Hayatta Kalma

capslock

Konu Sahibi
Favori Üye
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,703
Reaksiyon puanı
18
Puanı
159
Önemli Not : Hikayenin yazarı ben değilim. Fakat çok beğendiğim için paylaşıyorum, dün gece soluksuz okudum. Yazarın izni vardır iyi okumalar...



[FONT="Courier]​


[FONT="Courier]ÖlMek için bir kurşun yetebilir.
Fakat acele etme.Tanrı her birimizin ölümünü planladı bile...
[/FONT]

Merhaba arkadaşlar.HAYATTA KALMA isimli romanımı okuMaktasınız.
Hikaye korkudan ziyade yalnızlık Ve dram temalıdır. Belki bu listeye gerilim eklenebilir.
İyi eğlenceler.

Metinlerin izinsiz kopyalanması ve çoğaltılması yasaktır.

ÖNEMLİ DUYURU

Hayatta Kalma %25 oranla tamamlanmıştır.
Bölümler 20'de yüklenir.
Konuyu aşağılara düştüğünde uplarsanız daha fazla kişi tarafından okunabilir.

K4fGn.jpg


Gelecek Bölüm :
Gün 33 ' Ebeveyn

Dün Zeynep ile saatlerce bekledik. Kapı çalınacak ve 'Merhaba bugün 1 Nisan. Bütün bu yaşadıklarınız size aksiyon dolu bir balayı sunmak için tasarladığımız öğelerdi.' denecek diye. Tabii ki olmadı.


Gün 1 - Beklenmeyen Tatil / 1 Mart 2012

Domuz ve kuş gribinden sonra yine bir aptal hastalıktan sebep kendimizi sakınmak zorunda kalıyoruz. Her zaman olduğu gibi Zeynep ekranın başında ve ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Sokağa çıkma yasağını eleştirmek için eylem planlayan bir grup Twitter üzerinden planlar yapsa da bu gidişat beni memnun ediyor. Evliliğimin ikinci haftasında karımla geçireceğim daha fazla zaman. Ve sabahın köründe uyanıp Florya'dan Dudullu'ya işe gitme derdi yok. Anarşist bebeler isyan ede dursun ben bu beklenmeyen tatilin keyfini çıkarmayı düşünüyorum.

Gün 4 - Olaylı Eylem / 4 Mart 2012

Uzun bir uyku ve sıcak bir yatak. Ve en önemlisi güzel bir kadın. Bir erkek başka ne isteyebilir ki? Fakat bugünü farklı kılan bir diğer şey ise Taksim'de dün izinsiz yapılan eylem. Heykelin çevresine ellerinde pankartlarla oturan gençlerin birçoğunun yüzleri bembeyaz. Basit bir gripten ziyade ölümcül bir hastalığın izlerini taşır gibiler.

Ekleme : Gün bitmeden daha önemli bir olay oldu, bütün kanallar gitti. Televizyon fantezisi iptal olduğuna göre başka fanteziler üzerine yoğunlaşmamız gerektiğine dair bir konuşma hazırlıyorum Zeynep için. Son olarak hava karardı ve bir polis ekibi iki üst kat komşum Numan'ın eşi Elif'i iteleyerek evine götürdü. Apartman boşluğundaki bağrışmalar Zeynep'in dikkatini çekmiş olacak ki kapının gözüne bir saat boyunca yapıştı. Zeynep'e göre Elif Taksim'de eyleme katılanlardan biriydi. Kadın zaten süt beyaz bir şeydi. Hastalıktan iyice rengi akmış.


Gün 6 - Tutuklanmak / 6 Mart 2012

Güneş henüz doğmadı. Zeynep anca sakinleşti ve uykuya daldı. Gecenin sessizliğini bağrışmalar, karanlığını ise fişekler böldü. Florya bir gecede tamamıyla değişti. Hırsızlık ve yağmacılık ihtimaline karşı panjurları indirdik. Sadece salonun camının panjuru aralık.
Gün içersinde telefon şebekelerinde oluşan problemden ötürü sadece Zeynep değil tüm komşularımız endişelendi. Numan'a arabamın anahtarlarını verdim. Sanırım eşi pek iyi durumda değil. Apartman girişlerine asılan afişlerde büyük harflerle 'SOKAĞA ÇIKMA YASAĞINI ÇİĞNEYENLER UYARILACAK, UYARI DİNLENMEZSE TUTUKLANACAKTIR.' yazılmış.

Güneşin ilk ışıklarıyla önümüzdeki apartmanın altında bulunan markete gitmeyi planlıyorum. Meşhur hastalığı bilmem ama sigarasızlık benim için gerçek ölüm.

Gün 7 - Ölü Köpekler / 7 Mart 2012

Eve döndüğümde ağlayarak bana sarıldı Zeynep. Köşedeki markete gitmek bir gün sürmüştü. Karşı apartman boşluğunda bulunan marketin camı kapısı kırılmış, nerdeyse tamamı boşaltılmıştı. Sadece bir karton Samsun bulabildim. Hiç yoktan iyidir.
Fakat kutlamalara erken başladım sanırım. Apartmanın gölgesinden çıktığım gibi devriye gezen bir polis ekibi beni fark etti. Kaçamadım. Donup kaldım. 'Memur bey, ben, şey..' diye sayıklarken ilk karnıma, sonrada enseme vuruldu ve 'Yürü gerizekalı, yürü!' emri beynimin içinde yankılandı. Florya İlçe Emniyet Müdürlüğünde saatlerce tutuldum. Kan örneklerim alındı, göz bebeklerim ve kan akışım kontrol edildi. Beşiktaş'ın eski sol beki İbrahim'e benzeyen sıkıntılı bir doktorun sürekli gözleri üstümdeydi.
'Acaba beni serbest bırakırlar mı? Zeynep endişeden ölüyordur!' diye aklımdan geçirirken 'Gönderin bu salağı evine, cahil cahil bakıyor. Temiz bu. Bir sıkıntısı olsa bülbül gibi öterdi.' dedi çakma İbrahim.
Apar topar eve götürüldüm. Tek hatırladığım bomboş yollar ve ölü köpekler. Polislerin tekme ve tokatları arasında arabamın yerinde olmadığını fark ettim. Umarım Numan ne yaptığını biliyordur.

Gün 8 - Köpek Öldüren / 8 Mart 2012

Artık salonun panjurları da kapalı. Zeynep salonun duvarına dışarıdan vurulduğunu söyledi. Sanırım hırsızlar evlerin boş olup olmadığını yokluyor. Zeynep'e söylemedim fakat geceleri artan çığlıklar gittikçe daha yakından geliyor. Apartmanın dışındaki koşuşturmaları duyar gibiyim. Artık ben de korkuya kapıldım. Elbise dolabının dibinde yıllarını geçirmiş tabanca artık yastığımın altında. Zeynep ise benden gizlice yanındaki komodine bıçak koydu. Meyve bıçağı ile hırsızı korkutmayı düşünen bir karım olduğu için kendimi şanslı hissediyorum.

Bugün Numan kapımızı çaldı 'Koşun çabuk!' diyerek merdivenleri tırmanmaya başladı. Doğruca takip ettim ve dairesinin kapısından içeri daldım. Elif salondaki üçlü koltukta boylu boyunca uzanmış,beni süzüyordu. Gamzeleri kaybolmuş, derisi yer yer morarmış bir şekilde beni selamlamaya çalıştı. 'İyiyim ben Numan, ortalığı ayağa kaldırma. Ooo taze damat hoş geldin.' dedi soluk bir sesle. Ama gözlerinin içi ısrarla gülüyordu. Kısa bir konuşmadan sonra Numan ile mutfağa daldık. 'Florya Devlet Hastanesi kapatılmış ya da terk edilmiş. Hastanenin bahçesine girdim ama daha ne olduğunu anlamadan siren sesleri duymaya başladım. Olağanüstü hal, yasaklar! Polisler kaybolana kadar arabayı park ettik ve saklandık. Sonrasında ise biraz ilaç ve yiyecek soygunu yaptıktan sonra eve döndük.' dedi gülümseyerek. İlginç ama Numan'ın sözlerinde korkuya dair bir şey yoktu.

İşin güzel kısmı bu gece için güzel bir yemek hazırlayacak kadar erzakım oldu. Ayrıca köpek öldüren de olsa artık bir şarabım var.

Gün 15 - Camın Altında! / 15 Mart 2012

Bugün sokağa çıkma yasağının on-beşinci günü. Telefon ve televizyon çalışmıyor. Elektrikler günün çoğunda kesik ve içme suyumuz bitti. Çamurlu çeşme suyunu arıtıp, kaynattıktan sonra içiyoruz. Tadının güzel olmadığı konusunda Zeynep ile hemfikiriz.
Yazma isteğimi yitirmeye başladım. Çevremizde olanlar inanılacak gibi değil. Ben ve karım ise korkudan fırsat bulduğumuzda sıkılıyoruz.

Beş gün önce gündüz vakti yatak odasının panjurundan tıkırtılar duydum. Panjuru aralayacaktım ki kanlar içersinde bir el gözümün önünden geçti. Sonrasında ise uğultular. Sanırım o silah bütün gün boyunca belimde kalmalı.

Ekleme 1. 15 Mart : Hava kararmadan panjuru kaldırıp kan izlerini temizledim. Zeynep'i daha fazla telaşlandırmak istemiyorum.

Ekleme 2. 16 Mart : Şuan saat sabah 5. Zeynep uyuyor. Az önce yakından bir çığlık duyuldu. Daha sonra ise kapılar çarptı. Sokak kapımızın zorlandığını düşündüm ve silahımla birlikte kapıya yöneldim. Karşı komşumuzun kapısı yarım metre kadar aralık. Fakat görünürde hiçbir şey yok.
Aynı günün akşamında ise tekrar kapıyı kontrol etmek için gözden dışarı baktım. Komşumuzun kapısı sonuna kadar açılmış. Ayakkabı kutuları ve parçalanmış gazeteler bütün hole yayılmış. Duvarlarda ise soluk bir kırmızı, sanırım kan.

Ekleme 2. 17 Mart : Apartmanda sesler tamamıyla kesildi. Sokak kapısını kilitledim ve anahtarı sakladım. Zeynep'in dışarı çıkmasını istemiyorum. Günlerdir Numan'ın da sesi çıkmıyor. Umarım Elif daha iyidir. İki gün önce elini gördüğüm adam ile bugün göz göze geldim. Onu salonun camının altında yukarıyı izlerken yakaladım. Her yeri kan içinde, kıyafetleri yırtık. Sert bir ifadeyle beni süzüp çığlıklar atmaya başladı. Zeynep'in 'Camı kapat! Hasta bu, kapat şu camı!' diye bağırmaları hala aklımda. Küçükken oynadığım Resident Evil 1 ve 2 aklıma geldi. İlkokulda millet yakalamaca oynar. Biz zombicilik oynardık. 'Al sana zombicilik.' dedim kendi kendime. Fakat hala o gördüğüm şeyin yürüyen bir ölü olduğunu düşünmüyorum. Az da olsa yakında kapımızın çalınacağı ve 'Hastalık tedavi edildi, özgürsünüz!' denileceğini umut ediyorum.

Gün 19 - Boşluktaki Gözler / 19 Mart 2012

Sıradan bir gün. Artık sakallarımı kesmiyorum. Salondaki koltuklardan birisi sokak kapısını destekliyor. Televizyon sehpası üzerinde Numan'dan aldığım şaraplardan bir tanesi, bitirilmeyi bekliyor. Güzel haber ise bugün elektriklerimiz var. Ayrıca buzdolabında hala bozulmamış yiyecekler var. Fakat alışveriş günü yaklaşıyor. Güvenlik tereddütlerimiz ve beklentilerimiz azaldıkça dışarıda olan biten hakkında kafamızdaki sorular artıyor. Ailelerimiz, arkadaşlarımız hepsi artık yok. Lise aşkımın beni en iyi dostum ile aldattığında hissettiğim gibi hissediyorum. Yalnız bırakılmış ve çaresiz.

