Adını ekranların sevilen dizisi Kavak Yelleri'nin senaristi olarak duyuran Ekin Atalar 3. romanı "Hayatımın Aşkı"nı geçtiğimiz ay yayımladı. Romanın erkek karakterini Kenan İmirzalıoğlu'nu düşünerek yazdığını söyleyen Atalar, Sayım Çınar'ın sorularını yanıtladı.
Sema Helvacı, işinde gücünde bir kız. Bir internet sitesinde broş satıyor. Aslında bu işe başlamadan önce daha çok parası vardı ama şimdi kendisi borç batağında! Acayip satar diye düşündüğü, uğruna kredi aldığı tasarım broşlar, bir türlü satmıyor. Sema, yoga salonu olan arkadaşı Cemre ile aynı evde yaşıyor, ikisi bir şekilde geçinip gidiyorlar(dı). Yani Sema o krediyi almadan önce. Hadi Sema Hanım, iş bakmaya! Bir de Sinan var tabii. Sinan Mavitan. Sema, Sinan'a sular seller gibi aşık. Ancak ortada küçük, minicik, mini minnacık bir sorun var. Sema, Sinan'la henüz tanışmadı bile! Sinan, ünlü mü ünlü, şöhretli mi şöhretli bir aktör. Çok ama çok meşhur! Sema ona aşık, hem de çok! Sema'nın eğlenceli hikayesini Artemis Yayınları'ndan çıkan, Ekin Atalar'ın yazdığı Hayatımın Aşkı kitabında okuyabilirsiniz! Ekin, Selindrella ve Selindrella: Acilen Evlenmem Lazım kitaplarının da yazarı.
Hayatımın Aşkı adlı romanınız çok eğlenceli. Kitabınızdaki Sema karakteri, türkü seviyor ve de öğrenip bağlama kursuna başlıyor. Türkülü bir roman yazma fikri aklınıza nereden geldi?
Sema aslında türkü seven ya da dinleyen bir kız değil başlangıçta. Sinan'ın Türk Halk Müziği'yle olan ilişkisini öğrendikten sonra, kendisini ona sevdirmek için türkü dinlemeye başlıyor. Sonra da bir bağlama kursuna devam ediyor. Aslında tek istediği, aşık olduğu adamın en sevdiği türküyü çalmayı öğrenip ona çalmak. Böylece Sinan'ın gözüne girecek yani bir artı puan daha alacak Sinan'dan. Zaten Sinan'ı elde edebilmek için bir sürü yöntem deniyor, bu da yöntemlerinden biri.
Türk Halk Müziğiyle aranız nasıl? Türkü denildiğinde aklınıza kimler geliyor?
Annem ve babam Ruhi Su hayranıydı, o yüzden bütün çocukluğum Ruhi Su dinleyerek geçti. Ruhi Su, Neşet Ertaş, Arif Sağ, Sabahat Akkiraz ve Selda Bağcan ilk aklıma gelenler.
Bir kere Sema Üsküdar'da oturuyor, sık sık aşkı Sinan'ın oturduğu yere, Beşiktaş'a gidiyor. Akşamları da Nişantaşı, Taksim. Bu romanda bir kadın karakter bir erkek karakterin peşinden koşuyor. Eskiden daha çok tam tersi olurdu. Erkekteki kadın korkusu ne durumda?
Haklısınız, eskiden genelde erkekler kadınların peşinden koşardı. Son yıllarda ise, beğendiği, birlikte olmak istediği erkeğin peşinden koşan, onu elde etmek için elinden geleni yapan bir sürü kadın görüyoruz. Kadınlar eskiye göre daha güçlü artık. Yerlerinde oturup, erkekler tarafından 'seçilmeyi' beklemiyor. İstediklerini, beklentilerini, tercihlerini çok net bir şekilde ortaya koyabiliyorlar. Bir de şöyle bir konu var, eskiden kadınların erkeklerin peşinden koşması, 'hafiflik' olarak algılanırdı. Ayıplanırdı bunu yapan kadınlar. Şimdi kimse böyle düşünmüyor. Ben, istediğini elde etmek için elinden geleni yapan insanları takdir ediyorum. Kadın erkek fark etmiyor. Erkekteki kadın korkusuna gelince, aşırıya kaçmadığı yani sapıklık derecesinde olmadığı sürece, erkeklerin de kadınların ilgisinden hoşnut olduğunu düşünüyorum.
