[FONT=verdana,arial,helvetica,sans-serif]Geçtiğimiz pazar akşamı Acun Ilıcalı, Cüneyt Özdemir'i Survivor adasına davet etmişti. Özdemir o davete cevap verdi...
"Heyhat ne yaparsınız ki yazarınız Türkiye'de neredeyse her iki kişiden birinin televizyonunun karşısına kurulup kendini izlemekten alamadığı Survivor'a gönül indirmekten kendini alamıyor." diyerek Survivor bağımlılığını itiraf eden Radikal Yazarı Cüneyt Özdemir Surviyor adasına mı gidiyor?
Gündemin kurşun gibi ağırlığının dışına çıkarak bugünkü yazısında Survivor'ı yazan Özdemir, geçtiğimiz pazar günü Acun Ilıcalı'nın kendisini adaya davet etmesinden mutlu olmuş. Zira kendisi, "Gitmesine giderim de o şenliği bırakıp döner miyim onu bilmem bakın" diyerek o şenliğe gitmek istediğini söylüyor...
Bu aradada yazısında Sibel Tüzün'den, Alp Kırşan'a ve Mustafa Topaloğlu'na kadar "sosyo-psikolojik" bir Survivor değerlendirmesi yapıyor...
İşte Cüneyt Özdemir'in bugünkü yazısı;
Türkiye'nin ruh hali
Bizim memleketimizde İsviçre gibi neredeyse uçan kuşun osuruğunu araştıracak sayıda bilim insanı olmadığı için mecburen televizyonda yayımlanan çeşitli programlardan yaşadığımız topluma veya 'zamanın ruhuna' dair tahlillerde bulunmak zorunda kalıyoruz. Survivor bize bir grup Türkün ünlü ve ünsüz (gönüllü) olarak ikiye ayrılıp bir adaya konulduklarında başlarına gelenlerden yola çıkarak Türk insanının ruh hali hakkında önemli ipuçları edinmemizi sağlıyor. Mesela birkaç sezondur takip edebildiğim kadarıyla ünlüsü ünsüzü fark etmiyor, dedikoduyu pek seven bir millet olduğumuzu tespit ettik. Hatta buna geçen sezona damgasını vuran Nihat Doğan-Derya Büyükuncu polemiklerini de eklersek, konu hırs olunca demagojide ve yalan söylemede sınır tanımayacak bir millete dönüşebildiğimizi de gördük.
Son Survivor'da da bunun gibi pek çok 'malzeme' ile baş başayız. Her seferinde olduğu gibi bu Survivor'a da Acun Ilıcalı'nın kurduğu ekiplerin aslında ne kadar yanlış olduğu dedikodusunu yaparak izlemeye başladık. Gelin görün ki her seferinde olduğu gibi Acun bizi yine ters köşeye yatırdı. Ünlüsünden ünsüzüne kimi ele alsanız (kahvehane ağzıyla söylersek) 'pimi çekilmemiş bir bomba' ya da akademik dille ifade edersek 'her biri doktora tezi' olabilir. Mesela Alp Kirşan'ın içindeki fevri ve gizli öfkenin tüm şirinliğine rağmen önümüzdeki bölümlerde nasıl patlayacağından yola çıkıp Türk insanının öfke kontrolü meselesine girebiliriz. Ya da dalga geçilmek için adaya götürülen Mustafa Topaloğlu'nun içindeki ağır abi ve iyi niyetli feylezof portresi bizi insanımızın gizlediği özellikleri araştırmasında uzayın derinliklerine kadar sürükleyebilir.
Ünsüzler adasındaki (çaktırmayın ayıp olmasın diye şimdilik gönüllüler olarak anılıyorlar) Hasan ise bizlere iyi niyetli bir diktatörün büyüme süreci ile ilgili bilgiler verebilir. Hasan anlaşılan adaya gitmeden önce dansı bırakmakla kalmayıp Gürcan Yurt'un Robinson Cruose ve Cuma serisini hatmetmiş. TOKİ'nin yıllardır yapamadığını Hasan iki günde adada yaptı! Dönüşte bir banka reklamında Beyaz ile Erdal Özyağcı'nın arasına çok rahat kapağı atabilir. Almeda'nın seksi mayoları ile denize giriş çıkışındaki o şuh Banu Alkan efektini görmezden gelmek mümkün mü peki! Bakın daha Doğuş'a gelmedim bile, görüyor musunuz malzemeyi!