Gün içersinde karşı komşumuzun evine girdik. Ayakkabılık ve çevreleyen duvar kan , camlar kırık. 'Sanki Zeus bu evde birine tecavüz etmiş.' diye söylendim. Bütün dağınıklığın içersinde evde küçük bir dövüş yaşanmış gibi. En azından iki tane vazo duvara fırlatılmış. Zaten burada yaşayan çift kavgalarıyla meşhurdu. Yatak odasında ağzı açık bir bavul buldum. İçersinde Mehmet beyin birkaç iyi giyimli adamla fotoğrafı bulunuyordu. Arkasında 'Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Hatırası' gibisinden bir şey yazıyordu. Bavulun içinde bulunan kıyafetleri kaldırdıkça iç kısımda sotelenmiş kaliteli bir şampanya olduğunu fark ettim. O esnada Zeynep şen bir kahkaha attı.'Bırak insanların özelini. Gel bak neler buldum.' diye seslendi mutfaktan. Vakumlanmış 4 paket tavuk göğsü, lor peyniri, yığınla dondurulmuş domates. Bu birazda olsa keyfimizi yerine getirebilecek türden bir yenilikti.

Apartmanımızda herkesin yatak odası kapısının arkasında gizli bir kasa mevcut. İlginç olan ise bizim kasamızın anahtarı Mehmet Özkan beyin kasasını da açmasıydı. Gün gelir her şey normale dönerse hırsızlığı meslek olarak yapacağım sanırım. Kasanın içersinden fotoğraflar, altın bir saat ve siyah bir poşet çıktı. Sanırım eski bir aile fotoğrafı. Yaşlı ama dimdik bir adam ve kucağında iki tane sıska çocuk. Saat ise 10:22'de durmuş. Poşetin ise yıllardır burada kaldığı yüzeyinden belli. Yıpranmış ve bazı yerleri yırtılmış. İçersinden Milli İstihbarat Teşkilatı'nın yaka rozeti, bir kadının tapınabileceği güzellikte bir yüzük ve 20 civarında 9 milimetrelik mermi çıktı. Hayatımızın son haftalarında yeterince sürpriz yaşadık. Yeni bir sürpriz yaşamamak için Mehmet beyin istihbarat çalışanı olma ihtimalini konuşmamaya karar verdik.

Hava yavaş yavaş kararıyor. Dışarıda hiç ses yok. Fakat yinede gecenin karanlığında birkaç gölgenin hareket ettiğini fark ettim. Bu satırları yazmadan birkaç dakika önce 300-400 metre uzağımızda yüksek kalibreli bir silah ateşlendi. Silahın oluşturduğu ses ve ışık içimizdeki yalnızlık hissini biraz azaltsa umudumuz yine yerinde saymakta.

Şuan karşımda biricik karım Zeynep oturuyor. Sırtını duvara yaslamış, dizlerini kırmış , tek eli Ahmet Ümit'in Sis ve Gece'sinin üzerinde. Diğer eli ise saçlarında. Yeşil gözleri ıslanmış bir şekilde boşluğa kilitlenmiş. Belli ki düşünceleri onu uzağa götürmüş. O hala gördüğüm en güzel kadın. Fakat geride bıraktığımız zorluklar onu biraz değiştirdi. Artık mizacı daha sert ve güçlü. Hayatımın kadınına sarılarak uyuma gibi bir planım var günlük. Bu kadar karalama yeter.

Gün 21 - Sıkıntılı Teyze / 21 Mart 2012

Numan ve Elif'den hala haber yok. Kapıları kapalı ve içeriden en ufak bir ses yok. Zeynep bu. Boş durur mu hiç? Hemen bir senaryo uydurdu: "Bence adam dayanamadı ve Elif'i sırtlayıp sokağa fırladı. Evet, asansörün kapısı açık. Numan asansörle aşağıya inmeye çalıştı. Fakat belli ki çalışmadığını fark edince merdivenlere yöneldi. Üçüncü katın basamaklarında gördüğümüz kan bence bunu doğruluyor. Elif'in durumu daha kötüye gitmiş olabilir.Sen şimdi arabayı niye almadı diye şüphelenirsin. Adam ilk sokağa çıkışında araba yüzünden yakalanıyordu. Bu sefer yayan ve dikkat çekmeden bir eczane veya hastahaneye kapak atacaktır."

Karımın hayal gücünden sonra bugün olan bir diğer önemli şey ise Numan'ın karşı komşusu sıkıntılı teyzenin kapısının ardına kadar açılmış olması. Zeynep ile ikimiz aramızda ona sıkıntılı teyze lakabını taktık çünkü bizi daha yeni tanımasına rağmen her gördüğünde "Soruyorum üst komşularınıza. Tıkırtılar duyuyorlarmış fakat hala bu kızın karnı yok. Ne o damat ,sıkıntılı mısın?" der. Eskiden hayatına resmiyet ve ciddiyet hakimmiş. Fakat kurmay albay eşi rahmetli olduktan sonra tutunacak bir şeyi kalmamış.

Kendi tabiriyle film kopmuş. Kim bilir belki hala benim için sakladığı bir kaç yerleyici nitelikte cümle vardır diye kapısının eşiğini sokuldum. Operasyondaki bir polis edasıyla küçük adımlarla tek tek odalara daldım. Evin küçük tuvaletinin ışığı hala açıktı, içeriden gelen ağır bir koku ile iyice girilip duvara tamamıyla yapıştım. Süzülerek içeriye baktım. Sıkıntılı teyze tek eli gider borusunda, yanında sanırım içine istifra ettiği poşet ile birlikte önümde uzanıyordu. Kendimi geriye çekip hemen elimi belime götürdüm. İşte hikayenin en can alıcı noktası; silahımı salonda, masanın üstünde unuttum. En az beş dakika kadar kapıda donakaldım. Bir yandan kendimi savunabileceğim bir şey ararken bir yandan da cesedi takip ettim. En sonunda cesaretimi toplayıp biraz yaklaştım. Üzerindeki eski t-shirt sol omzundan yırtılmış, sırtına doğru iyice büyüyen yara ile kana bulanmış. Vücudundaki kan çökmüş, yüzüstü yatan kadının sırtı tam anlamıyla bembeyaz olmuş. Korkum yerini meraka bıraktığı için bulduğum oklava ile cesedi döndürmeye çalıştım. Fakat sıkıntılı teyze altın günlerinde yediği kuru pastaların hakkını verdi. Sadece çok az yerinden oynatabildim. Tek gözü tamamıyla dışarı akmış, sanki bir şey ile deşilmiş , sağ gözü ise yarım açık, soğuk bir ifadeyle bana bakıyor "Hani bebek?" der gibi.

Cesedin başında çok oyalandığımı fark edip kendimi kadının kızının ve torunlarının kaldığı odaya attım. "Duman istemem.Git balkonda iç.Bebeler yatar bu odada" diyebilecek son kişi tuvalette katledilmiş olarak yattığına göre beni durdurabilecek kimse yoktu. Sigaramı yaktım ve odayı incelemeye başladım. İlk bakışta televizyon kumandası sandığım bebek telsizleri, çalışma masasının üstüne bırakılmış yapay gül ve iki şişe kolonya ile odadan ayrıldım. Dairenin girişinde eşyaları yanımda getirdiğim sırt çantasına yerleştirirken tuvaletten gelen bir tıkırtıyla irkildim. Hızlıca oklavayı elime alıp temkinli adımlarla tekrar tuvalete yöneldim. Sıkıntılı teyze bir şeyler mırıldanıyor gibiydi, fakat bu sefer "Hani çocuk?" demediği aşikardı. Sağ ayağı titriyor, sanki tekrar hayat buluyor gibiydi.

Artık neyle karşı karşıya az da olsa farkındayım. Virüs insanları ilk öldürüyor, sonrada gramajı az bir beyinle tekrar aramıza yolluyor. Peki ya Elif? Numan'ın her zaman bir B planı vardır. Çaresizliğin verdiği asabiyet ile kadının titreyen eklemlerine sert bir tekme attım. Mırıldanmaları artık kuduz bir köpeğin hırıltılarına dönmüştü. İkinci tekmem ise yarısı vücudundan koparılmış olan boynunaydı. Hala sıkıntıları geçmemiş olacak ki gözlerimin içine baka baka bağrınmaya devam etti. Saniyeler içersinde kızının kolonyasını bütün vücuduna döktüm. Zaman ilerledikçe hareketleri hızlanıyor, bakışları cesaret duvarlarımı delip geçiyordu. Tuvaletin kapısının iç kısmındaki anahtarı dışarı çıkardım, kapıyı beni koruyacak kadar kapattıktan sonra sigaramı sıkıntılıya fırlattım. Cesedin alev aldığını gördükten sonra tuvaletin kapısını kilitledim. Daha sonra ise sokak kapısını kilitleyerek evi terkettim.

Bütün gece boyunca yalın bir dille olan bitenleri Zeynep'e anlattım. Kadına attığım tekmeler ve ürkütücü hırıltılar hariç. Zeynep soğukkanlı bir şekilde beni dinledi. İlginç.

Düne kadar üç kilometre ötede fare görülse uyuyamayan kadın bu gece melekler gibi uyuyor. Ha unutmadan, ilişkimizin yıl dönümünü hatırlamam için kafamı yastığa koymadan önce birinin eklemlerini tekmelemem gerekiyormuş. Bugün öğrendiğim en önemli şey bu herhalde.

Gün 22 ' Sevgili Günlük / 21 Mart 2012

Seninki biraz meşgul. Günlüğünün öteki sayfalarını kurcalamama izin vermediği için bende bu boş sayfayı dolduruyorum. Şuan oklavamı modifiye etmeye çalışıyor. Sözde ucuna bıçak yerleştirip onu mızrak olarak kullanacakmış. Başka kimin kocası alışverişe giden yola 300 Spartalı gibi hazırlanır.

Sanırım biraz da günceli yazmam gerekiyor. Haftalardır dışarıda ne olduğunu bilen birisinin kapımızı çalmasını bekliyoruz. Kenan virüsün insanların bazı nitelik ve becerileri yok ettiğini söyledi. Az önce dedim ya; bakkala mızrakla giden adama yakışır bir yorum. Mezardan bir el çıkar, sonra bütün vücut. Ölüler yaşayanları yemek için dünyaya tekrar gelirler :)) Geçiniz efendim bunları…

Zuhal hanımların olduğu binada birileri geceleri fazlasıyla gürültü yapıyor. Geçenlerde bir dairenin balkonunda görülen ışıklar bazı geceler çatıda gözüküyor. İnsanlar can sıkıntısından ellerindeki mermileri dağa taşa döküyor galiba. Elif'den hala haber yok. Annesinin söylediği gibi bu kız tüm hastalıkları daha yavaş ve yoğun geçiriyor. Kapımıza dayanacağı günü sabırsızlıkla bekliyorum.

Bu arada bünyen dahilinde benden başka bir kızdan bahsediliyorsa cehennemi dünyada tadacaksın günlük :))

Gün 23 ' Kural İhlali / 23 Mart 2012

Erken saatlerde erzak bulma umuduyla tekrar karşı komşumuz Mehmet beyin evine girdik. Birkaç çürümüş et ve küflenmiş simit dışında nerdeyse hiçbir şey yoktu. Bu küçük ev gezmesi esnasında karıma endişelerimden bahsettim; enfeksiyon riski ve besin yetersizliğinden. Beni ciddiye almadığını bilsem de onu dışarıda olanlardan uzak tutmayı düşünüyorum. Korkuya kapılması durumu daha zor kılabilir.

Eve döndüğümüzde Zeynep'in sol el bileğinde bir kanama olduğunu fark ettim. Sorduğumda ise balkonun önündeki barikatı dağıtmaya çalışırken bir çiviye takıldığını söyledi. Çiviyi kontrol ettim. Çok şükür ışıl ışıl, üzerinde pasa dair hiçbir şey yok.
Fakat terk edilmiş ev tamamıyla mikrop yuvası, bir çeşit fare mezarlığı. Açık bir yarayla o evdeki eşyalara dokunması benim keyfimi kaçıran. Korkarım dışarı çıktığımda gitmem gereken tek yer dibimizdeki market değil. Bir hastaneye veya eczaneye uğrayıp ilaçlar almam gerek, özellikle antibiyotik.

