TürküLerimiz ve HikayeLeri

dRaqa0

Konu Sahibi
Favori Üye
Katılım
22 Eylül 2008
Mesajlar
2,578
Reaksiyon puanı
103
Puanı
185
Konum
Margáir
Web Sitesi
www.favoriforumum.net
Bir Yıldız Doğdu Yüceden
Bir yaz mevsimi koyunculuk yapan bir grup yaylaya çıkar. Bu grup içinde sözlü olan iki de genç vardır. Gençler yaylada rahatça buluşabilecekleri için seviniyorlardı. Çünkü köyde evleri yakın olduğu için komşuların görme tehlikesi vardı. Bir gün iki sevgili gündüzden bir buluşma yeri tespit ederler ve derler ki; bu gece şu kayanın dibinde buluşalım. Gece olur ve oğlan erken saatte kayanın dibinde ayın inmesini ve sevgilisinin gelmesini bekler. Şans bu ya; ay iner inmez arkasından yörede "Sarı Yıldız" adı verilen Şafak Yıldızı doğar ve ay ışığından hiç de farkı olmayan yıldızın şavkı her yeri aydınlatır. Bu yüzden kız da kendisini bir gören olur diye sevgilisinin yanına gelemez. Oğlan da o gece sevgilisi ile buluşmasına engel olan sarı yıldıza bu türküyü söyler.
 

dRaqa0

Konu Sahibi
Favori Üye
Katılım
22 Eylül 2008
Mesajlar
2,578
Reaksiyon puanı
103
Puanı
185
Konum
Margáir
Web Sitesi
www.favoriforumum.net
Bodrum Hakimi

İntihar eden Mefaret Hanım'ın öyküsü yarım asırdır filmlere konu oldu, türküsü Bodrum ve Milas yöresinin dilinden düşmedi ama kimse "gerçeği" bilemedi. Bodrum Hakimi, şimdi, Tolga Çandar'ın çıkardığı "Türküleri Egenin 2" albümüne adını verdi. İşte size birden fazla gerçeği olan yaşanmış bir öykü.

Bodrumlular erken biçer ekini
Feleğe kurban mı gittin
Bodrum Hakimi

Türkiye'nin ilk kadın hakimlerindendi Bodrum Hakimi. Tek görev yeri Bodrum değildi elbet, ama Bodrumlular onu öyle sevmişlerdi ki... Bu dürüst, gözüpek, "erkek gibi" hakim hanıma saygıyla karışık bir sevgi duyuyorlardı. Aslen nereli olduğu önemli değildi, "Bodrum Hakimi" idi o.

"Mefaret Tüzün (Bodrum Hakimi) Tavşanlı 1906 - Bodrum 1954
Türkiye'nin ilk kadın hakimlerinden olan Tüzün, 24 Eylül 1951 yılında Bodrum'da göreve başladı. Keşiflere at sırtında gidip gelen hakime hanım, cesurluğu ve girişimciliğiyle kısa zamanda yöre halkının sevgisini kazanmıştı. 1954'te kaybettiği nişanlısının ardından Tüzün'ün de beklenmedik ölümü, Bodrum'da büyük üzüntü yarattı. Bodrumlular, Hakim'e olan sevgilerini adına bir türkü yakarak yaşatmaya çalışmışlardır".

Bodrum'da iz bırakanlar takviminde böyle tanıtılıyor Bodrum Hakimi Mefaret Tüzün. Hakkında bundan fazlasını öğrenmek de pek mümkün değil zaten. Denediğiniz zaman resmi makamlardan da Bodrum'un yaşlılarından da aynı tepkiyi alıyorsunuz: "Niye soruyorsunuz? Geçmiş zaman, ne olmuşsa olmuş bitmiş işte, öğrenip de ne yapacaksınız?" Bodrumlular söz birliği etmişçesine 43 yıldır saklıyor Mefaret Hanım'ın ölüme götüren sırrı.

Mefaret Hanım'ın arkasından halkın yaktığı türküyü yıllar sonra seslendirip yeni albümüne alan Tolga Çandar, uzun süre bu sırrın izini sürmüş. Ama zar zor açtığı her kapının arkasında birbirinden farklı öyküler çıkmış karşısına.

Bunlardan bir tanesine göre, Hakim Hanım Bodrum'da bir gence idam cezası vermiş. Bunun üzerine çocuğun ağabeyi onu kaçırıp Turgutreis'in karşısındaki Çatal adalarında tecavüz etmiş. Bundan çok etkilenen Mefaret Hanım da dönüşte kendisini öldürmüş.

Anlatılan diğer öyküler ise ayrıntıları farklı olsa da Mefaret Hanım'ın ölümünün arkasında bir aşk olduğu yolunda. Bunlardan biri, "Bodrum Hakimi" filmine de konu olan öykü. Türkan Şoray'ın bütün azametiyle canlandırdığı muhteşem hakim hanımın hiçbir zor karşısında eğilmeyen başı sonunda bir aşka yenik düşüyordu. Ya sevdiği adama ölüm cezası verecekti, ya da... İkinci yolu seçti Bodrum Hakimi.

