- Katılım
- 1 Şubat 2007
- Mesajlar
- 93,743
- Reaksiyon puanı
- 50,397
- Puanı
- 1,060
- Konum
- İstanbul
- Web Sitesi
- izleryazar.com
Anahtar kelimeler: deneme örnekleri, bacon deneme örneği, lise deneme örnekleri, deneme örnekleri oku
OKUMA ÜSTÜNE
Okumak, haz duymaya, zihnimizi süslemeye ve yetkimizi arttırmaya yarar. Haz duyurmak hususundaki faydası, insan bir köşeye çekilip tek başına kaldığı zaman kendini gösterir. Zihnimizi süslemesinin, konuşurken, yetkimizi arttırmasının da bir iş hakkında hüküm verirken, o işi başarırken faydası dokunur. Tecrübeyle yetişmiş kimseler, tek tek bazı işler yapar, onlar hakkında birer hüküm verebilirse de, meseleyi her bakımdan göz önünde tutan öğütler vermek, planlar yapmak, nizamlar kurmak, bilhassa bilgi sahibi kimselerin elinden gelir. Okumaya fazla vakit harcamak, uyuşukluktur. Okunan kitaplardan süs olsun diye fazla faydalanmak gösteriş, bir hüküm verirken sade kitaptaki kaidelere uymak da ukalalıktır.
Okumak tabiatı tamamlar, tecrübe ile de tamamlanır. İnsanın tabiat vergisi olan kabiliyetleri kendiliğinden çıkan bitkilere benzer; okumakla budanmaları lazımdır. Okumak, tecrübeyle sınırlanmaz da başına buyruk bırakılırsa dağınık yönlere yayılmış bir bilgi verir. Tecrübe ile yetişen kimseler, okumayı hor görürler. Basit kimseler ona hayrandırlar. Bilginler ondan faydalanırlar, çünkü okuma, sağladığı faydanın ne olduğunu öğretmez. Bu, insanın, göre göre, tahsile ihtiyaç duymadan onun ötesine varan bir kuvvetle elde ettiği, bir bilgeliktir. Kitapları, ne cerhetmek, ne yanlış bulmak için ne de zaten ispat edilmiş diye, olduğu gibi kabullenip, konuşmalarında sana konu olsun diye oku. Bazı kitaplardan insan yalnız zevk alır; bazılarını olduğu gibi yutar. Bazılarını geveler ve hazmeder. Yani bazı kitaplardan yalnız birtakım parçalar okunur; bazıları baştanbaşa, ama inceden inceye tetkik edilmeden, bazıları ise dikkat ve itina ile okunur. Bazı kitaplar da vardır, insan onları vekil vasıtasiyle yani başkalarının onlardan çıkardıkları parçaları okur. Bu ancak kitabın değeri ve konunun önemi az olduğu zaman yapılır. Çünkü böyle başkasının süzgecinden geçmiş, kitaplar, imbikten süzülmüş adi su gibi yavan olur.
Okumak, insana olgunluk, konuşmak canlılık, yazmak da açıklık verir. Bu sebeple, az yazanın, hafızasının kuvvetli, az konuşanın hazırcevap, az okuyanın da bilmediğini bilir gibi göstermesi için, kurnaz olması lazımdır. Tarih kitapları insanı akıllandırır; şiir nükteci, matematik dikkatli kılar; felsefe eserleri de derinleştirir. Mantık ve hitabet, münakaşalarda ustalaştırır; ahlak da ağırbaşlı yapar.
"İnsanın okuduğu şey benliğine işler." Hatta insan zekasına ket vuran her türlü engeli, iyi seçilmiş eserler okumakla ortadan kaldırabilir. Tıpkı vücudun tutulduğu hastalıkların münasip idmanlarla iyi edilebildiği gibi. Mesela top oyunu, vücutta hasıl olan taşlarla böbrek hastalarına; ok atmak, akciğerle göğüse, ağır yürüyüşler mideye, ata binmek baş ağrılarına iyi gelir, v.s. Bu sebeple bir kimsenin zihni dağınıksa matematikle meşgul olsun; çünkü bir davayı ispat ederken biraz dalıverse davaya ta baştan başlaması lazım gelir. Eğer zekası farkları görüp ayırmaktan acizse iskolastikleri tetkik etsin. Çünkü onlar; "kılı kırk yararlar."