Şuan saat 21:52'yi gösteriyor. Gün içersinde karımın çenesinde kasılmalar oldu. Büyütülecek bir şey olmadığını söylese de sürekli terliyor. Sanırım ateşi de biraz yükseldi. Cesetlerdeki enfeksiyonun bir şekilde ona bulaşmasından korkuyorum. Sabaha kadar ateşini kontrol altında tutmaya çalışacağım.

Güneşin ilk ışıkları ile birlikte sokağa çıkma yasağını deleceğim. Kural ihlalleri karımın sağlığından önemli olmasa gerek. Umarım yarın o kuş beyinli yamyamlardan biriyle daha karşılaşmam. İşime yarayacak sağlık malzemeleri ve ilaçlarının isimleri ; Nevralji veya herhangi bir ağrı kesici, ateş düşürücüler , öksürük şurupları, kanlanma ve asit gidericiler, antihistaminik, merhem, sakinleştiriciler ve uyku ilaçları, dezenfektanlar, sargı bezi, hijyenik ped, yara bandı ve buz torbası.
Fırsatım olursa birkaç kamera bulmaya çalışacağım, ya da basit bir webcam. Bu da gösteriyor ki gidilecekler listesine elektronik ürün satan yerlerde eklendi.

Gün 24 ' Ölüye Saygı / 24 Mart 2012

Sabah 5'de Zeynep'in sesine uyandım. Sırılsıklam olmuş, yüzünde gergin bir ifade. Sanırım kabus görüyordu. 'Alışveriş zamanı. Uyandığında bu telsiz ile bana ulaşabilirsin. Seni seviyorum.' yazdığım kağıdı yanına bıraktım. Komşumuzun evinde bulduğumuz telsizler ilk defa bir işe yaradılar.

Bıçak ve oklava ile yaptığım mızrak sırtımdaydı. Silahı Zeynep'e bıraktım. Dışarıda onu kullanmam halinde fazlasıyla dikkat çekeceğimi düşünüyorum. Evden çıkmadan önce tüm camların panjurlarını indirdim ve cam kilitlerini kontrol ettim. Acil durumlar için kendime iki ayrı yol haritası hazırladım. Fakat Numan'dan hala ses çıkmadığı için büyük ihtimal yolculuk biraz uzayacak. Tek temennim yolun temiz olması, ölülerden.

Merdivenlerden inerken durup durup çevreyi dinledim. Bütün o koşuşturmalar ve çocuk sesleri yerini derin bir sessizliğe bırakmış. Artık tek duyduğum şey nefesim.

Siteyi çevreleyen duvar bir araba tarafından delinmiş. Emniyet kemeri bu sefer işe yaramamış olacak ki arabanın şoförü kanlar içersinde de olsa hala yerindeydi. Arka koltukta ise boylu boyunca bir kadın yatıyordu. Duvarın her yeri kıpkırmızıydı ve bir çok ölü tarafından aşıldığı aşikardı. İkinci bir yaşayan ölü vakası yaşamak için zamanım yoktu. Kamelyada güneşten sakınan ve güvenlik kulübesinin camından sarkan cesetleri görmezden gelip hızlıca sitenin önüne yöneldim. Arabaların her biri acele ile park edilmiş. İlginç olan benim arabam bir başka spor arabaya yandan çarpmış şekilde park halindeydi.

Şoför koltuğu ve direksiyon kana bulanmıştı. Camlar açık, kapılar kilitlenmemiş hatta anahtar kontakta. Numan'ın fazlasıyla acelesi vardı sanırım. Fakat kanlar kime ait? Koltuğa oturdum. Anahtarı çevirdim. Kafasının bir kısmı ısırılmış olsa da site güvenliğinin camdan sarkan bedenine selam verip siteden çıktım.

En önemli ihtiyaç ilaçlardı. Zeynep'e ilaçlar ile birlikte biran önce dönmeliydim. Yolumu sitemizin güneyinde bulunan çarşıya çevirdim. Orada sadece iş yerleri var. Fazla yerleşim yeri olmadığı için fazla cesedin olmayacağını düşündüm. Unutmadan yazayım ; eve döndüğümde yeni alışveriş listesine silah ve cephaneleri de eklemeliyim.

Yollar sağa sola savrulmuş araçlarla doluydu. Çoğunun kapıları aralık, birçoğu kaza yapmış ve nerdeyse hepsinin içinde kokuşmuş cesetler. Hemen yolun solunda kırmızı bir araba ters dönmüş. Şoför koltuğunda kimse yok. Fakat arka koltukta kan rengi bir bebek koltuğu . Bu pek alışık olmadığım bir manzaraydı fakat aklım Zeynep'e gittikçe korkumu bastırıyordum. Nerdeyse tek şeride inmiş yolda hızlı bir şekilde ilerlemeye devam ettim. Çarşının girişine yakın büyük bir yolcu otobüsü devrilmişti. Camlarından hala duman çıkıyordu. Viraja derin bir şekilde girdim ve yolun ilersindeki hareketliliği anlamak için yavaşladım.

Gri ve kan kırmızısına bürünmüş bir siluet çömelmiş, bir şeylerle uğraşmaktaydı. Hızlıca frene asıldım ve arabadan çıktım. İlerledikçe fotoğraf daha da netleşti. Karşımdaki aynı sıkıntılı teyze gibi dirilmiş bir ölüydü. Hırıltıları kulağıma kadar gelmeye başladı. Otobüs devrilmeden önce yolculardan birisi camdan düşmüş ve ayakları dizlerinden itibaren otobüsün altında kalmış. Tahminen o anda ölmüş. Karşımdaki yaratık ise çürümüş cesedi kemiriyordu.

'Ya Zeynep'in açık yarası virüsün bulaşmasına sebep olduysa? Ya karım da bunlardan birine dönüşürse? Eğer ona bir şey olursa tek başıma kalırım. Ya eve döndüğümde böyle bir şeyle karşılaşırsam? Kendi karım bir yaşayan ölüye dönüşürse? Ya başaramazsam? Tedavi ile eve dönemezsem ve onu hayal kırıklığına uğratırsam?'. Sorular hiç olmadığı kadar hızlı zihnimden geçmekteydi.

'Hey oradaki!' diye seslendim. Ölü beni duymuyordu ya da yeterince meşguldü. 'Cevap ver!' diye bağırdım. Kafasını çevirir gibi oldu. Fakat yine yeterince ilgisini çekemedim, ta ki öğününü attığım bir taş ile bölene kadar. Sinirle doğruldu ve bana döndü. Üzerime doğru yürümeye başladığında zihnimdeki Zeynep endişesi hala korkuyu bastırıyordu. Yaklaşmasını bekledim. Tek ayağı çukurda bir ihtiyar gibi söylene söylene yavaş adımlarla ilerledi. Yaklaştıkça göğsü ve karnı deşilmiş, sol ayak bileği ise feci şekilde kırılmış genç bir kadın olduğunu anladım. Olmaktan korktuğu şey olmuştu. 'Bakalım bu güzel bayana aradığı huzuru verebilecek miyiz?' diye söylenip elimi sırtıma attım. Mızrak ilk değildi. Daha öncede bir çok eşyam ile konuştuğum olmuştu. Çalışma masamdaki su şişesi her boşaldığında onunla yoğun bir kavgaya tutuşuruz mesela. Neyse onu daha sonra anlatırım.


Genç kadının göğsüne mızrağımı sapladım. Ama bu onu durdurmadı. Sadece sinirlendirdi. Hareket etmeye çalıştıkça bıçak onu daha fazla kesti, en sonunda ise yere yığıldı. Elleriyle bana uzanmaya çalışırken hırıltıları yerini çığlıklara bıraktı. Bağırıp başıma arkadaşlarını toplayacağını düşündüm ve mızrağımı bu sefer kafasına sapladım. Etraf yine eskisi gibi sessizleşti.

Önümdeki yolu araçlar tıkadığı için yaya olarak devam etmem gerekti. Her yerde aynı manzara. Petshop'un kepenkleri yarıya kadar indirilmiş olsa da içerde beni izleyen bir çift göz fark ediliyordu. Adımlarımı daha da hızlandırıp kısa sürede eczanenin önüne geldim.
Dükkanın camları kırılmıştı. İçerde ise duvara yaslanmış iki ceset, boyunlarından akan kan ile gömlekleri kırmızıya bulanmış şekilde beni selamlıyorlardı. Apartmanın merdivenlerinde yaptığımı yaptım. Bir dakika kadar hareket etmeden durup onları izledim. Fakat öylece duruyorlardı.

Hızlıca sırt çantamı doldurmaya başladım. Nerdeyse tüm aradıklarımı buldum. Hatta kendim için yeni bir diş fırçası bile aldım. Kasanın bulunduğu rafın üzerinde kana bulanmış bir kağıt vardı. Üzerinde ise eczanenin sahibi tarafından yazıldığını düşündüğüm bir metin.

'Karım ve büyük oğlumu ölüler benden aldı. Mahalleli hastaların mikrobu yaydığını ve onlardan uzak durmam gerektiğini söylüyor. Dün gece insanların kendi ölülerini yaktıklarını gördüm. Kendi arkadaşlarını, kendi evlatlarını…

Oğlum benimle aynı fikirde. İsrafil'in Sur'asını duymasak da bu bizim kıyametimiz. Fakat hastalıklılar tarafından ısırılmayı beklemeyeceğiz. İki mermi iki kurtuluş.

Dükkanımdan istediğinizi alabilirsiniz. Fakat enfeksiyonlular tarafından ısırılmış veya yaralanmışsanız ilacınız bu dünyada değil. İyi şanslar.'


Bu veda notunu okurken üst katta birilerinin gezdiğini fark ettim. Eczanenin sonunda üst kata uzanan ahşap bir merdiven bulunmaktaydı. Üst katta yiyecek, cephane veya hayatta kalan insanlar bulabileceğim umuduyla hiç düşünmeden yukarı yöneldim. 'Hele bir dur!' dedim kendi kendime. Cesetlerden gelen kan kokusu diğer ölüler için ziyafet çağrısı gibiydi. Ben üst katı incelerken alt katın mezbahaya dönüşmesini istemedim.

'Kenan vücudum geriliyor. Nerdesin sen?' diye bir ses işittim. Hızlıca elimi belime attım. Doğru ya, silah evdeydi. Sesin telsizden geldiğini anladım. Bu sırada ziyafet çoktan başlamıştı bile. Petshop'ta gördüğüm ölü süzülerek eczanenin kapısına geldi. Hemen arkasından biraz iyi yarılı arkadaşı cama dayandı. Üçüncüsü ise gözlerini bana dikmiş genç bir delikanlıydı. Diğerlerine göre daha öfkeli ve gürültülüydü. 'Yoldayım hayatım.İlaçlarla birlikte dönüyorum.' dedim aceleci bir şekilde. Önümdeki rafı tekme atarak devirdim. Hızlıca dönüp merdivenlerin basamaklarını çıkmaya başladım. Zeynep 'O sesler de ne?' derken ben üst katta yeni bir sürpriz ile karşılaşmama hayallerini kuruyordum.

Yavru bir köpek. Dili dışarıda. Sanırım sokak köpeği. Önünde boş su kabı. Yürüyen bir ölü beklerken sevimli yavru bir köpek. Beni görünce havlayarak direk üstüme koştu. Peşimdekilerden haberi olsa bu kadar eğlenebilir miydi acaba?

Üst katın camı sokağa bakıyordu. Eczanenin girişinde kapıya sıkışmış yeni ölüler olduğunu fark ettim. Üst katı savunup silahımın uzunluğunu kullanarak hayatta kalabileceğimi düşündüm. O esnada üst kattaki yatağın yanında bulunan sağlık ansiklopedilerini hızlıca çantama attım. Altın işlemeli güzel bir saç tokası vardı yatağın üstünde. Sanırım dükkanın sahibinin eşinin. Ona artık ihtiyaç duymayacaktır.