Şu Bodrum'un dağlarında ceylanlar dolaşır
Kara haber Mefaret Hanıma pek tez ulaşır

Bodrum'da sıkı sıkı mühürlenmiş ağızlardan yarım yamalak dökülenler ise, hakim hanımın sevgilisinin filmdeki gibi bir suçlu değil, Bodrum'un savcısı olduğu yönünde. Ama bu aşkın Mefaret Hanım'ı neden intihara sürüklediği konusunda rivayet muhtelif. Karşılıksız değildi aşkı besbelli. Ama herhalde evlenemeyeceklerdi. Ama neden? Savcı evli miydi, ya da önce evlilik vaadettiği Mefaret Hanım'ı sonra terk mi etti... Büyük olasılıkla Bodrumlular pek sevdikleri "hakim hanım"larına böyle gayrimeşru bir ilişkiyi yakıştırmak istemediklerinden susuyorlar bu konuda, takvimlerinde bile "nişanlısı" sıfatını kullanmayı tercih ediyorlar.

Mefaret Hanım'ın son gecesine ilişkin anlatılanlar ise daha da hazin. Milaslı Türk sanat müziği bestekarı Zeki Duygulu'nun konseri var o gece. Bodrumlular ciple Milas'ın yolunu tutuyor. Mefaret Hanım da aralarında. Ve o gece konserde bir şarkıyı tam üç kez çaldırıyor:

Uslu dur kadınım çıldırtma beni
Ben artık bildiğin o ten değilim
Bir başka yağmurla ıslak mendilim
Yeter artık ağlatma beni
Uslu dur kadınım çıldırtma beni
Dökülmüş yaprağım, sararmış güzüm
Çiğli kirpiklerle yaşlıdır gözüm
Bu gurbet ellerde ben bir öksüzüm
Yeter artık ağlatma beni
Uslu dur kadınım çıldırtma beni

Bu konser Bodrumlular'ın Mefaret Tüzün'ü son görüşü oluyor. Tolga Çandar o gece kendini asan hakim hanımın ölümünün Bodrum'da ne büyük bir üzüntü yarattığını annesinden dinlemiş. O zamanlar henüz çocuk olan annesi tarlada çalışırken gelen ve mola veren otobüsü ve üstündeki cenazeyi hiç unutmamış. Yıllarca ne bu öykü düşmüş dilinden ne de Bodrum Hakimi'nin türküsü.

Hakim Hanım'ın memleketi Kütahya Tavşan
Hakim Hanım sen eyledin bizleri perişan

Bu Kütahya konusu da ayrı bir muamma. Takvimde de türküde de Mefaret Hanım'ın Tavşanlılı olduğu söylense de bunun aslı yok gibi. Tavşanlı kaymakamıyla konuşan Tolga Çandar Hakim Hanım'ın bir süre Tavşanlı'da görev yaptığını, tıpkı Bodrum'daki gibi yöre halkı tarafından çok sevildiğini, giderken de gözyaşları içinde konvoylarla uğurlandığını öğrenmiş. Mefaret Tüzün'ün gerçekte Tekirdağlı olduğu sanılıyor.

Çandar, kendisini çocukluğundan beri derinden etkileyen bu kadının peşini bırakmamaya kararlı. Elinde Bodrum kaymakamlığından zar zor edindiği sararmış bir fotoğraf var. Hakim'in sevgilisi olduğu söylenen savcıyı aramış, bulamamış, akrabalarına sormuş, öğrenememiş, şimdi Adalet Bakanlığı'nda araştırmalarına devam ediyor. Bu arada da hiç olmazsa bir türküyle bu talihsiz kadına bir selam gönderiyor.

Türkü, Bodrumlular'ın yaktığı bir ağıt ama Milaslı radyo sanatçısı Nazmi Yükselen onu TRT repertuvarına girecek şekilde düzenlemiş ve 60'lı yıllarda plağa okumuş. İşin ilginç yanı, Tolga Çandar Yunan adası Kos'ta da dinlemiş bu türküyü. Hemen sormuş "bu ne?" diye, "karşıda yaşanmış bir öykü" demişler. Şimdi Tolga Çandar'ın sesiyle yeniden hayat buluyor "Bodrum Hakimi"nin öyküsü. Çok sade, tek bir bağlamayla, kırk yıl uzaktan yürekleri dağlamaya devam ediyor:

Nasıl astın Mefaret Hanım ipe de kendini
Altın makas gümüş bıçak ile doğradılar tenini
 

dRaqa0

Konu Sahibi
Favori Üye
Katılım
22 Eylül 2008
Mesajlar
2,578
Reaksiyon puanı
103
Puanı
185
Konum
Margáir
Web Sitesi
www.favoriforumum.net
Boş Beşik
Dağlar deyip başlıyalım. Yüce dağlar, koca dağlar, boy atıp bel veren dağlar.

Yaz gelende on dördünde bir güzel gibi salınıp giden, kış gelende yağmuruna karına meydan okuyan, yüce mi yüce, dost mu dost dağlar.

Kişioğluna elmidir ki anılmasın bu dağlar! Onun yaşamının dışındamıdır ki bilinmesin! Derdine dert katanmıdır ki sevilmesin haa!

İster boy verip başı göklere erişsin; Ağrı densin adına, ister her mevsimde başından duman eksilmesin; Palandöken diye anılsın. İsterse bir yanı deniz, bir yanı bağlık - bahçelik Toroslar olsun. Kimine geçim kaynağı, kimine yurt yeri, kimine mutluluk, kimine karacalı bir öyküdür dağlar... Sevda gibi, yar gibi, türkü olup dilden dile söylene gelen öykülü dağlar.

