Balkan Harbi’nden sonra Makedonya’nın Kocacık Köyü’nden göç eden büyük dedesinin adını vermişler Ekabir’e. Yerleştirildiği Bursa’da ölünceye kadar pencerenin önünde oturup, hep Balkanlara doğru bakmış Dede Ekabir. Soranlara, “en azından havası gelir belki köyümün. O yüzden hep o tarafa doğru bakarım” dermiş. Mustafa Kemal’in babası Ali Rıza Efendi ile aynı köyden olmakla hep gurur duymuş. O yüzden, “bu devlet, bize köylümüzün emanetidir” cümlesini düşürmezmiş ağzından, çocuklarına da miras olarak bırakmış. Torun Ekabir, on yaşında atılmış hayata, simit ve limon satarak. Sokaklarda büyümek hem erken yaşta olgunlaştırmış Ekabir’i, hem de ticareti öğrenmiş bu sayede. İlk eylemini pazardan tezgahını kaldırmakla tehdit eden pazarcı esnafına karşı gerçekleştirmiş. 12 yaşında adam bıçaklamadan almış ilk sabıkasını. Sonrası da çorap söküğü gibi gelmiş. Islahhanelerde ıslah olmak yerine daha fazla suç işlemeyi öğrenmiş. Yirmili yaşlarının başında Cezayir’le tanışmış. Aynı ülküyü paylaşmasalar da aynı duyguyu paylaşan bu iki adam, kendilerine İstanbul’u ite çakala bırakmamak gibi bir misyon seçmiş ve omuz omuza çarpışmışlar. Ta ki, Cezayir ölene kadar.