Merdivenin köşesinde bir el belirdi. Sanırım bu yamyamlar sandığım kadar gerizekalı değiller. Mızrağım ile kendini zeki sanan ölünün elini deştim. Fakat hemen bir diğeri öne atladı ve tırmanmaya çalıştı. Durdurulamayacak kadar fazlalardı. En sonunda geri çekilmek zorunda kaldım. Yavru köpek her şeyi bir oyun sanıyor olacak ki dili dışarıda merdivenin ucunda havlıyordu.

Bu esnada dükkanın önünün iyice kalabalıklaşmaya başladığı dikkatimi çekti. Acilen buradan çıkmalıydım. Üst katın camından aşağı atlamak tek şansımdı. Yükseklik fazla değildi. Fakat yere indiğim gibi durmadan koşmam gerekiyordu. Çünkü atlayacağım yerle ölüler arasında en fazla iki metre mesafe vardı. Ben bütün bu hesapları yaparken köpek ince bir sesle tekrar havladı. Ve sonra havlamalar yerini acı dolu çığlıklara bıraktı.

Büyük bir gürültüyle merdivendeki ölüler yere düştüler. Aralarından biri zavallı köpeği yakaladı. Her geçen saniye içimdeki çaresizlik büyüyordu. 'O sesler neydi Kenan? Ne oluyor orada?' dedi Zeynep tekrardan. Camı araladım. 'Sitenin girişindeyim hayatım, iyileşeceksin.' dedikten sonra kendimi aşağıya bıraktım. Mızrağımı baston gibi kullanarak hızlıca doğruldum. Arkamdakiler dükkanın içinde olan biteni izlerken önümde belden aşağısı yenmiş bir ölü elleriyle bana erişmeye çalıştı.

Koşabildiğim kadar hızlı koşmaya başladım. Zeynep'in sesi gittikçe daha cızırtılı olarak geliyordu: 'Kenan arabayı göremiyorum? Sen iyi misin?'. Nerdeyse her kapının eşiğinde bir ölü, sanki ücretsiz bir şey dağıtılıyordu. O sırada karşımda genç bir belirdi. Sanırım parkurda koşarken gördüğüm kız. Akıllı bir şekilde yolumun önüne atladı. Tek gözü deşilmiş, dudaklarının bir kısmı yenmişti. Üstünde neredeyse hiç kıyafet yoktu. Fakat kan bütün çıplaklığını örtüyordu.

Bu sefer daha güçlü bir hamleyle mızrağımı savurdum. Boynuna saplandı. Hızlıca tekrar çantamı sırtıma atıp koşmaya devam ettim. Devrilen otobüse çok yaklaştım. Arabam hemen onun arkasındaydı. Arkama dönecek vaktim yoktu, fakat onlarcasının peşimde olduğu aşikardı.

Köşeyi döndüğümde arabamın sağ ön kapısına dayanmış içeriyi yoklayan bir adam fark ettim. Üstü başı düzgün görünüyordu ama yaklaşınca onunda bir ölü olduğunu anladım. Sanırım arabanın içindeki kan kokusu onu çekmişti. Beni fark etti fakat arabanın çevresinden dolanmaktansa içerisinden geçmeye çalıştığı için yaklaşamadı. Sevimli hayalet Casper mübarek.

Arabamı çalıştırdım ve birkaç metre ileri gittim. Sonra hızlıca direksiyonu sola kırıp geri vitese aldım. Sarımsaklı'dan dönerken gece vakti yola atlayan kediyi ezdiğimde günlerce uyuyamamıştım, ama meraklı ve iyi giyimli ölüyü çiğnemek bana keyif verdi. Ben ki mezarlıkların çevresinden geçerken hazır ola geçen, bir işim yoksa girip saatlerce dua eden adam. Ölülere olan saygımı bir zahmet(!) yitiriyorum.

Dönüş yolunda süratimi arttırdım. Siteye geldiğimde arabayı arka kapının önüne iyice yaklaştırdım. Böylece balkondan bile atlasam birkaç adım attıktan sonra arabaya erişebilecektim.

Çantamı ve mızrağımı alıp apartmanın girişine koştum. Sokak kapısı bıraktığım gibi. Eşikte duran ahşap parçası kapının kapanmasını engellemiş. Hızlıca eve yöneldim ve kilidi açtım.

Karım salonun önünde yere yığılmış. Masanın üzerindeki silahı elime aldım. Ne yani onlardan birine dönüşse bile ona ateş edebilecek miydim? Sonradan Zeynep'in nefes almaya çalıştığını fark ettim. Kucağıma aldığım gibi koltuğa yatırdım. Hep yanında olacağıma ve ona çok iyi bakacağıma dair sözler verdim. Çaresizlik sinsice tüm vücudumu kapladı. Dakikalarca ne yapacağım ben diye sayıkladıktan sonra dezenfektan ile yarasını temizlemeye başladım. Daha sonra ise ateş düşürücü verdim.

Çenesi iyice kilitlenmişti, yüzüme bakıyor ama hiçbir şey söyleyemiyordu. Sevimli köpek ile karşılaştığım odada bulunan kitapları kurcalamaya başladım. Belirtiler, teşhisler ve önlemler isimli başlık altında çene kilitlenmesi ve yüksek ateşi aradım.

Tetanos bütün belirtilerin çıktığı tek yoldu. Zaten o evde yürüyen bir ölü yoktu. Sadece fareler… Bütün o pislik içinde olan şey tetanos mikrobu olmalıydı. 'Yarayı su ve sabun ile yıkayınız, tedavide İmmün Globülin kullanabilirsiniz.' gibi öneriler yazıyordu. Topladığım ilaçlar arasında Gamimune N %5 İmmün Globülin İntravenöz bulunuyordu.

Elimden gelen her şeyi yaptıktan sonra Zeynep'i yatak odasına, daha rahat dinlenebileceği yere taşıdım. Sonrasında ellerimi yıkadım, üzerimdeki kıyafetleri değiştirdim. Kıyafetlerime bulaşan kanlar beni onlardan biriymişim gibi göstermişti. Bütün vücudumda yara izleri aradım. Fark etmeden bir tırmık, belki de ısırık. Allah'a şükür hiçbir şey yoktu.

Saat yarıma geliyor. Zeynep'in ateşi biraz düştü. Terlemeleri ise hala aynı. Fakat yanlış hatırlamıyorsam bu iyi bir şey. Şuan daha rahat nefes alabiliyor gibi.

Biricik karım tekrar doğrulup ayağa kalkmadığı sürece uyuma gibi bir planım yok. Hem onun başında nöbet tutarken bir yandan da bayıldığında yere düşüp kırılan telsizi tamir edeceğim.

Eğer onlardan biri olarak uyanırsa silahımı ona doğrultmayacağıma dair kendi kendime söz verdim. Zeynep'te giderse tüm umutlarım biter. Namlu ise sahibine döner.


Gün 26 ' Işıklar Tekrar Yanıyor / 26 Mart 2012

Dün Zeynep'in ateşi büyük ölçüde düştü. Yarası ise kendini tedavi etmeye başladı. Fakat terlemeleri devam etti. Bir ara yarı baygın yarı uyanık adımı sayıkladı. Su istedi. Nefesi bile normale döner gibiydi. Uykusuz geçen iki günün ardından dün gece Zeynep'in yanında uyuyakalmışım.

Bugün ise güzel bir gün. Öpülerek uyandırıldım. Gözlerimi açtığımda karımı omzunda buldum. 'Refakatçiye bak. Benden önce uyumuş!' dedi gülümseyerek. Yüzünün rengi yerine gelmiş, kendini iyi hissediyor olsa ki kıyafetlerini bile değiştirmiş. Yataktan saatlerce çıkmadık. Hem hasret giderdik hem de o gün yaşadıklarımı detaysız bir şekilde anlattım. Gülücüklerle başlayan sabahı ölü haberleriyle devam ettirmek istemedim. Hele ki o zavallı köpeğin başına gelenleri duysa günlerce ağlardı.

Öğleden sonra bir diğer iyi haber kulaklarımıza çalındı. Daha önceden de işittiğimiz silah sesleri tekrar duyuldu. Kimseyi göremesem de silah sesleri içimdeki yalnızlığı yok etti. Aklımda yine sorular belirdi. Acaba bu insanlarla iletişim kurmalı mıyım? Ya erzakları bitmişse ve bizimkilere göz dikerlerse? Ya Zeynep'e bir şey yaparlarsa?

Hava kararırken silahımı temizledim. Zeynep silahlardan nefret eder. Fakat benden ona nasıl kullanıldığını öğretmemi istedi. Şarjörü çıkarttım. Silahın ağzında mermi olmadığına emin olduktan sonra onu çalıştırmaya başladım. Nasıl nişan alınır, nasıl ateş edilir, nasıl şarjör değiştirilir ve mermi nasıl yuvaya itilir... Eğleniyor gibiydi. Umarım silah kullanmak zorunda kalmaz.

Karanlık çöktüğünde karşı binadan işaret fişeği atıldı. Sanırım bütün insanlar korkularından çatılara yerleşti. Bu soğukta işleri zor.

Uyumadan önce karımla birlikte film izlemeye karar verdik. Al Pacino'nun başrolünü oynadığı 'Scent of a Woman' daha bitmeden Zeynep uyuya kaldı. Yanlış anlama günlük, film kötü değildi. Sorun karımda.

Son olarak, yarın Zeynep için güzel bir sürpriz hazırladım. Fakat bundan bahsetmek istemiyorum. Kim bilir belki gizlice günlüğü okuyordur.

Gün 27 Her Şeye Rağmen / 27 Mart 2012

Havanın aydınlanmasıyla usulca yataktan kalktım. Sokak kapıyı açıp dışarı çıktım. Apartmandaki tüm kapıları çaldım. Numan ve Elif'te dahil kimseden hala ses yoktu. Daha sonra dünyada cehennemi tadan sıkıntılı teyzenin evine daldım. Son ziyaretimde salonda gözüme bir düzine yapma kırmızı gül takılmıştı, onları aldım. Çıkmadan önce kadının üzerine kilitlediğim kapıyı kontrol ettim.

Apartmanın terasında küçük bir alan bulunuyor. Yazları bazı komşularımız mayolarınızı bikinilerini giyip gizli gizli oraya atıyorlardı kendilerini. Bu küçük yeri çevreleyen bir de duvar bulunuyordu. Sanırım yine apartman sakinlerinin isteğiyle oraya masa ve birkaç sandalye atılmıştı. Saat 09:00'a kadar üst kısmı biraz toparlamakla uğraştım.

Eve döndüğümde Zeynep hala uyuyordu. Yatağa uzanıp okuduğu kitapları göz attım. Margaret Walters'ın Feminizm isimli kitabı dikkatimi çekti. Merakla kitaba elime aldım ve incelemeye başladım. Sanırım yarım saat kadar kitabın içinde kaybolmuştum ve bir anda 'böööö!' diye bir bağırışla Zeynep üstüme atladı. Yalan yok, korktum. İntikamımı onu ısırarak aldım.

Kısa bir yatak sohbetinden sonra yüzünü yıkamak için lavaboya yöneldi, tabi ki bende peşinden. Dişlerini fırçalarken onu öpücüklere boğdum. Ayrıca ona küçük bir sürprizim vardı. Eczanenin üst katında bulduğum kelebek şeklindeki altın işlemeli toka. Titanik'de Kate Winslet'in taktığı tokaya benziyordu. Beklediğimden yüksek bir reaksiyon aldım. Sevinçten üstüme atladı ve her yerimi diş macunu yaptı.

Öğleden sonra film izlemeye karar verdik. Eski çizgileri sevdiğini bildiğim için 90'ların başında çekilmiş olan Groundhog Day'i açtım. Mutlu sonla biten yarı aşk yarı komedi filmi. Sanırım ideal seçimdi.