Bir konuyla bir diğeri arasında münasebet kurmakta ve bir meseleyi ispat edip aydınlatmaya yarayacak delilleri hatırlatmakta güçlük çekiyorsa hukuk davalarını tetkik etsin. Böylece her zeka hastalığına ilaç olacak birer reçete bulunabilir.
Bacon
SEVGİLİ
XIII. asırdı. Erbil Atabeği Muzafferüddin Gökbörü gül yüzlü, gül kokulu Nebiler Nebisi’nin dünyaya teşriflerini kutlama kararı aldı. Mevlid-i Nebevi’nin mânâ zenginliğini yaymak, O sevilmeden hiçbir şeyin eksiksiz sevilemeyeceğini anlatmak; medeniyetin O’nun ile başladığını, güzelliğin O’nun ile tamama erdiğini; O’nun izinden gitmenin bir kurtuluş olduğunu ifade etmenin bir yolu idi.
“Nebiler Sultanı’nın vasıflarının şerhini durmadan anlatsam, yüzlerce kıyamet geçer de o yine bitmez” der Mevlânâ. O’nu anlatmaya söz kâfi değil, ne desek hep eksik cümlelerimiz. Mecâl deseniz, dermân deseniz hepten bitmiş. “Ben o nağmelerden müteheyyicim / Ki yok ihtimali terennümün” İkbâl ifadesiyle...
Bazen bir acı yerleşiyor yüreklere, “ne kadar sevebiliyoruz O’nu” telaşı düşüyor kor gibi. Kaç kere gördüğümüzü rüyamızda ışığını, kaç kere O’nun bize ağladığını anımsıyoruz? Çöle inen nur’un ümmetine verdiği emeği ne derece tartabiliyoruz? Bir gelenek gibi atadan alınan bilgilerle gündüzlerimizi gecelerimize ekliyor, gecelerimizden uyanıyoruz sabahlarımıza. O denli eminiz ki toprağa nasıl gireceğimizden heyhât? Bir Rasûl idi, en sevgili idi; biliyordu mertebesini, hiç kusur etmedi Allah’a ibadetinde ve hiç terketmedi O’nu düşünmeyi. “İste dünya ayaklarına serilsin” dendi oralı olmadı. “Dile dağları devirelim seni üzenlerin üzerine” dendi kıyamadı kimseye. Nebiler Nebisi’nin gül kokusu yayıldı çöl kumlarının üzerine. Emin olmanın simgesiydi. Güzelliğin işaretiydi. Adı geçtiğinde herkes kendine gelirdi. Kim görse bakışlarını yüzünden alamazdı. İnsanların en güzeli, meleklerin gıbta ettiği, cennetin hasretle beklediği Nebiler Nebisi...
“On dört asır önce yine böyle bir geceydi
Kumdan ayın on dördü bir öksüz çıkıverdi” *
Geldi, vazifesini en güzel biçimde, eksiksiz yerine getirdi; giderken gözüyaşlı dostlar bıraktı arkasında. O’ndan öğrendik sevmeyi, O’ndan öğrendik tevazuyu. Dünyanın ötesinde bizi neyin beklediğini O anlattı bize. Her hâli ile “Allah” diyen bir Rasûl’ün ümmeti olmak lütfuna mazhariyet ne büyük şerefti... Melekler üç gün, üç gece ziyaretine geldiler. Melekler hep saf tuttular arkasında. Melekler O’nu seyretmeye doyamadılar. Güzeller güzeli, en sevgili...
Biz seni anlayamadık.
Seni yaşayamadık.
Seni hissedemedik.
