Taraf gazetesinin Teseliyej köşesinde Kanal D'nin yeni dizisi Kayıp Şehir hakkında damardan bir yazı yer aldı:
Kayıp Şehir dizisi, yaşarken kaybolan insanların hayatlarına damardan girmiş.
Kayıp şehrin kayıp insanlarına (travestiler, Afrikalı kaçaklar, hayat kadınları, Çingeneler ve sokak çocuklarının yanı sıra) Karadeniz'den göçen bir aileyi katan dizi, aslında bu topraklar için yenilikçi bir drama yaratmış.
Hiçbir yerde asla biraraya gelemeyecek, aynı mahallede, aynı sokakta ve aynı binada birlikte yaşayamayacak insanların, bu kayıp şehirdeki savrulmalarını anlatan bir dizi yapmak, televizyon midyumu için bir yenilik.
Cesur, gözü pek, ama aynı zamanda son derece duyarlı bir yaklaşım bu; drama örgüsü acının, öfkenin ve her şeye rağmen umudun üzerinde gelişirken; her an için yeni durumlar, sürpriz gelişmeler, insanlıkla ilgili ezber bozucu gerçekler ve sokağın dramını derinlemesine yansıtan duygular üretilecek gibi...
Kanal D'nin yeni dizisi Kayıp Şehir, sosyal-psikolojik gerçekliği, İstanbul özelinde başarıyla ele alıyor. Ama metropolün kaotik yapısını, kentin Pera kalıntıları içinde arayan ve bu kalıntılara göç-yoksulluk gibi (hayati) bir altyapı trajedisi ekleyen örgüsüyle dizi bazen sosyal gerçekliğe benzeme (taklit/mimesis) hususunda aşırıya kaçıyor ve böyle olunca da sahiciliği zedeleniyor biraz. Kültürel alanlarda ise, çatışma, kaotik bir ortam oluşturularak sunuluyor bize; bu kaotik yapı geleceğin dizinin gelecek bölümlerinin sosyal ve kültürel erozyonunun bir habercisi gibi.
(Bu arada, göç tarafının fertlerinin, sağlam, Anadolu insani değerlerine etiğine sahip bu insanların, İstanbul'a ayak basar basmaz, ya bismillah hırsızlığa kalkışmaları gerekçe ne olursa olsun seyircide bir kalıcı sarsıntı yarattı bana göre. Sarsıntılar, diyalektik bir çatışmaya yol açarsa ne âlâ; fakat, sözkonusu olan bir etik çatışma sadece.
Kayıp Şehir dizisi, yaşarken kaybolan insanların hayatlarına damardan girmiş.
Kayıp şehrin kayıp insanlarına (travestiler, Afrikalı kaçaklar, hayat kadınları, Çingeneler ve sokak çocuklarının yanı sıra) Karadeniz'den göçen bir aileyi katan dizi, aslında bu topraklar için yenilikçi bir drama yaratmış.
Hiçbir yerde asla biraraya gelemeyecek, aynı mahallede, aynı sokakta ve aynı binada birlikte yaşayamayacak insanların, bu kayıp şehirdeki savrulmalarını anlatan bir dizi yapmak, televizyon midyumu için bir yenilik.
Cesur, gözü pek, ama aynı zamanda son derece duyarlı bir yaklaşım bu; drama örgüsü acının, öfkenin ve her şeye rağmen umudun üzerinde gelişirken; her an için yeni durumlar, sürpriz gelişmeler, insanlıkla ilgili ezber bozucu gerçekler ve sokağın dramını derinlemesine yansıtan duygular üretilecek gibi...
Kanal D'nin yeni dizisi Kayıp Şehir, sosyal-psikolojik gerçekliği, İstanbul özelinde başarıyla ele alıyor. Ama metropolün kaotik yapısını, kentin Pera kalıntıları içinde arayan ve bu kalıntılara göç-yoksulluk gibi (hayati) bir altyapı trajedisi ekleyen örgüsüyle dizi bazen sosyal gerçekliğe benzeme (taklit/mimesis) hususunda aşırıya kaçıyor ve böyle olunca da sahiciliği zedeleniyor biraz. Kültürel alanlarda ise, çatışma, kaotik bir ortam oluşturularak sunuluyor bize; bu kaotik yapı geleceğin dizinin gelecek bölümlerinin sosyal ve kültürel erozyonunun bir habercisi gibi.
(Bu arada, göç tarafının fertlerinin, sağlam, Anadolu insani değerlerine etiğine sahip bu insanların, İstanbul'a ayak basar basmaz, ya bismillah hırsızlığa kalkışmaları gerekçe ne olursa olsun seyircide bir kalıcı sarsıntı yarattı bana göre. Sarsıntılar, diyalektik bir çatışmaya yol açarsa ne âlâ; fakat, sözkonusu olan bir etik çatışma sadece.