Filmden sonra yatak odasına geçtik. Ondan siyah kurdeleli elbisesini giymesini istedim. Klasik kadın tepkisi verdi ; 'Evet, bu toka ile süper takım olurlar.' dedi. Ve gerçekten öyle olmuştu. Karanlıklar içinde bir melekten farksızdı. Bende evlenmeden önce aldığım ve evlilik hazırlıkları esnasında üstümden çıkarmadığım takım elbisemi giydim. Muhabbet direkt evlilik törenine geldi. Konuşmasına izin vermeden Zeynep'i kucağıma aldım. O kahkahalar atarken ben mutfak dolabının kapağını açtım. Ondan şarap şişesini almasını istedim.'En üst kata kadar taşıyabilir miyim?' diye kendi kendimi sorguluyordum. Ve inan günlük, taşıdım. Sadece dördüncü katta biraz duraksadım. Çatı katındaki masanın her yerini güller ile donattım. Küçük balıkçı radyosu da içimizi ısıtıyordu. Masanın üstüne ve çevresine dağıttığım mumları yaktım. Rüzgara rağmen uzun süre dayandılar.

Zeynep yine ıslak ıslak bakmaya başladı. 'Yok yok niye mücadele veriyorum ki? Ağlayacağım Kenan tutma beni.' dedi. En son mutluluktan ağladığında Elif ve Numan'ın düğünündeydik. Artık nasıl seviyorsa Elif'i, onu Numan'dan kıskanıyordu.
Karıma tanışma yıl dönümümüzün şerefine bir yüzük hediye ettim. Ayın 19'unda Mehmet beyin evinin kasasında bulduğum yüzük. Onun eski sahibi de büyük ihtimal tokanın eski sahibi gibi artık hayatta değil. Ben bütün bunları aklımdan geçirirken Zeynep ağlamak ile sevinç çığlıkları atmak arasında gidip geliyordu.

Karşımdaki güzel kadın dışında günü güzel kılan şey gökteki yıldızlardı. Gece boyunca onları izledik. Her şeye rağmen bugün bize güzel anılarımızı hatırlattı.

Gün lavaboda başladığı gibi lavaboda bitti. Zeynep hanımın aklına Emel Sayın'ın 'At Kadehi Elinden' şarkısı gelmiş olacak ki eve inmemize yakın kadehini yere fırlatıp kırdı. Sonrasında ise şişeden içmeye devam etti. Ta ki istifra edene kadar.

Eve döndüğümüzde sokak kapımıza iliştirilmiş bir kağıt olduğunu fark ettim. Zeynep fark etmeden cebime indirdim. Bundan daha sonra bahsedeceğim , belki de bahsetmem.

Gün 28 ' Elif Dönüyor / 28 Mart 2012

Kapımız vuruldu ve ikimizde heyecanla kapıya yöneldik. Kirden arkası gözükmese bile kapının gözünden baktım. Dışarıdaki Elif'i görünce içimdeki umut iyice yeşerdi. Fakat bir gariplik olduğu aşikardı. Elif ürkek bir şekilde sürekli çevresini kontrol ediyordu. 'Elifcim bir saniye, anahtarı içerde unuttum, hemen geliyorum.' diye seslendikten sonra yatak odasına anahtarı sakladığım yerden almak için koştum. Bu arada Zeynep Elif'e sesleniyordu.

Eskiden ikisi buluşup uzun uzun sohbet ederlerdi. Ben veya Numan lafa karıştığında ise 'Sizin yapacak işiniz yok mu?' deyip bizi aralarına almazlardı. Ayrıca dördümüz ne zaman İstiklal'e gitsek kendimi sapık gibi hissediyordum. Önde iki güzel kadın birbirlerinin koluna girmiş yürüyorlar, arkalarında ise iki tane adam. Bunla ilgili bir fıkra vardı. Laza sorarlar 'Siz niye karılarınızla yan yana değil de on adım arkasından yürüyorsunuz?' diye, lazın cevabı ise 'Örgüt patikalara mayın koyuyor, o yüzden.' olur. Kenan bu fıkrayı unut. Feminizm üzerine kitap okuyan bir karın var senin!

Anahtarı elimde yatak odasından çıkıyorken cama vurulduğunu duydum. Yanılıyorum herhalde diye düşünürken bir kez daha vuruldu. Herhalde Numan diye düşündüm. Silahımın belimde olup olmadığını kontrol edip tekrar sokak kapısına yöneldim. Hızlıca anahtarı çevirdim ve kapıyı açtım. Önce birkaç saniye donakaldık. Elif'in belden aşağısı kanlar içinde, rengi tamamıyla beyaza dönmüş, gözündeki o sıcak gülücük kesilmiş halde kapımızın önündeydi. Zeynep 'Elif? Ne oldu sana?' dedi ama cevap alamadı.

Aslında ben de çoğu sorunun cevabı vardı. Karımdan çevremizde gelişen bütün kötülükleri saklamıştım. Duymasın, görmesin, korkmasın istemiştim. Bu da Allah'ın beni cezalandırma şekli sanırım. En sevdiği dostu Zeynep'in tam karşısında. Ama Elif bu sefer sohbet etmeye gelmemiş gibi.

Daha ne olduğunu anlamadan Elif, Zeynep'in üzerine saldırdı. Artık çığlıklar sokaklarda değil, evimin ortasından geliyordu, hem de karımın çığlıkları. Kuduz köpekten farksız ölü, Zeynep ile birlikte yere yığıldı. Kolumla boynunu yakaladım ve bağırarak 'Elif neyin var? Ne bu saçmalık!' dedim. Elif'in cevabı ise ağzından püsküren kanlar ve köpükler oldu. Zeynep doğruldu ve hızlıca yatak odasına kaçmaya başladı. Bu sırada Elif bütün gücüyle tırnaklarını vücuduma saplamaya çalışıyordu. 'Elif cevap ver!' diye son kez kulağına eğilerek seslendim. Fakat cevap yine aynıydı.

Aslında artık onun gittiğini biliyordum. Sadece bunu kabullenemiyordum. Her şey bitmeden önce daha birçok kez Elif'in ağzından bir kelime koparmak için çaba harcadım ama olmadı.

Sonunda, evimin kapısının önünde, komşumun kafasına silahımı dayadım ve tetiği çektim. Elif kapının eşiğine yığılıverdi. Artık kuduz köpek değildi, gamzeleri ise tekrar görünür olmuştu. Ayağımla dışarıya ittirip kapıyı çekiyordum ki Zeynep'in çığlığı tekrar kulağıma geldi. Hızlıca yatak odasına koştum. Zeynep kapıyı kapatmış ve yere kapanmıştı. 'İçerde biri var Kenan. O adam içeride. Bana saldırdı. Elif niye bana saldırdı?' diyerek tekrar hıçkırıklara boğuldu.

Bir günde iki randevu. Daha önce camın kapısından bakan, evin etrafında koşuşturan adam bir şekilde panjuru kaldırmış, camı kırmış ve yatak odamıza dalmış. Kapının üzerindeki camdan bizi fark etmiş olacak ki var gücüyle yumruklamaya başladı. Çok geçmeden cam çatladı. Bu sefer daha az kanlı ve gürültüsüz bu işi halletmem lazım diye geçirdim aklımdan. Fakat öyle olmadı.

Mızrağımı kapının camından saplayacaktım. Gerildim ve hızlıca saldırdım. Fakat mızrak ölüyü sıyırdı. Normal bir insanı ağır şekilde yaralayacak bir sıyrık. Ama beyefendi hala ayaktaydı. Sinir ve açlıkla mızrağa tutundu. Onu tırmanabileceği bir ip sandı sanırım, tırmanıp bize erişecekti, sonrasını biliyorsun.

Mızrağı ne kadar kurtarmaya çalışsam da başaramadım. Ölünün sol omzuna saplandı ve kolunun düşmek üzere olan süt dişi gibi sallanmasına sebep oldu. Sözde sessiz ve vahşetsiz yapacaktım. Ama ortada yarılmış bir kafa, kopmak üzere olan bir kol, tamamıyla parçalanmış bir omuz vardı. Zeynep ise arkamda çığlıklar içersinde her şeye şahit oluyordu.

İkimizin güvenliği için tekrar silahımı elimi attım. Namluyu camdan içeri doğru uzattım. Ölü bütün yaralarına rağmen tekrar atıldı. Silahı elim sandı sanırım. Önce yakalamaya çalıştı. Beceremeyince ise kafasını cama yaklaştırıp kemirmeyi denedi. Bu benim için defansın arkasına atılmış öldürücü bir ara pas gibiydi. Tabi ki de gol oldu.

Yatak odasının kırılan camını, karşı komşumuzun dolabının arkasındaki ahşap ile kapattım. Ben çivileri çakarken Zeynep ise donmuş şekilde yerdeki ölüye bakıyordu. Elinde ise benim mızrağım vardı. Cesedin kanı fazlasıyla koyu, sanki aylar önce ölmüşte derin dondurucuda saklanmış gibi.

Adamın beline bir ip bağladım ve sürükleyerek ilk evden sonrada merdivenlerden çıkardım. Sıkıntılı teyze ile aynı kaderi paylaşmak zorundaydı. Fakat Elif'e bunu yapamazdım. Onu apartman boşluğundaki çöp gideri odasına kapattım. Bu konuyu Zeynep'le konuşmam gerekiyordu.

Karım gün boyunca bir daha hiç konuşmadı. Ama peşimden de ayrılmadı. Bu gece uyumayacağını bildiğim için onunla uzun uzun konuşmayı düşünüyordum.

Aslında eklemek istediğim bir şey daha var. Bugün ilk defa evimizin güvensiz olduğunu düşündüm. En üst kat dairelerinden birisi daha zor erişilebilir olabilirdi. Keşif listeme en üst katta oturanların evlerini de ekliyorum.

Gün 29 ' Elveda / 29 Mart 2012

Bana saldıran Elif değildi.

Birkaç yıl önce Bakırköy'de bir reklam ajansına iş başvurusunda bulunmuştum. Çok geçmeden geri dönüp görüşme tarihi vermişlerdi. Elif ile birlikte gittik. Çıkınca da alışveriş merkezlerini gezecektik.

Ajansa girdiğimizde pekte kaliteli bir yer olmadığını fark ettik. Garip bir şekilde iş görüşmesi ajans sekreterinin masasında gerçekleşti. Ajansın sahibi ben ve Elif küçük bir üçgen oluşturduk. Adam okuduğum okuldan çalıştığım yerlere kadar her şeyi inceledi. Büyük bir heyecanla ağzından çıkacak kelimeleri beklediğimi hatırlıyorum. Fakat beklediğim gibi olmadı. Adam her şeyi eleştirdi. Daha önce yaptığım işlere ise sadece göz ucuyla baktı.

'... Sizler gibi onlarcası geliyor. Neymiş? Üniversitesini okumuşmuş… Zihninizin açık olduğunu iddia eder, sadece yazmak istersiniz. Reklam yazarlığı üniversitedeki şamatalara benzemez küçük hanım.' diye devam etti cümleleri yüksek bir sesle. Dondum, gözlerim doldu, ağlamamak için kendimi tutmaya çalıştım ama olmadı.

O an aklıma ilk Kenan'ı aramak geldi. Ben daha telefonuma atılmadan Elif lafa girdi: 'Üniversite okumamışsın ama odunluk konusunda master yapmışsın, bravo. Daha portfoliosunu incelemediğin birisini bu denli eleştirebildiğine göre içini pislik bürümüş senin. Kıç kadar odaya iki tane bilgisayar koyup reklamcı olunmuyor. Ama üzülme, bilim adamları beyin nakli üzerine denemeler yapıyormuş. Belki baban senin için gramajı daha büyük beyin satın alır.'

Donma sırası bu sefer adamdaydı. Ajans çalışanları da işi gücü bırakmış şaşkınlıkla bize, özellikle Elif'e bakıyorlardı. Kanatsız bir melek gibi olsa da arada böyle şeytana dönüşebiliyordu. Millet daha kendine gelemeden kendimizi dışarı attık.