Romanınızın geçtiği mekanlara Üsküdar da eklenmiş. Hayatımın Aşkı, bize çok tanıdık mekanlarda geçen bir Türk Bridget Jones hikayesini anımsatıyor. Üsküdar'dan bir Bridget Jones çıkarmanın püf noktaları nelerdir?
Chick Lit romanlara baktığınızda, kullanılan mekanların genellikle reel mekanlar olduğunu görürsünüz. Yani siz de evinizden çıkıp bahsedilen o sokağı bulabilir, karakterin yemek yediği ya da kahve içtiği mekanda takılabilir, gittiği gece kulübüne gidebilirsiniz. İngilizce'den ya da başka yabancı dillerden çevrilen bu tarz romanları okuduğunuzda, ister istemez bir yabancılaşma oluyor. Yapılan esprileri anlamak için bile, o kültürü yakından takip etmeniz gerekiyor. Selindrella'yı yazmaya başladığımda ilk dikkat ettiğim noktalardan biri bu olmuştu mesela. Herkesin bildiği mekanları kullanmaya özen göstermiştim. Acilen Evlenmem Lazım ve Hayatımın Aşkı'nda da aynısını yaptım. Romanda geçen mekanların neredeyse tamamı gerçek. Bununla ilgili birçok geri dönüş de aldım, 'kesinlikle beni anlatmışsın, ben de oraya çok giderim,' diyen ya da adı geçen mekana en kısa zamanda gideceğini söyleyen çok fazla kişi var.
'Kavak Yelleri' adlı dizinin senaristliğini de yaptınız. Dizi senaryoları yazmak sizi bu romana daha da yaklaştırmış olmalı.
Dizi senaryosu yazmakla roman yazmak birbirinden çok ayrı şeyler. Dizi yazarken bağlı olduğunuz birçok şey var. Tek karar mekanizması siz olmuyorsunuz. Roman ise tamamen özgür olabildiğiniz bir alan.
Ekin Atalar ne okuyor bu aralar? Hangi kitaplar dizi olabilir? Bir romanın diziye çekilmesini sağlayan faktörler nelerdir?
Aynı anda bir sürü kitap okuyorum. Bunun içinde Marilyn Monroe ve Ozzy Ozbourne'nun biyografisi, Claire Dederer'ın Pozcu'su ve Haruki Murakami'nin 1Q84'ü var. Hangi kitaplar dizi olabilir, bilmem? Dizi olması muhtemel olan bütün kitapların telifleri alınmış durumda J Yaprak Dökümü'nden sonra herkes çılgınlar gibi romanlara saldırdı. Tek tek hepsini taradılar, yapımcıların gözünden kaçan bir roman olduğunu düşünmüyorum J Tiyatro oyunlarının ya da romanların diziye dönüştürülmesinin altında yatan nedenlerden biri, güvenilir olması. Bakın burada yazılmışı, kurgulanmışı var durumu. Tabii bir de şu yazarın romanından uyarlanmıştır diye bir ibare konulunca dizinin başına, daha fazla ilgi çekiyor. Bütün romanlar diziye uyarlanabilir mi diye soruyorsanız, uyarlanabilir ama ne kadar seyredilir bilmiyorum. Birkaç bölüm sonra yayından kaldırılan diziler arasında roman uyarlamaları da var.