Tüzün'ün gözyaşları
Gelelim günün kahramanı 'Sibel Tüzün'ün gözyaşlarına…'
Herhalde zavallı ahtapotçuk Sibel Tüzün tarafından öldürüldükten sonra akıtılan gözyaşlarını görebilseydi 'Ağlarsa Sibel ağlar gerisi yalan ağlar' derdi. Sibel Tüzün yavru ahtapotun oynamak için eline sarıldığını, kendisinin ise acımadan öldürdüğünü söyleyerek ada sahillerinde hafif çaplı bir sinir krizi geçirdi.
Arkadaşlarının biraz önce afiyetle yedikleri ahtapotun ardından Sibel Tüzün'ü sakinleştirmek için kumsalda yanına çöküp, gözlerini kısarak uzaklara bakıp ahtopotun çaresizliği üzerine kurdukları empatiyi görmeliydiniz. Gecenin bir yarısı kahkahalarla koltuktan düşmemize sebep olacak kadar gerçekçiydi. Sibel Tüzün gözyaşları içinde sinir krizi geçirirken aslında ahtapotu afiyetle yediğini, gel gör ki bugüne kadar sadece ahtapot salatası olarak üzerine limon sıktığı bir şey olarak düşündüğünü söylüyordu. Tam da bu konuya geçen aylarda bu köşede yer vermiş hatta Facebook'un kurucusu Zuckerberg'den de örnek vermiştim.
Hatırlarsanız o yazıda tükettiğimiz yiyeceklerin artık gerçek anlamını yitirdiğini ve sadece imgesi ile varolduğunu anlatıyordum. Tıpkı Sibel Tüzün gibi pek çoğumuz ahtopotun kolları olan bir deniz canlısı olduğunu değil balık lokantasında mezelerin arasında masaya getirilen tepsinin üzerindeki bir salata olarak algılıyorduk.
Yaşadığımız bu şehir hayatları bizlerde tükettiğimiz besinlere yönelik gerçekliğimizi yitirmemize yol açıyordu. Nitekim Zuckerberg bir demecinde 'Sadece kendi kestiği ya da vurduğu hayvanları tükettiğini' söylerken tam da buna dikkat çekmeye çabalıyordu. Yani Sibel Tüzün'ün gözyaşları boşuna değildi.
Bu arada pazar akşamı Acun Ilıcalı, Dominik'ten bana selam yollayıp adaya beklediğini söylemiş. Gitmesine giderim de o şenliği bırakıp döner miyim onu bilmem bakın![/FONT]
"Heyhat ne yaparsınız ki yazarınız Türkiye'de neredeyse her iki kişiden birinin televizyonunun karşısına kurulup kendini izlemekten alamadığı Survivor'a gönül indirmekten kendini alamıyor." diyerek Survivor bağımlılığını itiraf eden Radikal Yazarı Cüneyt Özdemir Surviyor adasına mı gidiyor?
Gündemin kurşun gibi ağırlığının dışına çıkarak bugünkü yazısında Survivor'ı yazan Özdemir, geçtiğimiz pazar günü Acun Ilıcalı'nın kendisini adaya davet etmesinden mutlu olmuş. Zira kendisi, "Gitmesine giderim de o şenliği bırakıp döner miyim onu bilmem bakın" diyerek o şenliğe gitmek istediğini söylüyor...
Bu aradada yazısında Sibel Tüzün'den, Alp Kırşan'a ve Mustafa Topaloğlu'na kadar "sosyo-psikolojik" bir Survivor değerlendirmesi yapıyor...
İşte Cüneyt Özdemir'in bugünkü yazısı;
Türkiye'nin ruh hali
Bizim memleketimizde İsviçre gibi neredeyse uçan kuşun osuruğunu araştıracak sayıda bilim insanı olmadığı için mecburen televizyonda yayımlanan çeşitli programlardan yaşadığımız topluma veya 'zamanın ruhuna' dair tahlillerde bulunmak zorunda kalıyoruz. Survivor bize bir grup Türkün ünlü ve ünsüz (gönüllü) olarak ikiye ayrılıp bir adaya konulduklarında başlarına gelenlerden yola çıkarak Türk insanının ruh hali hakkında önemli ipuçları edinmemizi sağlıyor. Mesela birkaç sezondur takip edebildiğim kadarıyla ünlüsü ünsüzü fark etmiyor, dedikoduyu pek seven bir millet olduğumuzu tespit ettik. Hatta buna geçen sezona damgasını vuran Nihat Doğan-Derya Büyükuncu polemiklerini de eklersek, konu hırs olunca demagojide ve yalan söylemede sınır tanımayacak bir millete dönüşebildiğimizi de gördük.