Benzer bir ela göz geline dağlar...
Öykümüzün geçtiği yer Toroslar.

Güneyin dantel kıyılarında yekinip, Hakkari'nin ayakucundan deli-dolu akıp giden Zap'a kadar varan, dert alıp, derman veren Toroslar...

Baharın ekinler çabuk göverir Toroslar'da. Haziran dedi mi kıyı kesiminin insanı öbek öbek Toros yaylalarını tutar ve Toros yaylalarının yörükleri yeni yeni otlaklar, yeni yeni su başları arar durur.
Çadırlar toplanır, güzeller düşer yüklü develerin peşine, yürü ha yürü yürü ha yürü. Elmalı'dan Gömbe'ye, Gömbe'den Seki'ye, Sekiden Çiçek dağı'na.

Bitip tükünmeyen yol, ardı - arkası gelmeyen göç; bıkmadan ve yorgunluğunu duymadan...

Derler ki, çok eski zamanlarda bir gün, bu yörük obalarından biri gelip Gömbe yakınında Yanıkhan yöresine konuklar.

Yanıkhanlıların önce pek canı sıkılır bu işe... Öyle ya, bir köyün hayvanı için yörenin otlağı az gelirken, buna bir de yörük obasının onca hayvanı ortak olursa can sıkılmaz mı buna? Sonra hayvan dediğin yazın yiyip kışın aç durmuyor ki... Kışı da var bunun.

Neyse, yine de yüzü yumuşak Yanıkhanlıların. Böyle düşünseler de pek bir şey demezler Kırobalılara. Zaten yörük obası da orda kalıcı değildir. Şöyle, yeni bir otlak buluncaya kadar konmuştur Yanıkhan yöresine. Sonra, onca bağdan bahçeden çıkanı kime satacaklar? Elbette rastladıkları yörüklere. Ama az, ama çok.

İşte Yanıkhanlı Fadime de yetim kardeşlerinin yiyeceği, asmadaki beş on salkımı keser, doldurup bir sepete vurur- gider yörük çadırlarına satmaya bir gün.. Nasıl satmasın ki, evin vergisinden tutun da üç yetimin yiyip içeceğine kadar her şey o'na bakıyor. Babası kuyu temizlerken boğulup ölmese, anasının ömrü yetseydi bu işler O'na kalır mıydı? O da el kızları gibi düğün bayramlarda giyinip-kuşanıp bir tek çeyizini çemenini düşünürdü. Ama neylesin ki hal böyle değil. Gerçi komşu oğlu Halil, hem babalık hem kardeşlik eden Fadime'ye ama, yine de Fadime düşünceli... Herşeye Halil koşsun ister mi? Zaten yeteri kadar yük oluyorlar O'na... İşte bunun içinde Halil şehre inince keser asmanın üzümlerini, varır gider yörük çadırlarına satmaya.

Çadırlara yaklaşınca bir ünler, iki ünler, ses yok! Derken, insanlardan önce köpekler duyup koşuşurlar sese. Fadimenin yüreği yekinir köpekleri görünce. Neyse ki çok geçmeden iki yandan, bunlar böyle kime sarar durur ki, diye çadırlardan çıkanlar olur da, kurtarırlar Fadime'yi. Sonra da yaşlı bir yörük kadını, alır çadırına götürür. Yörük beyinin çadırıdır burası.

Yaşlı kadın da karısı. Çadır da çadırdır. Sanki dayalı döşeli bir konak. Su içirir kadın önce Fadime'ye, korkusunu yensin diye... Sonra, şöyle biraz dinlenmesi için uzanmasını söyler. Bir ara çadırın kapısında bir genç görünür. Hemen doğrulur uzandığı yerden Fadime. Kıroba beyinin oğludur bu. Ve avdan dönmektedir. Çadırın kapısına vardığında bir de bakar ki delikanlı, güzellerden güzel bir kız. Hem de kendi çadırlarında. Anası oğlunun sormasına koymadan bir bir anlatır meseleyi.

Delikanlı da; bir yandan anasının anlattıklarını dinler ama, bir yandan kızdadır gözü. Baktıkça da yüreğinin başında şöyle bir kıpırdanma olur. Baktıkça bakası gelir. İster ki, hiç gitmesin bu Yanıkhan'lı güzel kız çadırlarından. Ama bir yandan da dayanamaz onun oracaktaki utanıp sıkılmasına iyi bir fiyatla alır üzümü, uğurlar Yanıkhan'a doğru kızı. Bir yandan da ünler ardından:

-Yine getir üzüm, olmaz mı?
-Olur, der Fadime der ya, beyin bakışlarından biraz ürktüğü için mi, yoksa bir an önce eve varıp yetim kardeşilerini doyurmak için midir nedir, koşar gibi gider Yanıkhan'a.

Fadime'nin bir sürü düşüncesi vardır. Evin algısı - vergisi, kardeşlerinin yiyip giyeceği, harman-hasat... Ya yörük beyinin oğlu net'sin. Yüreğindeki kıpırdanma bir küçücük köz olmuş, bu köz de büyümüş bir koskoca yanar olup çıkmıştır. Kime dert yansın? Anasına dese:

-Emmin kızına hanidir sözledim di ben seni, diyecek. Babasına dese:
-Töremizde yok dışardan kız almak bizim, deyip çıkacak. Kime ne desin? Bir gün böyle, üç gün böyle beş gün böyle...