Seni bilemedik.
Seni asrın idrakine okutamadık.
Seni sevemedik.
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili **
* Mehmet Akif Ersoy
** Sezai Karakoç
Naz FERNİBA
DOSTLUK ÇAĞRISI
Dostluk kitabının sayfaları da açılır önümüzde....
Fırtınalardan geçmiş, denenmiş, iyi ve kötü günlerin sınavlarını alın aklığıyla vermiş dostluklar....
Günlük alışkanlıkların, sıradanlıkların ötesine ulaşmış birliktelikler...
Maddî ve manevî paylaşmayı içine alan ilişkiler...
Bizi uyaran, yüreklendiren, aşkı, sevdayı, hoşgörüyü, fedakarlığı bir destana çeviren dostluklar...
Dostluklarımız.
Dostlarımız kitaplar olduğu kadar insanlardır da...Her yaştan, her renkten birbirini tamamlayan, zenginleştiren, farklılıkları âhenge çeviren dostluklarımız, dostlarımız...
Bir anıt dostluktu Hz. Ebubekir’in mağara dostluğu...Kutlu çağın çağımıza ulaştırdığı bir yürek serinliği ve genişliği...
O değil miydi bize Erdem Beyazıt’ın mısralarıyla seslenen:
“Bir orman gibi büyür içimde sevmek
İçimde insan, bir mahşer gibi kabarırken
Ay her suça ortak çıkan kalbim....”
Kalbimiz...Önce onu koruyalım. Aklın ve bedenin sağlığı da ona bağlı çünkü..
Kalp, özge bir mekan....
Tecelli orada gerçekleşir.
Orası bir hükümdarlık şehridir ağyâre yer olmayan.
Kalbi olanın dostu vardır.
Dost O’dur ve O’nunla olandır, olanlardır.
Dost isek ve dostumuz varsa yolumuza haramiler de çıkacaktır.
Olsun....
Yeter ki dostumuz, dostlarımız olsun.
Ferhat ki dost diye kazmasını kayalara değil artık kalplere vuruyor.
İçimizdeki şarkı yeniden başlıyor.
Şarkısız yaşayamayız biz.
Şarkımız “Dost”a “dost”la ulaşmak.
Kitabımızda sevmek, yaşamakta ilk deneydir.
Bir selam yeter kâlp denizlerindeki yolculuğumuz için.
“Ay Allah’ın kulları kardeş olunuz...”
Önce bu bilinci taşıyoruz yüreklerimize...Küçüğümüzle, büyüğümüzle, yazarımızla, okurumuzla, yakında ve uzakta olanımızla “kardeş” olmanın bilincini...
Bu bilinçle ve sorumlulukla kalem ele alınınca görülür ki, dostluk, kardeşlik, arkadaşlık salt kalemlerden ibaret kalan şeyler değil.
Bir çiçek gibi ilâhî ölçüler içerisinde birbirine uzanan eller, birbirine seslenen diller, birbirini gözeten gönüller, gönüllere ekilen sevgi tohumları kabuğunu çatlatmak, toprağı yarmak, boyunlarını güneşe uzatmak, sonra da sağlıklı bir biçimde büyümek, çiçek açmak, meyve vermek istiyorlar.
Bunun için uygun hava, uygun su gerekiyor.
Her şey gibi bu da bir iklim meselesi...
Böylece “selâm” kardeşlik sözleşmesine atılan bir imzadır.
Yetmiyor elbet bu kadarı...
Bir’den bine, binlere ulaşmak, sağlıklı bireylerden sağlıklı topluluklara gitmek...
Samimiyet ve güven en temel şart.
Dostluklarımız ki evrensel yapımızın temel taşlarıdır.
Bu bilinçle ele alınıyor kalem. Böylece bir şiir, bir hikaye, bir deneme, bir roman bir mektuptur kardeşler için, dostlar için.
Bir mesajdır, umuttur, cesarettir.
Yazar, okuyucunun; okuyucu da yazarın dostudur.