Son Survivor'da da bunun gibi pek çok 'malzeme' ile baş başayız. Her seferinde olduğu gibi bu Survivor'a da Acun Ilıcalı'nın kurduğu ekiplerin aslında ne kadar yanlış olduğu dedikodusunu yaparak izlemeye başladık. Gelin görün ki her seferinde olduğu gibi Acun bizi yine ters köşeye yatırdı. Ünlüsünden ünsüzüne kimi ele alsanız (kahvehane ağzıyla söylersek) 'pimi çekilmemiş bir bomba' ya da akademik dille ifade edersek 'her biri doktora tezi' olabilir. Mesela Alp Kirşan'ın içindeki fevri ve gizli öfkenin tüm şirinliğine rağmen önümüzdeki bölümlerde nasıl patlayacağından yola çıkıp Türk insanının öfke kontrolü meselesine girebiliriz. Ya da dalga geçilmek için adaya götürülen Mustafa Topaloğlu'nun içindeki ağır abi ve iyi niyetli feylezof portresi bizi insanımızın gizlediği özellikleri araştırmasında uzayın derinliklerine kadar sürükleyebilir.
Ünsüzler adasındaki (çaktırmayın ayıp olmasın diye şimdilik gönüllüler olarak anılıyorlar) Hasan ise bizlere iyi niyetli bir diktatörün büyüme süreci ile ilgili bilgiler verebilir. Hasan anlaşılan adaya gitmeden önce dansı bırakmakla kalmayıp Gürcan Yurt'un Robinson Cruose ve Cuma serisini hatmetmiş. TOKİ'nin yıllardır yapamadığını Hasan iki günde adada yaptı! Dönüşte bir banka reklamında Beyaz ile Erdal Özyağcı'nın arasına çok rahat kapağı atabilir. Almeda'nın seksi mayoları ile denize giriş çıkışındaki o şuh Banu Alkan efektini görmezden gelmek mümkün mü peki! Bakın daha Doğuş'a gelmedim bile, görüyor musunuz malzemeyi!
Tüzün'ün gözyaşları
Gelelim günün kahramanı 'Sibel Tüzün'ün gözyaşlarına…'
Herhalde zavallı ahtapotçuk Sibel Tüzün tarafından öldürüldükten sonra akıtılan gözyaşlarını görebilseydi 'Ağlarsa Sibel ağlar gerisi yalan ağlar' derdi. Sibel Tüzün yavru ahtapotun oynamak için eline sarıldığını, kendisinin ise acımadan öldürdüğünü söyleyerek ada sahillerinde hafif çaplı bir sinir krizi geçirdi.
Arkadaşlarının biraz önce afiyetle yedikleri ahtapotun ardından Sibel Tüzün'ü sakinleştirmek için kumsalda yanına çöküp, gözlerini kısarak uzaklara bakıp ahtopotun çaresizliği üzerine kurdukları empatiyi görmeliydiniz. Gecenin bir yarısı kahkahalarla koltuktan düşmemize sebep olacak kadar gerçekçiydi. Sibel Tüzün gözyaşları içinde sinir krizi geçirirken aslında ahtapotu afiyetle yediğini, gel gör ki bugüne kadar sadece ahtapot salatası olarak üzerine limon sıktığı bir şey olarak düşündüğünü söylüyordu. Tam da bu konuya geçen aylarda bu köşede yer vermiş hatta Facebook'un kurucusu Zuckerberg'den de örnek vermiştim.
Hatırlarsanız o yazıda tükettiğimiz yiyeceklerin artık gerçek anlamını yitirdiğini ve sadece imgesi ile varolduğunu anlatıyordum. Tıpkı Sibel Tüzün gibi pek çoğumuz ahtopotun kolları olan bir deniz canlısı olduğunu değil balık lokantasında mezelerin arasında masaya getirilen tepsinin üzerindeki bir salata olarak algılıyorduk.
Yaşadığımız bu şehir hayatları bizlerde tükettiğimiz besinlere yönelik gerçekliğimizi yitirmemize yol açıyordu. Nitekim Zuckerberg bir demecinde 'Sadece kendi kestiği ya da vurduğu hayvanları tükettiğini' söylerken tam da buna dikkat çekmeye çabalıyordu. Yani Sibel Tüzün'ün gözyaşları boşuna değildi.
Bu arada pazar akşamı Acun Ilıcalı, Dominik'ten bana selam yollayıp adaya beklediğini söylemiş. Gitmesine giderim de o şenliği bırakıp döner miyim onu bilmem bakın![/FONT]