Takip ettiğiniz yerli diziler var mı? Türkiye'de çok fazla dizi yapılıyor ve de bazıları hemen yayından kaldırılıyor. İyi diziler denildiğinde aklınıza neler geliyor?
'Öyle Bir Geçer Zaman Ki'nin ilk sezonunu hiç kaçırmadan izledim mesela. İkinci sezonu sarmayınca bıraktım. Bu sezon, 'Leyla ile Mecnun' ve 'Muhteşem Yüzyıl'ı takip ettim. Onun dışında takip ettiğim Türk dizisi pek yok. Yabancı dizilerden de 'Big Bang Theory', 'How I Met Your Mother' ve 'Boardwalk Empire'ı takip ediyorum. 'House' çok sevdiğim bir diziydi ama maalesef bitti. Türkiye'de çok fazla dizi yapıldığı doğru, eskiden daha fazla dizi yayına giriyordu, bir iki senedir bu rakamlar aşağıya çekildi. Dizi izleyicisi eskisi gibi her önüne konan işi izlemiyor artık. O yüzden daha özenli çalışılıyor, buna rağmen yayından kaldırılan işler de var.
Roman boyunca Sema, Sinan'ın peşinde. Çok yakın takipte, hem de sapıklık derecesinde! Sinan karakteri tam anlamıyla bir dizi karakteri gibi. Bir dizi çekseydiniz Sinan rolünü kime verirdiniz?
Dizi karakteri değil de aslında film karakteri gibi bence. Zaten böyle bir teklif de geldi, büyük ihtimalle seneye filmi çekilecek Hayatımın Aşkı'nın. Ben romanı yazmaya başlarken, Kenan İmirzalıoğlu'nu düşünerek yazmıştım aslında. Kendisiyle bağlantıya geçip izin istedik ama kabul edilmeyince ortaya Sinan Mavitan çıktı. Kabul ederse filmde Sinan rolünü Kenan İmirzalıoğlu'nun oynamasını çok isterim.
Sizi daha çok Cosmopolitan, Hey Girl okurları mı takip ediyor? Çok akıcı bir diliniz var, günümüzün gündelik diliyle yazılmış. Bu dile nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Aslında her yaş grubundan okuyucum var. 12-13 yaşındaki genç kızlar da okuyor yetişkin kadınlar da ve hatta erkek okuyucularım da var. Yine de genele bakacak olursak, genç okuyucuların sayısı daha fazla. Dil konusuna gelince, ben kimsenin gündelik dil kullanımından rahatsız olduğunu düşünmüyorum. Hatta 'bizim konuştuğumuz gibi yazıyorsunuz' diyenler çoğunlukta. Kullandığımız dil sürekli olarak değişiyor, dönüşüyor. Bu değişimi romanlarda da görmek lazım diye düşünüyorum ben.
Bana göre, aynı dili konuşanlar değil aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir. Siz bu konuda ne söyleyebilirsiniz?
Bence aynı duyguyu paylaşanlar konuşmadan da anlaşabilir. Konuşmak çoğu zaman insanı rahatlatıyor ama sevdiğiniz, güvendiğiniz birilerinin yanında konuşmadan oturmak da aynı rahatlamayı sağlayabiliyor. Önemli olan o aktarımın nasıl yapıldığı.
William Shakespeare söylemiş; Kimileri seviyorum der çünkü ezberlemiştir, kimileri diyemez çünkü gerçekten sevmiştir. Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta. Mutluluk nerededir sizce, boy hizasında mı?
Mutluluk kavramının abartıldığını düşünenlerdenim ben. Mutlu olmak istiyorum, mutlu olmak istiyorum, herkes aynı şeyi söylüyor. Herkes mutlu olmak istiyor ama herkesin mutlu olması için gerekenler farklı. Daimi mutluluğa inanmıyorum. Anlık bir şey olduğunu düşünüyorum. O anı fark edip yakalıyorsanız, mutlusunuz. Kaçırdıysanız, sizi mutlu eden başka bir anı kollamanız gerekiyor. Hepsini kaçırıyorsanız, mutluluk sizin için gerçekten de boy hizasında demektir.