Yazarı, salt üreten, okuru ise salt tüketen olarak görmek ve kitabı metalaştırmak ne kadar ilkel bir anlayıştır...
OKUMA ÜSTÜNE
Okumak, haz duymaya, zihnimizi süslemeye ve yetkimizi arttırmaya yarar. Haz duyurmak hususundaki faydası, insan bir köşeye çekilip tek başına kaldığı zaman kendini gösterir. Zihnimizi süslemesinin, konuşurken, yetkimizi arttırmasının da bir iş hakkında hüküm verirken, o işi başarırken faydası dokunur. Tecrübeyle yetişmiş kimseler, tek tek bazı işler yapar, onlar hakkında birer hüküm verebilirse de, meseleyi her bakımdan göz önünde tutan öğütler vermek, planlar yapmak, nizamlar kurmak, bilhassa bilgi sahibi kimselerin elinden gelir. Okumaya fazla vakit harcamak, uyuşukluktur. Okunan kitaplardan süs olsun diye fazla faydalanmak gösteriş, bir hüküm verirken sade kitaptaki kaidelere uymak da ukalalıktır.
Okumak tabiatı tamamlar, tecrübe ile de tamamlanır. İnsanın tabiat vergisi olan kabiliyetleri kendiliğinden çıkan bitkilere benzer; okumakla budanmaları lazımdır. Okumak, tecrübeyle sınırlanmaz da başına buyruk bırakılırsa dağınık yönlere yayılmış bir bilgi verir. Tecrübe ile yetişen kimseler, okumayı hor görürler. Basit kimseler ona hayrandırlar. Bilginler ondan faydalanırlar, çünkü okuma, sağladığı faydanın ne olduğunu öğretmez. Bu, insanın, göre göre, tahsile ihtiyaç duymadan onun ötesine varan bir kuvvetle elde ettiği, bir bilgeliktir. Kitapları, ne cerhetmek, ne yanlış bulmak için ne de zaten ispat edilmiş diye, olduğu gibi kabullenip, konuşmalarında sana konu olsun diye oku. Bazı kitaplardan insan yalnız zevk alır; bazılarını olduğu gibi yutar. Bazılarını geveler ve hazmeder. Yani bazı kitaplardan yalnız birtakım parçalar okunur; bazıları baştanbaşa, ama inceden inceye tetkik edilmeden, bazıları ise dikkat ve itina ile okunur. Bazı kitaplar da vardır, insan onları vekil vasıtasiyle yani başkalarının onlardan çıkardıkları parçaları okur. Bu ancak kitabın değeri ve konunun önemi az olduğu zaman yapılır. Çünkü böyle başkasının süzgecinden geçmiş, kitaplar, imbikten süzülmüş adi su gibi yavan olur.
Okumak, insana olgunluk, konuşmak canlılık, yazmak da açıklık verir. Bu sebeple, az yazanın, hafızasının kuvvetli, az konuşanın hazırcevap, az okuyanın da bilmediğini bilir gibi göstermesi için, kurnaz olması lazımdır. Tarih kitapları insanı akıllandırır; şiir nükteci, matematik dikkatli kılar; felsefe eserleri de derinleştirir. Mantık ve hitabet, münakaşalarda ustalaştırır; ahlak da ağırbaşlı yapar.
"İnsanın okuduğu şey benliğine işler." Hatta insan zekasına ket vuran her türlü engeli, iyi seçilmiş eserler okumakla ortadan kaldırabilir. Tıpkı vücudun tutulduğu hastalıkların münasip idmanlarla iyi edilebildiği gibi. Mesela top oyunu, vücutta hasıl olan taşlarla böbrek hastalarına; ok atmak, akciğerle göğüse, ağır yürüyüşler mideye, ata binmek baş ağrılarına iyi gelir, v.s. Bu sebeple bir kimsenin zihni dağınıksa matematikle meşgul olsun; çünkü bir davayı ispat ederken biraz dalıverse davaya ta baştan başlaması lazım gelir. Eğer zekası farkları görüp ayırmaktan acizse iskolastikleri tetkik etsin. Çünkü onlar; "kılı kırk yararlar."
