Küçük kelime oyunlarıma kanmayınız, Suskunlar'ın ilk bölümden çıkan gür sesi abartı değil, tamtamına bir gerçek olarak karşımızda durmakta.Dizi ilk bölümüyle, günümüzün anlık ve gerçek reyting ölçümü olan Twitter'da ilk sınavı geçti. Her ne kadar konuşulan Sleepers kıyaslaması olsa da diziye bu kıyastan artı puan verenler eksi puan verenlerin üzerindeydi (gözlemlediğim kadarıyla). Bir de her ne kadar uyarlama olduğu defalarca duyurulsa, her basın açıklamasına not edilse de hala 'araklandı' esprileri yapan, taş atan izleyiciler de mevcuttu. Senaryosunu Barry Levinson, kitabını Lorenzo Carcaterra'ın yazdığı bir uyarlama iddiası üzerinden başta önyargıyla 'beceremezler o kadarını' dediysem de tüm önyargımı cebime koyup önlerinde saygıyla eğildim tüm yapım ekibinin, ki olmuş bu iş. Dizinin görüntü yönetmeni Yon Thomas ve yönetmeni Umur Turagay dizinin bu kadar konuşulmasında en çok payı olanlardan. O marifetli gözlerin yanına bir de dizide kullanılan özel ışık ve kameralar da eklenince, daha ilk dakikalardaki geçiş sahnesinde bile şehir görüntüsüyle 'farklı bir dizi izliyorsunuz' hissi uyandırıldı. Peki Suskunlar'ın farkı neydi?Türkiye televizyonlarının alışık olmadığı kamera açıları ve görüntüler birinci maddeydi. İlk dakikadan itibaren hikayeyi bir dış sesten dinlemek hem gizemli hem de etkileyici oldu. Hikayenin anlatıcısını görünür kılmak, kesinlikle çok yerinde bir tercihti.İbo, Bilal, Zeki ve Ecevit'in hikayesi dramatik olduğu kadar da gerçekti, tam da Pozantı cezaevi'ndeki iddialar gündemdeyken, çocukların ilk demeçleri bugün gazetelerde yer almışken olayın akşamında diziyi izlemek izleyiciyi daha da fazla etkiledi. Bu ilginç tesadüf biraz daha empati kurulmasına yardımcı oldu, 'Olur mu öyle şey' demeden, 'Oluyor böyle şeyler' dedirtti. Sarp Akkaya, Güven Murat Akpınar, Tugay Mercan ve Murat Yıldırım elbette takdiri hak etti ancak onlar kadar konuşulması gereken bir isim de Reha Özcan'dı. Öyle canlandırdı ki o kötü gardiyan karakterini, izleyiciler oyunculuğunun hakkıyla nefret ettiler karakterden. Kısa süre önce komedi dizisinde yer almasına rağmen yalnızca televizyon üzerinden Özcan'ı tanıyanlar bile yadırgamamıştır bu rolü. Yalnız hatırlanması gereken noktalar da var, ilk bölümün tam 22 günde çekildiğini, takvimin ilerleyen bölümlerde sıkışacağını göz önünde bulundurarak 'aynı kalite devam edebilir mi' sorusunu sormadan edemiyorum. Böyle sürükleyici bir hikaye, daha ilk bölümde o düşmanlardan birinden kurtulmuşken, kaç bölüm bu heyecanı ayakta tutabilir bilemiyorum. Üstelik her bölüm uzun uzun sürerken… İzlerken tam da Zeki'nin vurulduğu sahneye dönüldüğünde 'burada bitse bu dizi' dedim, devamını gelecek hafta izlesek… Yani o düşman bir bölüm sonra ölseydi, izleyici yalnızca 60 dakika izleseydi… Daha iyi olur muydu, her bölümü 2 saat izlemekten sıkılan, deneyimli bir yabancı dizi izleyicisi olarak savunurum ki kesinlikle daha iyi olurdu. Hem gelecek bölümlerin takvim sıkışıklığını bu kadar dert etmezdik hem de uzatılan bölümlerde heyecanın korunmasını. Çünkü bu dizi uzun uzun bakışmaları kaldırmaz, hikayeyi izlettiren dramı olduğu kadar aynı zamanda hikayenin temposu. (Takvimin ne kadar sıkıştığını (umarım olmaz) ileriki bölümlerde hikayenin aşk üzerine olan kısmına ne kadar yüklenildiğine bakarak anlayabilirsiniz.)Zaman tüm endişelerimin yerini ve yersizliğini gösterecek, ama dizi ilk bölümden Perşembe fenomeni dizilerin tahtını sarsma ihtimalini doğurdu. Tam da o fenomen diziler 'Artık bu kadar da olmaz,uzattılar' dedirtirken…
Gizem Kaboğlu
Gizem Kaboğlu