Hayvanlar yakın çevrede doyunamayıp, yarı aç dönmeye başlarlar. Oba, Seki yaylasına göçecek. Ama yörük beyinin oğlu; ha bugün, ha yarın deyip geçiktirir durur göçü. Delikanlı bir açabilse anacığına derdini, bir razı edebilse Fadime'yi istemeye onları...

Bir süre bakar ki; bu iş öyle beklemekle olacak cinsten değil. Yüzün kızartıp varır anasına anlatır O'na herşeyi.

Ana bakar ki oğlunun hali hal değil, razı olur ve babasına açar meseleyi. Baba da toplar obanın ileri gelenlerini, fikirlerini sorar onların. Kabullenmeyip de ne edecekler Kıroba'nın ileri gelenleri böyle bir isteği. Delikanlı elden gitti - gider. Kabullenirler.

Hemen Yanıkhan imamına elçi gönderilir, istetilir Fadime. İmam duyunca şöyle bir düşünür." Fadime yetim. Halil bakıyor bakmasına ama, yine de yuvasını kurmalı" Sonra varır muhtara, anlatır olanı - biteni. O da Halil'e..

Halil genç... Halil hem Fadime'nin ağası, hem can yoldaşı. Yörükbeyinin oğlundaki yürek de; Halil'deki değil mi? Ama gel gör ki Halil bir kez "yetim" diye elini uzatmış onlara.

Tutup da diyebilir mi "Fadime benimle evlen", diye. Sonra; O eh dese bile el ne düşünür.

-Bak hele Halil'e kızda gözü varmış da onaymış yardımı, demez mi? İmamla muhtar, Halil'e:
-Sen Fadimenin hem kardeşisin, hem babası. Bu işe ne dersin? Kıroba beyinin oğlu ile evlenirse yokluğa tövbe eder fıkara, derler. Ne desin Halil:
-Fadime bilir. Yetim kişi kendi göbeğini kendi keser der, çıkar işin içinden. Ondan sonra Fadime de:
-Yok ben Halil'i isterim diyemez ya! Eh der... Ve uzatmayalım verilir Fadime.

Yörük Beyinoğlu sevinçli. Yörük Beyinin oğlu sabırsız. Ama Halil'in yüreğinin orta yerinde bir yara ki; kanar durur. Kimseciklere de, halim budur, diyemez.

Düğün hazırlıkları bir yandan başlaya dursun, bir yandan da eşe dosta okuntu salınır.

Yollar nice ırak olursa olsun dağ insanı komşudur, birbirine. Erzurum yaylarının yörüklerine değin salınır haber. Duyan gelir, duyan gelir ve bir hafta yenilir içilir, güreş tutulup cirit oynanır. Yarışlar sürer gider. Ve haftanın çarşambasında çeyizle birlikte yetim kardeşlerini gönderip, perşembesinde de Fadime'yi Kırobalılara gelin gönderirler Yanıkhanlılar.

Kişioğlunun alışamadığı şey var mıdır ki Fadime alışmasın gittiği yerin töresine. Oba da düğünün çoğuna kalmadan seki yaylasını, daha sonraki aylarda da yeni yeni yaylaları yurt tutar. Yanıkhan, oradaki arkadaşları, evi ve Halil çok gerilerde kalmıştır artık. Ve yüreğinin başında bir özlem olmuştur hepsi Fadime'nin.

Bir kız gelin olup da eşikten adımını attı mı, baba evini unutmalı derler. Zaten unutmasa net'sin Fadimecik. Böylece aylar, derken yıllar geçer. Yıllar geçer ya hala Fadime'nin çocuğu yoktur. Obadan sevinenler olur buna. Söz edenler olur Fadime'nin kısırlığını...

Ama hepsini içine atar Yanıkhan'lı yörük gelini. Sinesine çeker. Hatta kaynananın, kaynatanın bile yüzü değişir bir zaman sonra. Değişmese bile insana öyle gelir. Böylece gider zaman yedi yılı bulur. Evet, herkesin, Fadime daha çocuk sahibi olamaz, diye düşündüğü sırada, koskoca yedi yıl sonra çocuğa kalır Fadime.

Sonra da; güzel mi güzel, sağlıklı mı sağlıklı bir erkek çocuk dünyaya getirir. Kurtulur herkesin dilinden. Onca yıl kendini iğneleyenlere, nisbet yapanlara karşı durur mu Fadime gayrı. Bu kez o başlar.
Hele bir gün Elmalı yöresine göç kararlaştırınca, her göçte obanın önünden giden kara mayanın üstüne sarar beşiği. Ala kilime sardığı bebeğini de koyar beşiğe.

Devenin ipi elinde, göçün önünden yürümeye başlar. Sevinçten içi içine sığmaz Fadime'nin. Epey yol alırlar, yol mu koyar, yedi yılda bir bulunan bebeğin anasına? Elinde kara mayanın ipi ve kara mayanın üstünde ala kilime sarılı oğlu. Derken bir ormana girerler.

Toroslar'da yağmurun fırtınanın ne zaman geleceği belli olur mu? Bakmışsın karşı yakaya yağmur yağıyor, beri yakada bir kararma, bir fırtına alır yürür. İşte o ara öyle bir karanlık, öylesine bir fırtına sarıverir ki ortalığı. Gözgözü görmez olur. Karanlık sürdükçe ormandaki yol uzar.

