? Gelseydi zaten mevcut yasalar doğrultusunda bunu çoktan yapmaları gerekirdi. Ödemediklerine göre, demek ki aynı sözleşme formülünü onlar da uygulamakta.
Sözleşmeyle hak devrinin dışında bir diğer seçenek, 'iç yapımlar'! Kanallar, dışarıdan dizi ve program alacaklarına gelirin içeride kalmasını sağlayacak yola ağırlık verip işlerini yine yürütürler.
Demokrasilerde çarenin tükenmediği gibi, ticarete odaklanan yayıncılıkta da formül sınırsız… En zahmetsizi, yerli dizilerin yerine Amerikan yapımlarına ağırlık vermek! Gelişmiş sektörleri sayesinde, ürettikleri dizi ve filmlerle dünya piyasasına hâkim olan Amerikalılar maliyetlerini iç piyasada çıkarttıkları yapımlarını nasılsa ucuz fiyata pazarlamaya hazır.
Bugüne kadar Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi'nin gereklerine ya da zorunlu kültür-eğitim-Türk Halk ve Sanat Müziği yayın sürelerine çok mu uyuluyor ki yeni düzenlemelerden çekinilsin… Daha olmadı kanallar tamamen yabancılara satılır. Onlar da doğrudan kendi programlarını getirirler. Yorgan gider, kavga biter!
Bir ilave; 'Koyu Kırmızı'nın devamı için(aslında dizisi yayından kaldırılanlar arasında yer almamak için) Özgü Namal ücretsiz, diğer oyuncular da yarı yarıya indirimle birkaç bölüm daha oynayabileceklerini belirtmişler. Kendilerini, 13. bölümde bitmesi çoktan kararlaştırılmış olan dizinin takipçileri adına, tebrik ediyor; nafile özverilerini de, telif yaptırımlarının delinmesinde 'duygusal' seçenek olarak yayıncılara sunuyorum.
Dedik ya, kıyamet kopartmaya; boş yere eser sahiplerine umut pompalamaya gerek yok. Hem canım, kanallar sayesinde isimleri duyuluyor; eserleri, değerlendirilip dünyaya yayılıyor; oyuncu sıfatıyla onurlandırılıyorlar, üstelik ücret de alıyorlar… Eser sahiplerinin ve bağlantılarına bunlar yeter de artar bile. Reklam gelirlerinden RTÜK'e pay ödeyen, bir sürü insana iş imkânı sağlayan, kâr etmedikleri için yabancılarla ortaklığa giden kanallardan bir de 'telif' mi bekleyecekler? Bırakınız bu işleri… Çekiniz, 90 dakikayı aşkın dizilerinizi. Sahi, bir zamanlar '90 Dakikaya Hayır' hareketi başlatılmıştı; ne oldu ona? 'Sözleşme'lerle vazgeçilen telif gibi elde patladı galiba!