Bir konuyla bir diğeri arasında münasebet kurmakta ve bir meseleyi ispat edip aydınlatmaya yarayacak delilleri hatırlatmakta güçlük çekiyorsa hukuk davalarını tetkik etsin. Böylece her zeka hastalığına ilaç olacak birer reçete bulunabilir.
Bacon
SEVGİLİ
XIII. asırdı. Erbil Atabeği Muzafferüddin Gökbörü gül yüzlü, gül kokulu Nebiler Nebisi’nin dünyaya teşriflerini kutlama kararı aldı. Mevlid-i Nebevi’nin mânâ zenginliğini yaymak, O sevilmeden hiçbir şeyin eksiksiz sevilemeyeceğini anlatmak; medeniyetin O’nun ile başladığını, güzelliğin O’nun ile tamama erdiğini; O’nun izinden gitmenin bir kurtuluş olduğunu ifade etmenin bir yolu idi.
“Nebiler Sultanı’nın vasıflarının şerhini durmadan anlatsam, yüzlerce kıyamet geçer de o yine bitmez” der Mevlânâ. O’nu anlatmaya söz kâfi değil, ne desek hep eksik cümlelerimiz. Mecâl deseniz, dermân deseniz hepten bitmiş. “Ben o nağmelerden müteheyyicim / Ki yok ihtimali terennümün” İkbâl ifadesiyle...
Bazen bir acı yerleşiyor yüreklere, “ne kadar sevebiliyoruz O’nu” telaşı düşüyor kor gibi. Kaç kere gördüğümüzü rüyamızda ışığını, kaç kere O’nun bize ağladığını anımsıyoruz? Çöle inen nur’un ümmetine verdiği emeği ne derece tartabiliyoruz? Bir gelenek gibi atadan alınan bilgilerle gündüzlerimizi gecelerimize ekliyor, gecelerimizden uyanıyoruz sabahlarımıza. O denli eminiz ki toprağa nasıl gireceğimizden heyhât? Bir Rasûl idi, en sevgili idi; biliyordu mertebesini, hiç kusur etmedi Allah’a ibadetinde ve hiç terketmedi O’nu düşünmeyi. “İste dünya ayaklarına serilsin” dendi oralı olmadı. “Dile dağları devirelim seni üzenlerin üzerine” dendi kıyamadı kimseye. Nebiler Nebisi’nin gül kokusu yayıldı çöl kumlarının üzerine. Emin olmanın simgesiydi. Güzelliğin işaretiydi. Adı geçtiğinde herkes kendine gelirdi. Kim görse bakışlarını yüzünden alamazdı. İnsanların en güzeli, meleklerin gıbta ettiği, cennetin hasretle beklediği Nebiler Nebisi...
“On dört asır önce yine böyle bir geceydi
Kumdan ayın on dördü bir öksüz çıkıverdi” *
Geldi, vazifesini en güzel biçimde, eksiksiz yerine getirdi; giderken gözüyaşlı dostlar bıraktı arkasında. O’ndan öğrendik sevmeyi, O’ndan öğrendik tevazuyu. Dünyanın ötesinde bizi neyin beklediğini O anlattı bize. Her hâli ile “Allah” diyen bir Rasûl’ün ümmeti olmak lütfuna mazhariyet ne büyük şerefti... Melekler üç gün, üç gece ziyaretine geldiler. Melekler hep saf tuttular arkasında. Melekler O’nu seyretmeye doyamadılar. Güzeller güzeli, en sevgili...
Biz seni anlayamadık.
Seni yaşayamadık.
Seni hissedemedik.
Seni bilemedik.
Seni asrın idrakine okutamadık.
Seni sevemedik.