Ananın aklı - fikri yavrusundadır. Bir karanlık dağılsa, bir fırtına bitse de kara mayayı çöktürüp, şöyle bağrına basa basa sevebilse yavrusunu.

Uzun bir süre sonra aydınlanır etraf. Zaten oba, ormanın bitimindeki konak yerine de varmıştır. Yükler bir bir indirilmeye başlar. Fadime kara mayayı çöktürür, yavrusunu alıp sevecek. Ama bakar ki, kara mayanın üstündeki beşik boş... Ala kilime sarılı yavrusu yok beşikte.

Ana deliye döner. Bütün obayı sarar kara haber. Dayı hemen atına atlayıp sürer gider ormana doğru bebeği aramaya. Ana yüreği bu. Durabilir mi Fadime? O da yaya düşer yola.

Derken emmi oğluyla doğru giderler orman boyunca gerisin geriye. Anasının gözü uçup gider kuzgunlarda. Ananın gözü dal uçlarındadır... Ve dudaklarında bir ağıt!

Elmalı'dan çıktım yayan
Dayan hey dizlerim dayan
Dayım atlı emmim yaya
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi

Dayı hayli öndedir. Bir ara iki yanına bakarken dalın ucunda asılı kalmış ala kilime gözü ilişir. Varıp ağacın altına yavruyu arar ama, boşunadır araması. Kuzgunlar ağacın altında dolaşmaktadır hala.
İndirir ala kilimi, oracaktaki kemikleri sarar ona. Sonra biraz ilerdeki büyükçe bir taşı kaldırarak altına gömer ve aynı taşla kapatır üstünü.

-Anası görmemeli, bilmemeli, yoksa can mı dayanır buna diye düşünür. Ve zaman geçirmeden döner geriye.
-Bir şeycikler yok oralarda. En ufak bir ize bile rastlamadım, dönelim der karşıdan gelenlere. Gerisin geri dönerler Elmalı yaylasına doğru.

Ama Fadime'nin ayakları geri geri gitmektedir. Bir ara nasıl olduysa yanındakilerin kaşı ile gözü arasında döner geriye, vurur gider ormana. Ve yine ağıt dudaklarında ve yine dizlerini döve döve:

Ala kilime sardığım
Yüksek mayaya koyduğum
Yedi yılda bir bulduğum bebek
Beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi.

Derken bir akkuş belirir önünde. Sanki gel etmektedir bu ağzı dili söylemez hayvan. Sıçraya sıçraya ilerki kayanın başına konar kuş. Fadime de varır kuşun yanına. Yavrusunun orada gömülü olduğundan habersiz çıkarıp atar ayağındaki çizmeyi filan vurur bağrına, söylenir kuzgunlara ağıdında:

Havada kuzgunlar dolaşır
Kargalar üleş bölüşür
Kara haberler dolaşır
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi.

Neden sonra Kırobalılar farkına varır acılı ananın yokluğunu da dönerler geri, aramak için. Ama ne mümkün. Sadece aktaşın yanında kırmızı çizmesine rastlarlar O'nun.

Ve de taşın üstünde bir akkuş dönmektedir.

Dayı bir bir anlatır daha önce gördüklerini. Kırobalılar mezarın üstünde dönen ve kendilerini görünce kaçıp giden bu akkuşu Fadime sayarlar ve yürekleri ferah dönerler Elmalı yaylasına.

Bundan sonrası için derler ki: Fadime o acıyla vurmuş gitmiş aşağı yöreye. Değirmenci Mehmet dayı rastlamış O'na ve bir baba gibi teselli etmiş onu. Kaybolmaz bebek. Çevre köylerden birinden bulan olmuştur. Yaz gelende sorup soruştururuz, demiş.

Ama yine de Fadime alıp başını deli-divane yollara düşmüş. Olacak işte, böyle bir zamanda bulmuş Halil'ini değirmenin yakının da.

Hem ağlayıp, hem eski günleri söylemişler bir bir.

Sonra mı? Sonra iyi yürekli değirmenci bunları baş-göz edip baba mirası değirmeni de onlara bırakıp koyup gitmiş köyüne. Yusuf Ziya Demircioğlu böyle anlatmış, biz de size böyle aktardık.

Evet sayın okurlar, Fadime yine öyle bilsin herşeyi.

Çevre köyden, bilmediği birisine evlat oldu bilsin yavrusunu. Yanıkhanlılar, Kırobalılar, Fadime'nin her dara düşenin yardımına koşan bir akkuş olduğundan söz etsin.

Yanıkhanlı yörük gelini bilmiyor ya olanı biteni. Çocuğun başına gelenleri bilmiyor ya. Ve şimdi Halil'den olan yavruları dönüp dolaşıyor ya evinin yöresinde, yeter.
 

dRaqa0

Konu Sahibi
Favori Üye
Katılım
22 Eylül 2008
Mesajlar
2,578
Reaksiyon puanı
103
Puanı
185
Konum
Margáir
Web Sitesi
www.favoriforumum.net
Boş Beşik
Dağlar deyip başlıyalım. Yüce dağlar, koca dağlar, boy atıp bel veren dağlar.

Yaz gelende on dördünde bir güzel gibi salınıp giden, kış gelende yağmuruna karına meydan okuyan, yüce mi yüce, dost mu dost dağlar.