Evet o kesinlikle Elif değildi. Hastalığı kaptığı gün onu kaybettiğim gündü. Elif beni sever ve kollardı. Hep iyiliğimi isterdi. Hak etmediği şeyleri yaşadı. Ama Kenan ile onu hak ettiği gibi güzel bir şekilde uğurladık. O gitse de havadislerini, mezarından çıkan çiçekler bana anlatır.

Hayatımdaki en değerli insanlardan birini yitirdim. Dünya cehenneme dönüştü. Kocam bir ölü avcısı oldu. Bu kadar değişikliği nasıl kabulleneceğimi bilmiyorum.

Elveda Elif'im…

Gün 30 ' Öğrenci / 30 Mart 2012

Sanırım iki saat kadar uyudum. Yedi gibi uyandım. Elektrikler kesilmemiş olacak ki telefonumun şarjı tamamıyla dolmuş. %0 sinyal, Wi-Fi ve mobil verisi. Birde bunlara akıllı telefon derler.

Ben uyuduğumda Zeynep uyanıktı. Fakat sanırım daha fazla dayanamamış ve o da uykuya dalmış. Sırtını duvara vermiş, kucağında ise günlük. Yavaşça günlüğü çektim. 'Elveda' başlıklı yazını gördüm. O benim yazdığım sayfalarımı okumaz. Dolayısıyla ben de o sayfayı okumama kararı aldım. Ama belli ki veda ettiği kişi Elif'ti.

Bugün alışveriş günüydü. Sırt çantamı yanıma aldım. Silahı ise her zamanki gibi evde bırakacaktım. Mızrak bir düzine ebleh için yeterliydi. Ayakkabılarımı giyerken arkamda birinin durduğunu fark ettim. Hızlıca döndüm. Zeynep karşımda dikiliyordu. 'Bir şey unuttun.' dedi. Elinde silah, dik bir şekilde bana bakıyordu. Gözlerinin derinlerde ise gülücük saklıydı. Silaha gerek olmadığını ve onu kendisine bıraktığımı söyledim ama Zeynep'ten cevap gelmedi. Artık jeton her ne kadar köşeliyse unuttuğum şeyin kendisi olduğunu fark etmem on saniye kadar sürdü. Sanırım bu geri kafalılığımda yüzüme yansıdı. Benimle gelmek istiyor gibi olsa da emin olamadım. 'Artık dışarıda olan bitenden bihaber olmadığıma göre bensiz hiçbir yere gidemezsin. Bu pislikler bütün herkesi benden alabilir ama sana dokunmadan önce benim tadıma bakmak zorundalar.' dedi. Evde kalmasının daha güvenli olduğunu anlatmaya çalışsam da dinletemedim.

Hızlıca ayakkabılarını giydi. Zeynep'i en son ne zaman bu kadar istekli gördüm hatırlamıyorum. Hazır olduğunda tekrar doğruldu 'Eee? Hadi.' dedi. Elindeki silahı göstererek göz kırptım. 'Kusura bakma canım benim. Daha yeni alışıyoruz birbirimize. O bir süre benimle.' dedi gülümseyerek. Duymak istediğim şey buydu. Elif'in gidişi onu fazlasıyla yaraladı fakat çoktan uçuşmaya başlamış yaşama isteğini ve intikam küllerini tekrar ateşlendirdi.

Sokağa adımımızı attığımızda süper kahramanlar gibiydik. Benim sırtımda çanta ve mızrak, belimde ise telsiz asılıydı. Altımdaki yeşil pantolon kan izlerinden kahverengiye dönmüş, üstümdeki askılı ise yırtık pırtık. Zeynep ise bir elinde tabanca, diğer elinde telsizle Herkül'e eşlik eden Zeyna gibiydi. Ya da Frodo'yu koruyan Arwen gibi. Bu benzetmelere anlam verdiğim gün bu ülkeye başbakan bile olabilirim. Neyse konuya geri dönelim.

Elif'i defnederken arka bahçemizi ve orada olanları gördüğü için bugün biraz daha soğukkanlıydı. Apartmanın önüne geçtiğimizde ise gözü mezar taşındaydı. Bir süre durup yolu ve üzerindeki araçları kontrol ettik. Güvenlik kulübesinin yanından geçerken Leydi Zeyna silahını camdan sarkan güvenlikçiye doğrulttu. Sanırım silahın emniyetinin açık olduğunu söylemek için doğru zaman oydu :)

Bugünün planı basket ve futbol sahalarını aşarak sitenin diğer ucunda kalan markete varmaktı. Geniş alanları tercih ediyordum çünkü sürpriz istemiyordum. Öyle de oldu. Basket sahası ile futbol sahası arasındaki çocuk parkını geçiyorduk ki yakından hırıltılar geldiğini fark ettik. Güç ve elektrik kablolarının gittiği kutular o bölgede korunuyordu. Etrafı demir bir duvar ile örülü. Yerin beş metre kadar altında. Aşağıya baktığımızda çimlerde futbol oynayan çocukların aşağıya düşmüş topları dışında bir adet ölü kadın gördük. Artık ne kadar süre orada aç kaldıysa bizi gördüğü gibi kudurdu. Zeynep dakikalarca onu inceledi. Sanırım bu onun alışma evresiydi. En sonunda ise silahı kadına doğrulttu. 'Belki dönüş yolunda.' diyerek gürültü yapmaktan çekindiğim için onu durdurdum.

Markete süzülürken bir çift orta yaşlı kadın daha gördük. Birisi apartmanların birine sırtını dayamış uyukluyor gibiydi. Diğeri ise aynı apartmanın ilk kat dairesindeydi. Sanırım orası mutfaktı. İyi haber ikisi de bizi fark etmedi.

Artık markete girmek için önümüzde birkaç adım kalmıştı. Marketin altında bulunduğu apartmanın hemen yanına, giriş kapısına yöneldim. Camların hepsi kırılmış, içerde ise genç bir kadın. Sanırım bütün bu olaylardan önce burada kadınlar günü falan vardı. Zeynep yanıma geldi. 'Aha ben bunu tanıyorum. Araba kullanmayı yeni öğrendiğimde siteden çıkarken yavaş hareket ediyorum diye bana demediğini bırakmamıştı.' dedi kararmış gözleriyle. Sanırım hastalandığında verdiğim ilaçların kafasını hala yaşıyordu.

Kadın yavaşça bize doğru ilerlemeye başladı. Yeterli mesafeye yaklaştığında sol dizine mızrağımı sapladım. Yere yığıldı. Zeynep gözlerini eliyle kapatıyor. Ama yine arada açıp izliyordu. Kadının hareket kabiliyetini büyük ölçüde engelledikten sonra karıma dönerek denemek isteyip istemeyeceğini sordum. Büzüşmüş bir yüz ifadesiyle 'Peki' dedi.

- Sen miydin bana bağıran çağıran? Şu haline bak. (Mızrağı suratına salladı fakat beceremedi.)

- Hayır görende ehliyeti elinde doğdu sanar. Belki o gün bana anlayışlı davransaydın bugün seni süngere çevirmek zorunda kalmazdık. (Mızrağı yine boşa salladı fakat kadının yüzünü kesti. Onu cehenneme yollamadan önce kusacak gibi bir hali vardı.)

- Belki Elif'e yaptığımız gibi senin içinde bir mezar hazırlardık. Üzerinde çiçeklerin bittiği. Ama senin mezarından çıksa çıksa yabani ot çıkardı. Zaten bütün bu pisliklerden siz sorumlusunuz. Elif'i siz o hale getirdiniz. Hepinize lanet olsun! (Bu sefer tam isabet etti. Kadının kafasında delik açtıktan sonra dışarıya fışkıran şeyleri gördüğü gibi mızrağı elinden attı.)

Yere çömelip kusarken ona dokunmadım. Bunu yaşaması gerekiyordu. Birkaç saniye sonra doğruldu ve 'Bu iyi geldi. İyiyim ben merak etme.' dedi.

Marketin içerisi dağınık fakat güvenliydi. Tehlike durumunda kaçabilmemiz için marketin sitenin ortasına bakan camının önündeki içecekleri kaldırdım. Camı kırdım. Yaklaşık yirmi dakika kadar içeride kaldık. Şükürler olsun ki soğutucular açık kalmış. Elektrikler olduğu sürece ise birçok yiyecek korunmuş. Birinci tercihimiz konserveler oldu. Benim çantamın dışında dört poşet tamamıyla doldu. Zeynep'in elinde ise yine ağzına kadar dolu büyük bir poşet vardı. Diğer elinde ise sanırım depodan bulduğu kola şişesi dolusu benzin vardı.
Sigara reyonunu kontrol etmek için tekrar kasanın arkasına geçtim. Masanın üzerinde çöplük niteliğinde bir bilgisayar vardı. Ona ihtiyacım yoktu fakat harici webcam işime yarayabilirdi. Kasanın hemen yanına iliştirilmiş bir not dikkatimi çekti. Bir fişin arkasına 'Sadece ihtiyacın olanı al.' yazılmıştı. Kağıdı kıvırıp direk cebime attım.

Bir karton Lucky Strike'ı çantamın dış gözüne sıkıştırdıktan sonra marketi terk ettik.

Dönüş yolunda rüzgar artmış, bulutlar kararmıştı. Yine aynı yolu kullandık. Elektrik tesisatlarının oraya geldiğimizde tekrar aşağıya baktık. Kadın hala oradaydı, fakat biraz sakinleşmiş gibiydi. Ben ne yapacağını merak ettiğim için onu izlerken Zeynep poşetleri yavaşça yere bıraktı. Silahını aşağıya doğrultup tetiği çekti. Kadın yere yığılır gibi oldu. Kötü atış değildi ama omuza saplanmış bir mermi onu öldürmeye yetmezdi. Nişan pozisyonunu bozmadan tekrar ateş etti. Bu sefer son bir hırıltı duyuldu. Kadın ilk duvara çarptı, sonra yere düştü. Mermi yanağına isabet etti. Bu onun ikinci avıydı.

'İki gitti, kaldı on iki' diye geçiriyordum ki aklımdan iki el daha silah sesi duyuldu. Ama bu sefer ateş eden Zeynep değildi. Sesler arkamızdaki apartmanlardan birinden gelmişti. Tamamıyla açık hedeftik fakat bize nişan almadıklarına dair bir his oluştu içimde. Hiç konuşmadan poşetleri yüklenip eve doğru koşmaya başladık. O anda fark ettim ki 'Sadece ihtiyacın olanı al' diyen kişi ile ateş eden kişi aynıydı.

Dürbün ile izlenebileceğimizden çekindiğim için apartmanımızın çevresinden dolandık. Hayatta kalanlar erzak ve güvenlik ihtiyaçlarının artması halinde yürüyen ölülerden daha tehlikeli olabilirler. Bunun için önlem almam lazım.

Eve vardığımızda uzun bir süre sitemizin içinden kıvrılan yolu ve girişleri izledim. Birkaç yamyam dışında hiçbir şey görmedim. Ama içimden bir his yakın zamanda yeni yüzler ile karşılaşacağımı söylüyor.

Gün 31 ' Görev Dağılımı / 31 Mart 2012

Basit bir hareket kontrolü sensörü ile evin giriş ve çıkışlarını kontrol etmeyi planlıyordum. Fakat elimdeki kamera sistemleri ve kablo uzunlukları fazlasıyla yetersizdi. Kahvaltı esnasında bu konuyu Zeynep ile paylaştım. Uzaklara değil, evin çevresinde bolca bulunan özel güvenlik ve polis noktalarına bakmamız gerektiğini düşünüyordu.

Birkaç ay önce yan apartmanımıza bir milletvekili yerleşmişti. Sanırım pek sevilmeyen birisiydi. Bu sebeple apartmanın arkasına polis kulübesi yerleştirildi. Apartman girişine ise küçük bir polis noktası kuruldu. Bir çeşit karakol gibiydi. Denemeye değer olduğunu düşünüyorum.