SAYIM ÇINAR
Sema Helvacı, işinde gücünde bir kız. Bir internet sitesinde broş satıyor. Aslında bu işe başlamadan önce daha çok parası vardı ama şimdi kendisi borç batağında! Acayip satar diye düşündüğü, uğruna kredi aldığı tasarım broşlar, bir türlü satmıyor. Sema, yoga salonu olan arkadaşı Cemre ile aynı evde yaşıyor, ikisi bir şekilde geçinip gidiyorlar(dı). Yani Sema o krediyi almadan önce. Hadi Sema Hanım, iş bakmaya! Bir de Sinan var tabii. Sinan Mavitan. Sema, Sinan'a sular seller gibi aşık. Ancak ortada küçük, minicik, mini minnacık bir sorun var. Sema, Sinan'la henüz tanışmadı bile! Sinan, ünlü mü ünlü, şöhretli mi şöhretli bir aktör. Çok ama çok meşhur! Sema ona aşık, hem de çok! Sema'nın eğlenceli hikayesini Artemis Yayınları'ndan çıkan, Ekin Atalar'ın yazdığı Hayatımın Aşkı kitabında okuyabilirsiniz! Ekin, Selindrella ve Selindrella: Acilen Evlenmem Lazım kitaplarının da yazarı.
Hayatımın Aşkı adlı romanınız çok eğlenceli. Kitabınızdaki Sema karakteri, türkü seviyor ve de öğrenip bağlama kursuna başlıyor. Türkülü bir roman yazma fikri aklınıza nereden geldi?
Sema aslında türkü seven ya da dinleyen bir kız değil başlangıçta. Sinan'ın Türk Halk Müziği'yle olan ilişkisini öğrendikten sonra, kendisini ona sevdirmek için türkü dinlemeye başlıyor. Sonra da bir bağlama kursuna devam ediyor. Aslında tek istediği, aşık olduğu adamın en sevdiği türküyü çalmayı öğrenip ona çalmak. Böylece Sinan'ın gözüne girecek yani bir artı puan daha alacak Sinan'dan. Zaten Sinan'ı elde edebilmek için bir sürü yöntem deniyor, bu da yöntemlerinden biri.
Türk Halk Müziğiyle aranız nasıl? Türkü denildiğinde aklınıza kimler geliyor?
Annem ve babam Ruhi Su hayranıydı, o yüzden bütün çocukluğum Ruhi Su dinleyerek geçti. Ruhi Su, Neşet Ertaş, Arif Sağ, Sabahat Akkiraz ve Selda Bağcan ilk aklıma gelenler.
Bir kere Sema Üsküdar'da oturuyor, sık sık aşkı Sinan'ın oturduğu yere, Beşiktaş'a gidiyor. Akşamları da Nişantaşı, Taksim. Bu romanda bir kadın karakter bir erkek karakterin peşinden koşuyor. Eskiden daha çok tam tersi olurdu. Erkekteki kadın korkusu ne durumda?
Haklısınız, eskiden genelde erkekler kadınların peşinden koşardı. Son yıllarda ise, beğendiği, birlikte olmak istediği erkeğin peşinden koşan, onu elde etmek için elinden geleni yapan bir sürü kadın görüyoruz. Kadınlar eskiye göre daha güçlü artık. Yerlerinde oturup, erkekler tarafından 'seçilmeyi' beklemiyor. İstediklerini, beklentilerini, tercihlerini çok net bir şekilde ortaya koyabiliyorlar. Bir de şöyle bir konu var, eskiden kadınların erkeklerin peşinden koşması, 'hafiflik' olarak algılanırdı. Ayıplanırdı bunu yapan kadınlar. Şimdi kimse böyle düşünmüyor. Ben, istediğini elde etmek için elinden geleni yapan insanları takdir ediyorum. Kadın erkek fark etmiyor. Erkekteki kadın korkusuna gelince, aşırıya kaçmadığı yani sapıklık derecesinde olmadığı sürece, erkeklerin de kadınların ilgisinden hoşnut olduğunu düşünüyorum.