Kişioğluna elmidir ki anılmasın bu dağlar! Onun yaşamının dışındamıdır ki bilinmesin! Derdine dert katanmıdır ki sevilmesin haa!

İster boy verip başı göklere erişsin; Ağrı densin adına, ister her mevsimde başından duman eksilmesin; Palandöken diye anılsın. İsterse bir yanı deniz, bir yanı bağlık - bahçelik Toroslar olsun. Kimine geçim kaynağı, kimine yurt yeri, kimine mutluluk, kimine karacalı bir öyküdür dağlar... Sevda gibi, yar gibi, türkü olup dilden dile söylene gelen öykülü dağlar.

Benzer bir ela göz geline dağlar...
Öykümüzün geçtiği yer Toroslar.

Güneyin dantel kıyılarında yekinip, Hakkari'nin ayakucundan deli-dolu akıp giden Zap'a kadar varan, dert alıp, derman veren Toroslar...

Baharın ekinler çabuk göverir Toroslar'da. Haziran dedi mi kıyı kesiminin insanı öbek öbek Toros yaylalarını tutar ve Toros yaylalarının yörükleri yeni yeni otlaklar, yeni yeni su başları arar durur.
Çadırlar toplanır, güzeller düşer yüklü develerin peşine, yürü ha yürü yürü ha yürü. Elmalı'dan Gömbe'ye, Gömbe'den Seki'ye, Sekiden Çiçek dağı'na.

Bitip tükünmeyen yol, ardı - arkası gelmeyen göç; bıkmadan ve yorgunluğunu duymadan...

Derler ki, çok eski zamanlarda bir gün, bu yörük obalarından biri gelip Gömbe yakınında Yanıkhan yöresine konuklar.

Yanıkhanlıların önce pek canı sıkılır bu işe... Öyle ya, bir köyün hayvanı için yörenin otlağı az gelirken, buna bir de yörük obasının onca hayvanı ortak olursa can sıkılmaz mı buna? Sonra hayvan dediğin yazın yiyip kışın aç durmuyor ki... Kışı da var bunun.

Neyse, yine de yüzü yumuşak Yanıkhanlıların. Böyle düşünseler de pek bir şey demezler Kırobalılara. Zaten yörük obası da orda kalıcı değildir. Şöyle, yeni bir otlak buluncaya kadar konmuştur Yanıkhan yöresine. Sonra, onca bağdan bahçeden çıkanı kime satacaklar? Elbette rastladıkları yörüklere. Ama az, ama çok.

İşte Yanıkhanlı Fadime de yetim kardeşlerinin yiyeceği, asmadaki beş on salkımı keser, doldurup bir sepete vurur- gider yörük çadırlarına satmaya bir gün.. Nasıl satmasın ki, evin vergisinden tutun da üç yetimin yiyip içeceğine kadar her şey o'na bakıyor. Babası kuyu temizlerken boğulup ölmese, anasının ömrü yetseydi bu işler O'na kalır mıydı? O da el kızları gibi düğün bayramlarda giyinip-kuşanıp bir tek çeyizini çemenini düşünürdü. Ama neylesin ki hal böyle değil. Gerçi komşu oğlu Halil, hem babalık hem kardeşlik eden Fadime'ye ama, yine de Fadime düşünceli... Herşeye Halil koşsun ister mi? Zaten yeteri kadar yük oluyorlar O'na... İşte bunun içinde Halil şehre inince keser asmanın üzümlerini, varır gider yörük çadırlarına satmaya.

Çadırlara yaklaşınca bir ünler, iki ünler, ses yok! Derken, insanlardan önce köpekler duyup koşuşurlar sese. Fadimenin yüreği yekinir köpekleri görünce. Neyse ki çok geçmeden iki yandan, bunlar böyle kime sarar durur ki, diye çadırlardan çıkanlar olur da, kurtarırlar Fadime'yi. Sonra da yaşlı bir yörük kadını, alır çadırına götürür. Yörük beyinin çadırıdır burası.

Yaşlı kadın da karısı. Çadır da çadırdır. Sanki dayalı döşeli bir konak. Su içirir kadın önce Fadime'ye, korkusunu yensin diye... Sonra, şöyle biraz dinlenmesi için uzanmasını söyler. Bir ara çadırın kapısında bir genç görünür. Hemen doğrulur uzandığı yerden Fadime. Kıroba beyinin oğludur bu. Ve avdan dönmektedir. Çadırın kapısına vardığında bir de bakar ki delikanlı, güzellerden güzel bir kız. Hem de kendi çadırlarında. Anası oğlunun sormasına koymadan bir bir anlatır meseleyi.

Delikanlı da; bir yandan anasının anlattıklarını dinler ama, bir yandan kızdadır gözü. Baktıkça da yüreğinin başında şöyle bir kıpırdanma olur. Baktıkça bakası gelir. İster ki, hiç gitmesin bu Yanıkhan'lı güzel kız çadırlarından. Ama bir yandan da dayanamaz onun oracaktaki utanıp sıkılmasına iyi bir fiyatla alır üzümü, uğurlar Yanıkhan'a doğru kızı. Bir yandan da ünler ardından:

-Yine getir üzüm, olmaz mı?
-Olur, der Fadime der ya, beyin bakışlarından biraz ürktüğü için mi, yoksa bir an önce eve varıp yetim kardeşilerini doyurmak için midir nedir, koşar gibi gider Yanıkhan'a.