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili **
* Mehmet Akif Ersoy
** Sezai Karakoç
Naz FERNİBA
DOSTLUK ÇAĞRISI
Dostluk kitabının sayfaları da açılır önümüzde....
Fırtınalardan geçmiş, denenmiş, iyi ve kötü günlerin sınavlarını alın aklığıyla vermiş dostluklar....
Günlük alışkanlıkların, sıradanlıkların ötesine ulaşmış birliktelikler...
Maddî ve manevî paylaşmayı içine alan ilişkiler...
Bizi uyaran, yüreklendiren, aşkı, sevdayı, hoşgörüyü, fedakarlığı bir destana çeviren dostluklar...
Dostluklarımız.
Dostlarımız kitaplar olduğu kadar insanlardır da...Her yaştan, her renkten birbirini tamamlayan, zenginleştiren, farklılıkları âhenge çeviren dostluklarımız, dostlarımız...
Bir anıt dostluktu Hz. Ebubekir’in mağara dostluğu...Kutlu çağın çağımıza ulaştırdığı bir yürek serinliği ve genişliği...
O değil miydi bize Erdem Beyazıt’ın mısralarıyla seslenen:
“Bir orman gibi büyür içimde sevmek
İçimde insan, bir mahşer gibi kabarırken
Ay her suça ortak çıkan kalbim....”
Kalbimiz...Önce onu koruyalım. Aklın ve bedenin sağlığı da ona bağlı çünkü..
Kalp, özge bir mekan....
Tecelli orada gerçekleşir.
Orası bir hükümdarlık şehridir ağyâre yer olmayan.
Kalbi olanın dostu vardır.
Dost O’dur ve O’nunla olandır, olanlardır.
Dost isek ve dostumuz varsa yolumuza haramiler de çıkacaktır.
Olsun....
Yeter ki dostumuz, dostlarımız olsun.
Ferhat ki dost diye kazmasını kayalara değil artık kalplere vuruyor.
İçimizdeki şarkı yeniden başlıyor.
Şarkısız yaşayamayız biz.
Şarkımız “Dost”a “dost”la ulaşmak.
Kitabımızda sevmek, yaşamakta ilk deneydir.
Bir selam yeter kâlp denizlerindeki yolculuğumuz için.
“Ay Allah’ın kulları kardeş olunuz...”
Önce bu bilinci taşıyoruz yüreklerimize...Küçüğümüzle, büyüğümüzle, yazarımızla, okurumuzla, yakında ve uzakta olanımızla “kardeş” olmanın bilincini...
Bu bilinçle ve sorumlulukla kalem ele alınınca görülür ki, dostluk, kardeşlik, arkadaşlık salt kalemlerden ibaret kalan şeyler değil.
Bir çiçek gibi ilâhî ölçüler içerisinde birbirine uzanan eller, birbirine seslenen diller, birbirini gözeten gönüller, gönüllere ekilen sevgi tohumları kabuğunu çatlatmak, toprağı yarmak, boyunlarını güneşe uzatmak, sonra da sağlıklı bir biçimde büyümek, çiçek açmak, meyve vermek istiyorlar.
Bunun için uygun hava, uygun su gerekiyor.
Her şey gibi bu da bir iklim meselesi...
Böylece “selâm” kardeşlik sözleşmesine atılan bir imzadır.
Yetmiyor elbet bu kadarı...
Bir’den bine, binlere ulaşmak, sağlıklı bireylerden sağlıklı topluluklara gitmek...
Samimiyet ve güven en temel şart.
Dostluklarımız ki evrensel yapımızın temel taşlarıdır.
Bu bilinçle ele alınıyor kalem. Böylece bir şiir, bir hikaye, bir deneme, bir roman bir mektuptur kardeşler için, dostlar için.
Bir mesajdır, umuttur, cesarettir.
Yazar, okuyucunun; okuyucu da yazarın dostudur.
Yazarı, salt üreten, okuru ise salt tüketen olarak görmek ve kitabı metalaştırmak ne kadar ilkel bir anlayıştır...
Mustafa Özçelik