Planlamamızı yaptık. Saat 12'de, güneşin en yoğun olduğu zamanda sokağa çıkacağım. Bu sefer hem silahım hem de mızrağım benimle olacak.

Zeynep uzun bir süre benimle gelmek için ısrar etti. Fakat onun dışarı çıkmaması ikimiz içinde en güvenlisi. Henüz iyi bir nişancı değil. Ayrıca yapacağı her yanlış daha fazla dikkat çekmemize sebep olacak, böylece onu korumak gittikçe zorlaşacaktı.

Girilecek ve kontrol edilecek üç ayrı nokta belirledik. Birincisi sitemizin dış kapısında bulunan özel güvenlik kulübesi, hemen ardından ise yan apartmanın arkasında kalan polis kulübesi. Son olarakta yine yan apartmanın girişinde bulunan polis noktasını kontrol edeceğim.

Ben bütün bu kovalamaca içindeyken Zeynep apartmanımızın çatısında telsiz ile gözcülük yapacak. Sadece ikinci gideceğim polis kulübesi görüşünün dışında olacak. Fakat sorun olacağını sanmıyorum.

Bu minik operasyonumuzun sonucunu eve döndüğümüzde yazacağım. Bana iyi şanslar dile günlük. (11:05:33)

Eklemeler (14:53:26)

Nerden başlayayım bilemiyorum. Aslında her şey öngördüğümüz gibi başladı. Evden çıktığımda daha köşeyi dönmeden komşularımızdan biriyle karşılaştım. Beni çok özlemiş olacak ki üzerime doğru yürümeye başladı. Fakat onunla kaybedecek zamanım yoktu. Hızlıca sitemizin güvenlik kulübesine yöneldim.

Telsiz Zeynep : Kenan arkanda bir tane var. Sakın durma!
Kulübedeki görevli hiç yerinden oynamamış. Fakat cesede yaklaştıkça aldığım koku anlatılamayacak rezillikteydi. Dikkatli bakınca vücudundaki tüm ısırıklardan kurtlar gözüküyordu. Bir o kadar da sinek.

İçeride tek bulabildiğim şey sitenin küçük bir haritasıydı. Apartmanım krokisi ve kulübelerinin dağılımı da buna dahil. Kokuşmuş cesedin belindeki el feneri de gözümden kaçmadı tabii ki.

Telsiz Kenan : Fark ettim. Bırak takip etsin. İşi biraz zor. Bu arada birinci kulübe tamam. Binanın arkasına geçiyorum.

Telsiz Zeynep : Silahın elinde olsun. Yandaki kuaförün girişinde iki tane misafirin daha var. Gerçi seni fark ettiklerini sanmıyorum.

Apartmanın arkasına geçerken komşumuzun tekrar yanından geçtim. Zavallı şey gözünü üzerimden ayıramıyordu. Peşimden gelmesini sağladım. Otopark girişine geldiğimizde ise mızrağım sayesinde onu aşağıya ittirdim.

Telsiz Zeynep : Hahaha! Ayıp be! O adamın karısı ilk taşındığımızda 'Taşınma telaşı, yemek yapamamışsınızdır.' deyip yemek getirmişti.

Polis kulübesine giderek yaklaşıyordum. Kulübenin içi güvenli gözüküyordu fakat arkasında bir hareketlilik olduğunu fark ettim. Sessizce yaklaşıp göz ucuyla baktım. İki ihtiyar aylak aylak dikiliyordu. Onların beni fark etmesini beklemeden üzerlerine saldırdım.

Bir tanesinin bütün vücudu diş izleri ile doluydu. Kaburgalarına kadar derin yarıklar gözüme çarptı. Diğeri ise dirseğinden ve boynundan ısırılmış, fakat görünüşü hala düzgündü. Sanırım yaşayan ölüler ailesine yeni katılmış.

Mızrağımla taze ölümüzün göğsünde derin bir delik açtım. Sanırım çürümüş kalbinde hala yeterince kan bulunmaktaydı, mızrağımı çektiğim anda göğsünden akmaya başladı. Kanın kokusu ise diğerini tahrik etti. Saniyeler içersinde tecrübeli bey amca yeni çocuğun üzerine saldırdı. Fakat onlara sırtımı dönüp kulübeye giremezdim. Yapmam gerekeni yaptım. Onlar birbirleriyle meşgulken ikisini de mızrağımla sonsuzluğa uğurladım.

Polis kulübesinde küçük bir telsiz buldum. Şarj kutusunun üzerinde duruyordu. Hala cızırtılar geliyordu. Beni duyan birisi olup olmadığını kontrol etmek için telsizi kullandım fakat cevap alamadım.

Telsiz Zeynep : Çok oyalandın. Saat 12:46. Ayrıl oradan artık.

Telsizin durduğu masada iki küçük göz vardı. Birinde orta boy bir mermi kutusu ve benzeri bir telsiz, diğerinde ise onlarca anahtarın takılı olduğu bir anahtarlık. Bulduklarımı çantama atıp kulübeden ayrıldım.

Telsiz Kenan : Tekrar görüş alanına giriyorum. Polis noktasına geçiyorum. Üzerinde ne var? Şaka şaka. Ya da vazgeçtim şaka değil. Çamaşır giyiyor musun? Önüm ne durumda?

Telsiz Zeynep : Kuafördekiler apartmanın altına doğru ilerledi. Başka bir şey dikkatlerini çekti herhalde. Karşı binaların altında birkaç çamaşır giymeyen ölü görüyorum fakat senin yolun şuan için temiz. Eve döndüğünde giyip giymediğimi beraber kontrol ederiz yakışıklı, sen işine bak!

Duvarı takip ederek polis noktasının girişine geldim. Daha içeri girmeden bir tane ölü tarafından fark edildim. Üniformalı genç bir çocuktu. Beni gördüğü gibi gürültülü bir şekilde üzerime yürümeye başladı. Onu, bütün siteyi başıma toplamadan durdurmam gerekiyordu.

Telsiz Zeynep : Kenan b kapısının camlarından üç kişi çıktı. Sanırım o tarafa doğru geliyorlar. Seni fark etmiş olmalılar. Çabuk geri dön!

'Şimdi geri dönsem bütün bu orduyu peşimden sürükleyeceğim.' diye düşündüm. Yeterince dikkat çekip onları peşimden biraz daha uzağa sürüklemeliydim. Ben düşüncelere daldığım esnada Zeynep'in sesi gittikçe daha endişeli gelmeye başladı.

Telsiz Zeynep : Sana diyorum be adam. Yürüsene! Ne dikiliyorsun orada? Çık oradan!

Telsiz Kenan : Zeynep sakin ol. Bütün hepsini eve sürüklemek istemiyorum. Polis noktasından apartmana süzülmeyi düşünüyorum. Apartmanın sokak kapısından çıkıp hızlıca bizim apartmanımıza dönebilirim. Hiçbiri izimi süremez. Ayrıca biraz sessiz olmanı öneririm. Şuan en az bir silah kadar ses yapıyorsun.

Telsiz Zeynep : Yalvarıyorum geri dön. Apartmanımıza girseler bile onlar gidene kadar çatıda kalırız. Yaptığın şey çok riskli.

Zeynep'e cevap verdikçe konuşmanın uzayacağını ve sonunda beni ikna edeceğini bildiğim için telsizin sesini kıstım. Mızrağımı doğrultup hızlıca polisin üzerine salladım. Karnında minik bir delik açtım. Hemen arkasından boğazına savurduğum darbeyle yere yığıldı. Karımın bahsettiği diğer grup ise gittikçe bana yaklaşmaya başladı. Beni gördükleri için hızları arttı.

Yeterince dikkat çekmiştim. Bu saatten sonra birkaç el ateş etmemim kimseye zararı olmazdı. Polis noktasının içine girdiğimde karşımda uzun bir koridor belirdi. Sağlı sollu odaların kimisinin kapısı kapalı kimisinin açık. İlk kapıyı geçtiğimde içerde iki tane polisin dikildiğini gördüm. Beni fark etmediklerini düşündüğüm için hiç duraksamadan devam ettim. İkinci sıradaki kapılardan biri kapalı, diğeri ise aralık şekilde bırakılmıştı. İçeriye göz attığımda tek gördüğüm yerlere saçılmış dosyalar ve cam kırıklarıydı. Üçüncü sıraya hiç bakmadan en son sıraya devam ettim. Fakat üçüncü sırada birkaç memur beni fark etti. Kulağıma gelen hırıltılar bunun en büyük göstergesiydi. Son sıranın solundaki kapıdan kafamı sokmamla birlikte geri çekildim. Kapının hemen eşiğindeki ölüyle göz göze geldik. Kapıyı çektim ve kilitledim. Koridora dönüp baktığımda on ölünün peşimde olduğunu fark ettim. Ben Zeynep'i duyamasam da onu merakta bırakmamak için telsizimi ağzıma götürdüm.

Telsiz Kenan : Beni merak etme, iyiyim. Birazdan apartmanımıza doğru geçeceğim. Beni evde bekle.

Son kapı önümde yarı aralık duruyordu. Yine kapının eşiğinde bir sürpriz ile karşılaşmamak için gerilip tekme attım. Düşündüğüm gibi oldu. Tekme atmam ile birlikte içeride beni yeni bir sürprizin beklediğini fark ettim.

Girmek üzere olduğum oda diğerleriyle aynı boyuttaydı fakat eşyaların az olmasından sebep daha büyük duruyordu. İki tane duvara dayalı, üç tanesi yerde, toplam beş ölü içerde beni bekliyordu. Tam karşımda apartmanın içine uzanan bir kapı bulunuyordu. İşte bu kapı benim kaçış yolumun başlangıcıydı. Odanın sol tarafında ise küçük bir eşya dolabı bulunuyordu.

Odaya benden önce silahım girdi. Kelle başı tek kurşun hakkım vardı. O yüzden bana yaklaşmalarına müsaade ettim. Bir tane ıska hariç hepsini sırayla hepsini etkisiz hale getirdim. Yerdekilerden biri hareketsiz olmasına rağmen onu da boş geçmedim. Bugün şanssız günüm olduğunu kaçış yoluma uzanan kapının kilitli olduğunu fark edince anladım. Adrenalin tavan yapmış olacak ki saniyede milyon tane şey düşünüyordum. İkinci polis kulübesinde bulduğum anahtarların arasından biri elbet bunu açacaktı. Fakat fazla zamanımın olmadığı yeterince açıktı.

Dört tane anahtar denedim. İlk üçü kilide oturmadı bile, sonuncusu ise oturdu fakat kapıyı açmadı. En azından artık anahtarın neye benzediğine dair tahmin yürütebiliyordum. Sırasıyla birkaç anahtar daha denedim. 'Hadi ama açıl artık!' diye söylenirken odanın kapısında bir kadın belirdi. Beni gördüğü gibi çığlıklarla üzerime koşmaya başladı. Aynı taktiği uygulayacaktım. Fakat kuş beyinli yerdeki leşlerden birine takılıp yere yığıldı. Bu da beynine küçük bir mermi monte etmemi kolaylaştırdı.

Sanırım onuncu anahtarı denerken kapının arkasında birinin olduğunu fark ettim. Kapıya iki kere yumruk atıldı. Yüksek bir tonla 'Oradaki her kimsen burası çok sıcak ve gittikçe daha da ısınıyor. Kapıyı açmama yardım et yoksa emin ol bu yamyamlardan birine dönüşürsem ilk senin tadına bakacağım.' diye seslendim. Cevap gelmedi. O esnada üç tane polis kapının eşiğine hırıltılarla birlikte geldi. Anahtarı bırakıp onlara yöneldim ve ateş ettim. Her birinin öldüğüne emin olduktan sonra kafamı kapıdan dışarıya çıkardım. Doğruca bana gelen yedi tane ölü daha saydım. Korkusuzca üzerlerine ilerleyip tek tek kafalarına nişan almaya başladım. Geriye bir kadın iki polis kalmıştı. En yakınımdaki kadına nişan aldım ve tetiği çektim. Kadın kanlar içersinde yere yığılsa da şimdi başka bir sorunum daha vardı. Silahın şarjöründeki tüm mermiler bitmişti. On-dört mermiyi ne ara kustum hatırlamıyorum.