Fadime'nin bir sürü düşüncesi vardır. Evin algısı - vergisi, kardeşlerinin yiyip giyeceği, harman-hasat... Ya yörük beyinin oğlu net'sin. Yüreğindeki kıpırdanma bir küçücük köz olmuş, bu köz de büyümüş bir koskoca yanar olup çıkmıştır. Kime dert yansın? Anasına dese:

-Emmin kızına hanidir sözledim di ben seni, diyecek. Babasına dese:
-Töremizde yok dışardan kız almak bizim, deyip çıkacak. Kime ne desin? Bir gün böyle, üç gün böyle beş gün böyle...

Hayvanlar yakın çevrede doyunamayıp, yarı aç dönmeye başlarlar. Oba, Seki yaylasına göçecek. Ama yörük beyinin oğlu; ha bugün, ha yarın deyip geçiktirir durur göçü. Delikanlı bir açabilse anacığına derdini, bir razı edebilse Fadime'yi istemeye onları...

Bir süre bakar ki; bu iş öyle beklemekle olacak cinsten değil. Yüzün kızartıp varır anasına anlatır O'na herşeyi.

Ana bakar ki oğlunun hali hal değil, razı olur ve babasına açar meseleyi. Baba da toplar obanın ileri gelenlerini, fikirlerini sorar onların. Kabullenmeyip de ne edecekler Kıroba'nın ileri gelenleri böyle bir isteği. Delikanlı elden gitti - gider. Kabullenirler.

Hemen Yanıkhan imamına elçi gönderilir, istetilir Fadime. İmam duyunca şöyle bir düşünür." Fadime yetim. Halil bakıyor bakmasına ama, yine de yuvasını kurmalı" Sonra varır muhtara, anlatır olanı - biteni. O da Halil'e..

Halil genç... Halil hem Fadime'nin ağası, hem can yoldaşı. Yörükbeyinin oğlundaki yürek de; Halil'deki değil mi? Ama gel gör ki Halil bir kez "yetim" diye elini uzatmış onlara.

Tutup da diyebilir mi "Fadime benimle evlen", diye. Sonra; O eh dese bile el ne düşünür.

-Bak hele Halil'e kızda gözü varmış da onaymış yardımı, demez mi? İmamla muhtar, Halil'e:
-Sen Fadimenin hem kardeşisin, hem babası. Bu işe ne dersin? Kıroba beyinin oğlu ile evlenirse yokluğa tövbe eder fıkara, derler. Ne desin Halil:
-Fadime bilir. Yetim kişi kendi göbeğini kendi keser der, çıkar işin içinden. Ondan sonra Fadime de:
-Yok ben Halil'i isterim diyemez ya! Eh der... Ve uzatmayalım verilir Fadime.

Yörük Beyinoğlu sevinçli. Yörük Beyinin oğlu sabırsız. Ama Halil'in yüreğinin orta yerinde bir yara ki; kanar durur. Kimseciklere de, halim budur, diyemez.

Düğün hazırlıkları bir yandan başlaya dursun, bir yandan da eşe dosta okuntu salınır.

Yollar nice ırak olursa olsun dağ insanı komşudur, birbirine. Erzurum yaylarının yörüklerine değin salınır haber. Duyan gelir, duyan gelir ve bir hafta yenilir içilir, güreş tutulup cirit oynanır. Yarışlar sürer gider. Ve haftanın çarşambasında çeyizle birlikte yetim kardeşlerini gönderip, perşembesinde de Fadime'yi Kırobalılara gelin gönderirler Yanıkhanlılar.

Kişioğlunun alışamadığı şey var mıdır ki Fadime alışmasın gittiği yerin töresine. Oba da düğünün çoğuna kalmadan seki yaylasını, daha sonraki aylarda da yeni yeni yaylaları yurt tutar. Yanıkhan, oradaki arkadaşları, evi ve Halil çok gerilerde kalmıştır artık. Ve yüreğinin başında bir özlem olmuştur hepsi Fadime'nin.

Bir kız gelin olup da eşikten adımını attı mı, baba evini unutmalı derler. Zaten unutmasa net'sin Fadimecik. Böylece aylar, derken yıllar geçer. Yıllar geçer ya hala Fadime'nin çocuğu yoktur. Obadan sevinenler olur buna. Söz edenler olur Fadime'nin kısırlığını...

Ama hepsini içine atar Yanıkhan'lı yörük gelini. Sinesine çeker. Hatta kaynananın, kaynatanın bile yüzü değişir bir zaman sonra. Değişmese bile insana öyle gelir. Böylece gider zaman yedi yılı bulur. Evet, herkesin, Fadime daha çocuk sahibi olamaz, diye düşündüğü sırada, koskoca yedi yıl sonra çocuğa kalır Fadime.

Sonra da; güzel mi güzel, sağlıklı mı sağlıklı bir erkek çocuk dünyaya getirir. Kurtulur herkesin dilinden. Onca yıl kendini iğneleyenlere, nisbet yapanlara karşı durur mu Fadime gayrı. Bu kez o başlar.
Hele bir gün Elmalı yöresine göç kararlaştırınca, her göçte obanın önünden giden kara mayanın üstüne sarar beşiği. Ala kilime sardığı bebeğini de koyar beşiğe.

Devenin ipi elinde, göçün önünden yürümeye başlar. Sevinçten içi içine sığmaz Fadime'nin. Epey yol alırlar, yol mu koyar, yedi yılda bir bulunan bebeğin anasına? Elinde kara mayanın ipi ve kara mayanın üstünde ala kilime sarılı oğlu. Derken bir ormana girerler.

Toroslar'da yağmurun fırtınanın ne zaman geleceği belli olur mu? Bakmışsın karşı yakaya yağmur yağıyor, beri yakada bir kararma, bir fırtına alır yürür. İşte o ara öyle bir karanlık, öylesine bir fırtına sarıverir ki ortalığı. Gözgözü görmez olur. Karanlık sürdükçe ormandaki yol uzar.

Ananın aklı - fikri yavrusundadır. Bir karanlık dağılsa, bir fırtına bitse de kara mayayı çöktürüp, şöyle bağrına basa basa sevebilse yavrusunu.

Uzun bir süre sonra aydınlanır etraf. Zaten oba, ormanın bitimindeki konak yerine de varmıştır. Yükler bir bir indirilmeye başlar. Fadime kara mayayı çöktürür, yavrusunu alıp sevecek. Ama bakar ki, kara mayanın üstündeki beşik boş... Ala kilime sarılı yavrusu yok beşikte.

Ana deliye döner. Bütün obayı sarar kara haber. Dayı hemen atına atlayıp sürer gider ormana doğru bebeği aramaya. Ana yüreği bu. Durabilir mi Fadime? O da yaya düşer yola.

Derken emmi oğluyla doğru giderler orman boyunca gerisin geriye. Anasının gözü uçup gider kuzgunlarda. Ananın gözü dal uçlarındadır... Ve dudaklarında bir ağıt!

Elmalı'dan çıktım yayan
Dayan hey dizlerim dayan
Dayım atlı emmim yaya
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi

Dayı hayli öndedir. Bir ara iki yanına bakarken dalın ucunda asılı kalmış ala kilime gözü ilişir. Varıp ağacın altına yavruyu arar ama, boşunadır araması. Kuzgunlar ağacın altında dolaşmaktadır hala.
İndirir ala kilimi, oracaktaki kemikleri sarar ona. Sonra biraz ilerdeki büyükçe bir taşı kaldırarak altına gömer ve aynı taşla kapatır üstünü.

-Anası görmemeli, bilmemeli, yoksa can mı dayanır buna diye düşünür. Ve zaman geçirmeden döner geriye.
-Bir şeycikler yok oralarda. En ufak bir ize bile rastlamadım, dönelim der karşıdan gelenlere. Gerisin geri dönerler Elmalı yaylasına doğru.

Ama Fadime'nin ayakları geri geri gitmektedir. Bir ara nasıl olduysa yanındakilerin kaşı ile gözü arasında döner geriye, vurur gider ormana. Ve yine ağıt dudaklarında ve yine dizlerini döve döve:

Ala kilime sardığım
Yüksek mayaya koyduğum
Yedi yılda bir bulduğum bebek
Beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi.

Derken bir akkuş belirir önünde. Sanki gel etmektedir bu ağzı dili söylemez hayvan. Sıçraya sıçraya ilerki kayanın başına konar kuş. Fadime de varır kuşun yanına. Yavrusunun orada gömülü olduğundan habersiz çıkarıp atar ayağındaki çizmeyi filan vurur bağrına, söylenir kuzgunlara ağıdında:

Havada kuzgunlar dolaşır
Kargalar üleş bölüşür
Kara haberler dolaşır
Bebek beni del'eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi.

Neden sonra Kırobalılar farkına varır acılı ananın yokluğunu da dönerler geri, aramak için. Ama ne mümkün. Sadece aktaşın yanında kırmızı çizmesine rastlarlar O'nun.

Ve de taşın üstünde bir akkuş dönmektedir.

Dayı bir bir anlatır daha önce gördüklerini. Kırobalılar mezarın üstünde dönen ve kendilerini görünce kaçıp giden bu akkuşu Fadime sayarlar ve yürekleri ferah dönerler Elmalı yaylasına.

Bundan sonrası için derler ki: Fadime o acıyla vurmuş gitmiş aşağı yöreye. Değirmenci Mehmet dayı rastlamış O'na ve bir baba gibi teselli etmiş onu. Kaybolmaz bebek. Çevre köylerden birinden bulan olmuştur. Yaz gelende sorup soruştururuz, demiş.

Ama yine de Fadime alıp başını deli-divane yollara düşmüş. Olacak işte, böyle bir zamanda bulmuş Halil'ini değirmenin yakının da.

Hem ağlayıp, hem eski günleri söylemişler bir bir.

Sonra mı? Sonra iyi yürekli değirmenci bunları baş-göz edip baba mirası değirmeni de onlara bırakıp koyup gitmiş köyüne. Yusuf Ziya Demircioğlu böyle anlatmış, biz de size böyle aktardık.

Evet sayın okurlar, Fadime yine öyle bilsin herşeyi.

Çevre köyden, bilmediği birisine evlat oldu bilsin yavrusunu. Yanıkhanlılar, Kırobalılar, Fadime'nin her dara düşenin yardımına koşan bir akkuş olduğundan söz etsin.

Yanıkhanlı yörük gelini bilmiyor ya olanı biteni. Çocuğun başına gelenleri bilmiyor ya. Ve şimdi Halil'den olan yavruları dönüp dolaşıyor ya evinin yöresinde, yeter.