Romanınızın geçtiği mekanlara Üsküdar da eklenmiş. Hayatımın Aşkı, bize çok tanıdık mekanlarda geçen bir Türk Bridget Jones hikayesini anımsatıyor. Üsküdar'dan bir Bridget Jones çıkarmanın püf noktaları nelerdir?
Chick Lit romanlara baktığınızda, kullanılan mekanların genellikle reel mekanlar olduğunu görürsünüz. Yani siz de evinizden çıkıp bahsedilen o sokağı bulabilir, karakterin yemek yediği ya da kahve içtiği mekanda takılabilir, gittiği gece kulübüne gidebilirsiniz. İngilizce'den ya da başka yabancı dillerden çevrilen bu tarz romanları okuduğunuzda, ister istemez bir yabancılaşma oluyor. Yapılan esprileri anlamak için bile, o kültürü yakından takip etmeniz gerekiyor. Selindrella'yı yazmaya başladığımda ilk dikkat ettiğim noktalardan biri bu olmuştu mesela. Herkesin bildiği mekanları kullanmaya özen göstermiştim. Acilen Evlenmem Lazım ve Hayatımın Aşkı'nda da aynısını yaptım. Romanda geçen mekanların neredeyse tamamı gerçek. Bununla ilgili birçok geri dönüş de aldım, 'kesinlikle beni anlatmışsın, ben de oraya çok giderim,' diyen ya da adı geçen mekana en kısa zamanda gideceğini söyleyen çok fazla kişi var.
'Kavak Yelleri' adlı dizinin senaristliğini de yaptınız. Dizi senaryoları yazmak sizi bu romana daha da yaklaştırmış olmalı.
Dizi senaryosu yazmakla roman yazmak birbirinden çok ayrı şeyler. Dizi yazarken bağlı olduğunuz birçok şey var. Tek karar mekanizması siz olmuyorsunuz. Roman ise tamamen özgür olabildiğiniz bir alan.
Ekin Atalar ne okuyor bu aralar? Hangi kitaplar dizi olabilir? Bir romanın diziye çekilmesini sağlayan faktörler nelerdir?
Aynı anda bir sürü kitap okuyorum. Bunun içinde Marilyn Monroe ve Ozzy Ozbourne'nun biyografisi, Claire Dederer'ın Pozcu'su ve Haruki Murakami'nin 1Q84'ü var. Hangi kitaplar dizi olabilir, bilmem? Dizi olması muhtemel olan bütün kitapların telifleri alınmış durumda J Yaprak Dökümü'nden sonra herkes çılgınlar gibi romanlara saldırdı. Tek tek hepsini taradılar, yapımcıların gözünden kaçan bir roman olduğunu düşünmüyorum J Tiyatro oyunlarının ya da romanların diziye dönüştürülmesinin altında yatan nedenlerden biri, güvenilir olması. Bakın burada yazılmışı, kurgulanmışı var durumu. Tabii bir de şu yazarın romanından uyarlanmıştır diye bir ibare konulunca dizinin başına, daha fazla ilgi çekiyor. Bütün romanlar diziye uyarlanabilir mi diye soruyorsanız, uyarlanabilir ama ne kadar seyredilir bilmiyorum. Birkaç bölüm sonra yayından kaldırılan diziler arasında roman uyarlamaları da var.
Takip ettiğiniz yerli diziler var mı? Türkiye'de çok fazla dizi yapılıyor ve de bazıları hemen yayından kaldırılıyor. İyi diziler denildiğinde aklınıza neler geliyor?