Geriye kalan iki polise arkamı dönüp tekrar odaya daldım. Anahtarı elime attığımda kapının arkasından da hırıltılar geldiğini fark ettim. Yani bütün verdiğim mücadele boşunaydı. Büyük bir ölü ordusundan bir diğer gruba yem olmak için kaçıyordum. Aklımdan geçen tek şey karım oldu. 'Allah'ım bana yardım et!' diye bağırırken elime on-birinci anahtarı aldım. Fakat kapı yine açılmadı. Polislerden birisi odaya girmişti bile. Durmadım ve elimi on-ikinci anahtara attım. O esnada iki el silah sesi duydum. Fakat güçlü bir şeydi, tüfek gibi. Çok yakından gelmiyordu fakat apartmanın içinden geldiği aşikardı. Mızrağımı bir elimle kaldırıp bana yaklaşmakta olan polise fırlattım. Aptal şey karnına saplandı, onu biraz yavaşlattı. 'Boynunu kırmalıyım! Bu beynine ateş etmekle aynı şey.' diye aklımdan geçirirken ikinci polis odaya daldı. O an uzun bir kitabın son satırlarını okuduğumu düşündüm. Ama gözümün önünden geçen film şeridine ayıracak zamanım yoktu. Son bir umutla on-ikinci anahtarı kilide soktum.

Anahtarı çevirdiğimde içime dolan sevinç kapıyı araladığımda gördüğüm şey ile yok oldu. Kapının arkasında iri yapılı bir yamyam beni bekliyordu. Kapıyı tamamıyla açıp onu ittirip kaçmayı düşündüm. Bu belki de yapabileceğim tek şeydi.

Arkamdaki polislerin haykırışları artık kulağımın dibindeydi. Derin bir nefes aldım. Kapıyı hızlıca açtım. Karşımdaki yamyam ile göz göze geldiğim sıradan ikinci bir silah sesi odada yankılandı. Önümdeki ölü kafasındaki büyük delikle birlikte yere yığıldı.

Karşımda genç bir çocuk belirdi. Hızlıca peşinden koşmaya başladım.

Telsiz Kenan : Eve varmak üzereyim hayatım.

O an duraksadı ve bana dönüp 'Kaç kişisiniz?' diye sordu. 'Hayatımı kurtarmış olsan da burada kalıp seninle sohbet etmeyeceğim.' dedim ve belindeki tabancayı işaret ettim. O da hiç düşünmeden silahı bana fırlattı. 'Bana güvenebilirsin. Buralarının faresiyim. Senin kokunu bir süredir sürüyordum. Bugün yapmaya çalıştığın neydi anlamadım.' dedi ve tekrar koşmaya başladı.

Apartmanın çıkışına geldiğimizde bizi iki çocuk yaşta ölü karşıladı. Bu yeni arkadaş biraz acımasız çıktı, fazla detaya girmek istemiyorum ama sokak kavgasını sever gibi bir hali vardı.

Birkaç dakika içinde evin önüne kadar geldik. Durup arkamı döndüm ve ona güvenip güvenemeyeceğimi düşündüm. 'Tamam. Beni içeri davet etmek zorunda değilsin. Ben başımın çaresine bakarım.' dedi kendinden emin bir ifadeyle.

22-23 yaşlarında bir şeydi. Hiç düşünmeden hayatını riske atıp bana yardım etti. Onu şuan dışarıda bırakmak ölüme terk etmek ile eşdeğer bir şeydi. 'Beni izle.' diyerek hızlı bir şekilde apartmanın sokak kapısına yöneldim. Sık sık dönüp onu kontrol ediyordum. Sürekli tetikte, her şeyi görüyor, takip ediyor gibi bir hali vardı. Apartmanın kapısından girerken telsizi tekrar ağzıma götürdüm.

Telsiz Kenan : Zeynep kapıyı aç. Bir misafir ile birlikte geldim.

Kapımızın önüne geldiğimde Zeynep gözyaşları içersinde üzerime atladı. Bir yandan onu teselli ederken bir yandan da genci içeri buyur ettim. Salona geçtiğimizde Zeynep adamı fark etmemişti bile. 'Sen kendini ne sanıyorsun? Ya başına bir şey gelseydi? Ölüyordum meraktan. İki dakika daha gelmeseydin çatal bıçak ne varsa kapıp peşine düşecektim.' diye söylenmeye devam ediyordu. Elimdeki silahı tekrar ona verirken teşekkür ettim, hem silah için hem de hayatımı kurtardığı için.

Zeynep sakinleştikten sonra misafirimizin hikayesini dinlemeye başladık. Daha fazla yazacak halim yok. Onu da başka bir zaman anlatırım artık.

Gün 33 ' Ebeveyn / 2 Nisan 2012

Dün Zeynep ile saatlerce bekledik. Kapı çalınacak ve 'Merhaba bugün 1 Nisan. Bütün bu yaşadıklarınız size aksiyon dolu bir balayı sunmak için tasarladığımız öğelerdi.' denecek diye. Tabii ki olmadı. Fakat iyi haber kimsenin eşek sakası yapacak hali de yoktu. Herkesin elinde bir fincan kahve, sırtlarımız duvarda oturuyorduk.

'Ayın kaçıydı bilmiyorum ama erken saatte babam evden çıktı. Ablam ben ve annem camlara yapışmış bir şekilde dışarıda olan biteni izliyorduk. Polisler siteyi çevrelemiş, arabalardan küçük bir barikat kurmuştu. Fakat ne olduysa o günün akşamında oldu. Aşağıdan çığlıklar gelmeye başladı. İlk gördüğümde gözlerime inanamadım. Üst komşumuz onlarcası tarafından sıkıştırılmıştı. Daha fazlasını izleyemedim.

Gecenin ilerleyen saatlerinde sesler çoğaldı. Kapımızın önünden geçen polisler 'Kapıyı kilitleyin ve ne olursa olsun açmayın!' diye bağırdılar. Ama Melis onları dinlemedi. Birkaç saat sonra kapımıza vurulduğunda babamızın geldiğini sanarak kilidi çevirdi ve kapıyı araladı. Saniyesinde bir tanesi üzerine fırladı. Arkasından bir diğeri ve diğeri… Ablam gözümün önünde can verirken annemin mutfakta saklanacak yer aradığını fark ettim. Musluğun altındaki mutfak dolabına girdi ve dolabın kapısını kapatmaya çalıştı. Yüzündeki çaresizlik ve gözlerinden akan yaşları unutamıyorum. Melis'in yanındakilerin birkaç tanesi onu fark etti ve yönünü değiştirdi. Elimdeki cep telefonunu onlara fırlattım ve bağrınmaya başladım. Belki dikkatlerini başka yöne çekerek annemi kurtarabilirim diye düşündüm fakat öyle olmadı. O an yaşadığım duygular inanılmazdı. Hani derler ya insan vurulduğunda ya da bir yerini kırıldığında kısa süreliğine acı hissetmez, vücut uyuşturucu salgılar diye. O kadar acıya rağmen soğukkanlılığımı kaybetmedim. Hızlıca yatak odasına koştum. Küçük dosya çantasını omzuma astım. İçersine üç tane tabanca ve belki yüzlerce mermi koydum. Kapıyı araladım ve ailemi benden alanların hepsini öldürdüm. Bütün kıyafetlerim, vücudum her yerim kan olduktan sonra evi terk ettim. İlk gece apartmanın çatısında babamın gelişini bekledim. Hiç uyuyamadığımı ve sürekli ağladığımı hatırlıyorum. Belki de hayatımda hiç okumadığım kadar dua okudum.

Ertesi gün ise karşı apartmanın tepesinde bir grup fark ettim. El işaretleriyle beni çağırdılar. Yanlarına gittiğimde çoğunun yüzüne aşina olduğumu fark ettim. Her yaştan insanın bulunduğu 4 kişilik bir gruptu.

Sonrasını az buz biliyorsunuz. Her yer düştü. Atatürk Havalimanı'nda karantina bölgesi kurulduğu falan konuşuluyordu. Kim bilir kaç zengin çocuğu güvenli topraklara uçtu oradan. Her zaman ki gibi biz memur çocukları ise kendi kıçımızı kollamak zorundaydık. Sizin de yaptığınız gibi.'
dedi Erdal gözleri boşluğa bakarken.

1991 İzmir doğumlu. Babasının mesleği sebebiyle hayatı bütün Türkiye'yi gezerek geçmiş. Polis şark görevleri dışında bundan pek şikayetçi değil. Annesinin ve ablasının ölümünden sonra tek amacı babasını bulmak olmuş. Fakat şuana kadar ona dair hiçbir iz bulamamış. Ama kafasında bir plan olduğu her halinden belli.

Kendi grubuyla arası nasıl bilmem ama bizi sevdiğine eminim. Emin olduğum bir diğer şey ise Zeynep'in onu sahiplenmiş olması. Normalde kıskanç bir adam olsam da Erdal'ın karımı kaybettiği ablasının yerine koymaya çalıştığını fark ettim.

Silahlar ile arasının iyi olması babasının korumalarından biri olan Özel Harekat Polisi Ferhat'mış. 'Millet sokakta yakalamaca oynarken ben askeri eğitim alanında Steyr ile oynuyordum. Ateş edemesem bile oynuyordum.' cümlesi her şeyi özetler gibiydi. Ferhat eğitimlere gizli gizli onu da götürürmüş, çoğu silah hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamış. Babası ise olanları öğrenince Ferhat'ı fırçalamış.

'Geçenlerde lojmanların cephaneliğine girdim. Birkaç tabanca ve mermi aldım. Fakat içeride hala otomatik ve keşkin nişancı tüfekleri var. Bu silahı size birkaç mermi ile birlikte bırakayım, bende yeterince var.' dedikten sonra montunun cebinden çıkardığı küçücük bir silahı bana uzattı. Avuç içine sığacak kadar küçük bir şeydi. Mermi haznesine baktığımda altı mermi alabildiğini fark ettim.

Hava kararmaya başladığında Erdal gitmesi gerektiğini söyledi. Kendi grubunu endişelendirmemesi için bu gerekliydi.

Kafamdaki tüm endişeler kaybolmuştu, en azından Erdal için. Fakat grubuna güvenmek için henüz erkendi. Erdal ise onları neredeyse hiç anlatmadı. Sadece Zeynep ile kısa bir dedikodu yaptıklarını duydum.

Yeni dostumuz sokağa çıktığında onu balkondan kontrol ettik. Sitenin dışında yere yığılı yamyamlardan biri onu fark etti ve doğruldu. 'Tipe bak hele. Aklınca beni yiyecek. Görüşürüz. Kendinize dikkat edin!' diye bağırdı alaycı bir şekilde ölünün yanından koşarken.
Zeynep ile yatak sohbetimizin yeni konusu artık belliydi. 'Yeni grubu bilmem ama yeni çocuk güvenilir. Heriften saygı akıyor. Anlattıklarından anladığım kadarıyla bizi kendi grubuna kıyasla daha çok sevdi. Kenan kendimi ebeveyn gibi hissettim. Ne güzel bir hismiş bu! Şu koşuşturmalar bitince hatırlat çocuk çalışmalarına başlayalım.' dedi Zeynep kendinden emin ve ince bir sesle.

Önemli olan onun mutluluğuydu. Ve öyle de oldu. Bu geceyi kahkahalar içinde bitirdik. Yarın nelere gebe bilemem, fakat ailemize yeni birinin katılması beni de fazlasıyla sevindirdi.


Hikaye Süreci
An itibariyle 17 gün için günlük sayfaları yazıldı. A4 boyutunda 35'i aşkın sayfa sizin beğenilerinize sunuldu ve sunulmakta.
21.06.2012 00:57 [/FONT]