'Öyle Bir Geçer Zaman Ki'nin ilk sezonunu hiç kaçırmadan izledim mesela. İkinci sezonu sarmayınca bıraktım. Bu sezon, 'Leyla ile Mecnun' ve 'Muhteşem Yüzyıl'ı takip ettim. Onun dışında takip ettiğim Türk dizisi pek yok. Yabancı dizilerden de 'Big Bang Theory', 'How I Met Your Mother' ve 'Boardwalk Empire'ı takip ediyorum. 'House' çok sevdiğim bir diziydi ama maalesef bitti. Türkiye'de çok fazla dizi yapıldığı doğru, eskiden daha fazla dizi yayına giriyordu, bir iki senedir bu rakamlar aşağıya çekildi. Dizi izleyicisi eskisi gibi her önüne konan işi izlemiyor artık. O yüzden daha özenli çalışılıyor, buna rağmen yayından kaldırılan işler de var.
Roman boyunca Sema, Sinan'ın peşinde. Çok yakın takipte, hem de sapıklık derecesinde! Sinan karakteri tam anlamıyla bir dizi karakteri gibi. Bir dizi çekseydiniz Sinan rolünü kime verirdiniz?
Dizi karakteri değil de aslında film karakteri gibi bence. Zaten böyle bir teklif de geldi, büyük ihtimalle seneye filmi çekilecek Hayatımın Aşkı'nın. Ben romanı yazmaya başlarken, Kenan İmirzalıoğlu'nu düşünerek yazmıştım aslında. Kendisiyle bağlantıya geçip izin istedik ama kabul edilmeyince ortaya Sinan Mavitan çıktı. Kabul ederse filmde Sinan rolünü Kenan İmirzalıoğlu'nun oynamasını çok isterim.
Sizi daha çok Cosmopolitan, Hey Girl okurları mı takip ediyor? Çok akıcı bir diliniz var, günümüzün gündelik diliyle yazılmış. Bu dile nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Aslında her yaş grubundan okuyucum var. 12-13 yaşındaki genç kızlar da okuyor yetişkin kadınlar da ve hatta erkek okuyucularım da var. Yine de genele bakacak olursak, genç okuyucuların sayısı daha fazla. Dil konusuna gelince, ben kimsenin gündelik dil kullanımından rahatsız olduğunu düşünmüyorum. Hatta 'bizim konuştuğumuz gibi yazıyorsunuz' diyenler çoğunlukta. Kullandığımız dil sürekli olarak değişiyor, dönüşüyor. Bu değişimi romanlarda da görmek lazım diye düşünüyorum ben.
Bana göre, aynı dili konuşanlar değil aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir. Siz bu konuda ne söyleyebilirsiniz?
Bence aynı duyguyu paylaşanlar konuşmadan da anlaşabilir. Konuşmak çoğu zaman insanı rahatlatıyor ama sevdiğiniz, güvendiğiniz birilerinin yanında konuşmadan oturmak da aynı rahatlamayı sağlayabiliyor. Önemli olan o aktarımın nasıl yapıldığı.
William Shakespeare söylemiş; Kimileri seviyorum der çünkü ezberlemiştir, kimileri diyemez çünkü gerçekten sevmiştir. Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta. Mutluluk nerededir sizce, boy hizasında mı?
Mutluluk kavramının abartıldığını düşünenlerdenim ben. Mutlu olmak istiyorum, mutlu olmak istiyorum, herkes aynı şeyi söylüyor. Herkes mutlu olmak istiyor ama herkesin mutlu olması için gerekenler farklı. Daimi mutluluğa inanmıyorum. Anlık bir şey olduğunu düşünüyorum. O anı fark edip yakalıyorsanız, mutlusunuz. Kaçırdıysanız, sizi mutlu eden başka bir anı kollamanız gerekiyor. Hepsini kaçırıyorsanız, mutluluk sizin için gerçekten de boy hizasında demektir.
Moderatörün son düzenlenenleri: