ŞADAN KABA
Şu sıralar Show TV'de yayınlanan Şeflerin Düellosu yaz ekranının ilginç, sürpriz işlerinden biri oldu. Yarışmanın reyting performansı tatmin edici bulunmuş olmalı ki programın yeni yayın dönmeinde de ekranda olacağı konuşuluyor. Demek ki 'yemek' konsepti seyircinin hala ilgi alanında.
Şeflerin Düellosu'nun sunucusu Atılgan Poyrazoğlu, aslında TV izleyicinin yabancı olduğu bir isim değil. Hem kamera arkasında hem de kamera önünde gördüğümüz Atılgan Poyrazoğlu şu günlerde pek alışık olmadığımız bir kimlikle izleyici ile buluşuyor. İlginç ses tonu, üslubu ve espri anlayışı ile kendine güveni yüksek bir profil görüntüsü veren Atılgan Poyrazoğlu, uzun yıllardır ekrandaymış intibaını uyandırıyor.
Dünün acar muhabiri, bugünün genç sunucusuyla Şeflerin Düellosu macerasını ve televizyon dünyasını konuştuk.
-Şu anda Show TV'de Şeflerin Düellosu'nu sunuyorsun. Ama senin daha önceden bir TV geçmişinin olduğunu biliyoruz. Bize TV kariyerini kısaca özetler misin?
A.POYRAZOĞLU: TV işine 1997 yılında başladım. 12 yıldır bu mslekteyim. İlginçtir, bir konuda uzmanlığım olmadı benim. Belki de çok konuda uzmanlığım var ben farkında değilim.
Mesleğe 1997 yılında o zamanın modası Televole ile başladım. Aslında iktisat mezunu bir adamım. Çok büyük tesadüfler sonucunda televizyon işine girdim. Spora özellikle de futbola çok meraklıydım. Hep bir spor servisinde çalışmayı hayal ederdim. Ama Televole kültürüne çok uzaktım; hatta alakam yoktu. Beni bir tanıdığım Kanal D'nin spor müdürü İlker Yasin'in ekibinde stajyer olarak çalışmam için gönderdi. Kanal D'de spor servisinden içeri girdiğim gün 'Televole' diye bir şeyin olduğunu öğrendim.
Televole tarzı programlar çok iyi reyting aldığı için bu programlarda çalışanlar iyi para kazanırlardı. 22 yaşındaydım, orada sivrilip iyi para kazanabileceğimi gördüm ve kendimi bir anda magazinci olarak buldum. Böylece 2-3 yıl magazin işinde çalıştım.Acun Ilıcalı ve diğer sanat camiyasının ünlüleriyle tanışıklığım orada oldu.
Kanal D'nin koridorlarında dolaşırken beni Tuncay Özkan keşfetti. Tuncay Özkan bana' senin fiziğin, duruşun magazinci gibi değil. Senden iyi haberci olur. Gel ben seni haberci yapayım' dedi. Bu sefer haber merkezine yine muhabir olarak transfer oldum. Magazin muhabirliğinden haber muhabirliğine kendimce terfi etmiş oldum.
Sonra Tuncay Özkan, Defne Samyeli ile hep birlikte Show TV'ye geldik. Show TV'de haber muhabirliğine devam ettim. Mesleki şansım oldukça yüksektir benim. Bazı gazetecilerin ayağına gelir ya haber. Bir gün serviste oturuyoruz. Ben Show Haber'in magazin muhabirliğini yapıyordum. O gün haber merkezindeki tüm muhabir arkadaşlar haber için dışarı çıkmışlardı. Bir tek ben kalmıştım serviste. Levent'te HSBC binasındaki patlama olayı yaşandığında o anda muhabir sıfatıyla sadece ben olduğum için olay yerinden Türkiye'ye dakikalarca canlı yayın yapmıştım.
O olaydan sonra Tuncay Özkan ve Alican Değer,beni daha çok haber muhabiri olarak düşünmeye başladılar. O sırada magazindeyken tanıştığım Acun lıcalı ile Show TV'de aynı çatı altında çalışmaya başlamıştık. Acun Ilıcalı ile aramızda ağabey-kardeş-arkadaş ilişkimiz hep ilerledi. Sonra kendisi işlerinde başarılı olup bir marka haline gelmeye başlayınca 'ben artık dışarıdan TV kanallarına program yapacağım' dedi. Ona özenip yanına gittim. Orası benim için biraz okul gibi oldu. Acun Medya o zaman 10-15 kişiydi. İlk Fear Factor, ilk Survivor'ı , Kanal D'ye Yoksa Rüya mı'yı orada yaptık. Bu programları yaparken Acun Ilıcalı'dan çok şey öğrendim. Yoksa Rüya mı'yı yaparken eşimle de orada tanıştık. O programdaki mimarlardan biri şimdi benim eşim. Acun IIıcalı'nın benim hayatıma etkisi büyüktür.
Sonra önümde iki seçeneğim olduğunu fark ettim. Ya Acun Medya'da çalışmaya devam edecektim ya da bu sektörde kendi başıma neler yapabileceğimi görmek için Acun Medya'dan ayrılacaktım. Acun Ilıcalı 'sen artık piştin, oldun' dedi, yol verdi bir anlamda şans verdi bana. TMSF'nin kontrolündeki Cine5, Kral TV'de magazin ve program müdürlüğü yaptım. Sonrasında Doğuş Grubu, Kral TV'yi satın alınca program müdürlüğüne o çatı altında devam ettim.
Aradan zaman geçti ve birileri bana ekran önüne çıkma vaktimin geldiğini söylediler. O birilerini dinledim ATV'de A Haber'de spor haberlerini sunmaya başladım. Sonra hayatımda önemli rolü olan Acun lıcalı 'sen başka programlar da sunabilirsin. Tekrar Show TV'ye dön bizim yanımıza gel' dedi bana. Haluk Şirin'le buluşturdu beni ki ben de kendisini önceden tanıyordum. Derken kendimi 'Şeflerin Düellosu'nda buldum. Bu arada Caner Erdem' e teşekkür ediyorum. Caner Erdem'in beni yüreklendirmesi olmasaydı o cesareti kendimde bulamazdım.
-Şeflerin Düellosu bir yemek yarışması. 'Nereden çıktı şimdi bu yemek işi' diye düşündüğün oldu mu?
A.POYRAZOĞLU: Benim için yarışmanın yemek, eğlence, magazin, tıp v.s. konusunda olması önemli değil. Çünkü ben orada sunucuyum. Tamam, belli bir fikir veya bilgim olması gerekir. Ama ben zaten jüri üyelerinden de yararlanıp kendimi biraz daha geliştirdim. Onlara 'ben ekranda özgür olabilecek miyim, espri yapabilecek miyim ?'diye sordum. Bana 'biz zaten seni bu özelliklerinden dolayı istiyoruz' dediler. Ayrıca yarışmada yemek konusunda top, daha çok jüride.
- İlginç bir ses tonun var. Biraz ironik, alaycı…Üslubun da öyle. Bu durum senin doğal halin mi yoksa bu program özelindeki bir strateji mi?
A.POYRAZOĞLU: Üslubumla ilgili bugüne kadar aile ortamından bugüne hiçbir zaman eleştiri almadım. Farklı bir üslubum olduğu, düzgün Türkçe konuştuğum hep bana söylendi. Ben de bunların farkındayım. Böyle olmasaydı bugün Show TV gibi Türkiye'nin en büyük kanallarından birinde olamazdım.
Ama eğer ses tonumla ilgili konuşacaksak muazzam bir şekilde ikiye bölünmüş bir kitle var. Sosyal medyada da takip ediyorum. Yüzde 50'lik bir kesim inanılmaz saldırıyor bana. Yüzde 50'si ise çok mutlu.
-Saldıranlar neden saldırıyor peki?
A.POYRAZOĞLU: Kendimle ilgili eleştirileri söyleyeyim. Çünkü ben eleştirileri çok rahat kaldıracak durumdayım. 15 senelik TV hayatım bana bu rahatlığı verdi. Seneler boyunca yöneticilik, yapımcılık yaptım. Zaman zaman insanları ekrana çıkarmak için ikna ettim. Ekrana çıktıktan sonra neler yapmaları gerektiğini anlatmak durumunda kaldım. İnsanların aldıkları eleştirileri gördüm. Eğer ben eleştiriden çekinseydim bu çok saçma olurdu. Bu durumdan korksam zaten bu işe girmezdim. Nelerle karşılaşabileceğimi tabii ki biliyordum. Hatta hakarete varan şeylerle karşılaşabileceğimi bile düşünüyordum ama hakaret olmadı. Bundan dolayı da mutluyum.
Beni neyle eleştiriyorlar diye soracaksan öncelikle saçlarımla eleştirdiler. Bunda da yüzde yüz haklıydılar. Çünkü ilk çıktığımda gördükleri kişi ben değildim. Saçlarımın doğal hali gördüğün gibi. Bana farklı bir saç yapmayı düşündüler ama demek ki ben o imajın insanı değilmişim. Şimdi onu değiştirdik.
Arkasından ses tonum ile ilgili eleştiriler geldi. Ama eleştirenler ses tonum konusunda ikiye bölündüler. Bu durum Allah vergisi olduğu için ses tonumu değiştirme şansım yok. Dolayısıyla o tür eleştirileri rafa kaldırmaktan başka şansım yok.
Bir de ünlü Sırp basketbolcu Teodosiç ve Nihat Doğan'a benzetilme durumum var şu günlerde. Hırvatistan'da tesadüfen tatil yaparken seyrettim Teodosiç'i. Dünya Kupası'nda Türkiye-Sırbistan maçında izlemiştim. Orada Hırvatlar bir ekrana bir de bana dönüp baktıklarını hatırlıyorum. Burada da çevremde herkes Nihat Doğan'a benzediğimi söyler. Nihat'ı da severim; kendisi iyi bir kardeşimiz ve arkadaşımızdır.
-Ses tonu olarak Acun Ilıcalı'ya da benziyor sesin. Bunu hiç söyleyen oldu mu?
A.POYRAZOĞLU: Ses tonumuzun benzediğine dair hiç tepki almadım. Belki üslubumuz benziyor olabilir. O da normal. Çünkü senelerdir devam eden ağabey-kardeş-arkadaşlık ilişkisi olduğu için birbirimizden etkilenmiş olabiliriz.
-Yıllarca 'habercilik yaptın. Anlattığın gibi TV'de değişik kademelerde görev yaptın. Şu an ise sunuculuk yapıyorsun. TV kariyerin ne yönde devam edecek? Bundan böyle hep ekranın önünde mi seni göreceğiz?
A.POYRAZOĞLU: Ben hayatımda hiçbir zaman bir kariyer planlaması yapmadım. Sonuçta TV işinde ben perde arkasında çalışmaktan da keyif alıyorum. Daha önce ekrana çıkmak isteseydim daha önce de teklifler olmuştu. Ayrıca yöneticilik yaptığım dönemlerde bunu zorlar ve yapardım. Ben neyden mutluysam onu yapıyorum. Şu anda Şeflerin Düellosu'nu sunuyorum diye bundan sonra ekran önünde olmalıyım diye bir derdim yok.
Buna karar vermek biraz da izleyici ile alakalı. İzleyici beni ekranda görmek isterse ben de gereğini yaparım tabii ki.
-Habercilik dönemi senin için tamamen bitti diyebilir miyiz?
A.POYRAZOĞLU: En son ATV'de spor servisinde çalışırken Aziz Yıldırım'ın davasını takip etmiştim. Mesela, ben o davada 24 saat canlı yayın yaptım. Sabah saat 6'dan bir sonraki günün sabah 6'sına kadar sürmüştü. Ama bünyem bu tempoyu kaldırmıyor artık. Elime tekrar mikrofon alıp sokağa çıkmak artık çok zor benim için. Yaşım 40. Gençler yapsın artık bu işleri.
-TV işinde örnek aldığınız bir kimse var mı?
A.POYRAZOĞLU: TV'de Ekrana çıkıyorsanız hatta ekrana çıkmayıp kamera arkasında bir iş yapıyorsanız, mesela, bir programı yönetiyorsanız, görsel yönetmeniyseniz, castını siz seçiyorsanız, yani her hangi bir aşamasındaysanız bence birini takip etmek onu örnek almak son derece yanlış. Her yiğidin ayrı bir yoğurt yiyişinin olması lazım. Bu ekran önü için de kamera arkası için de geçerli. O zaman kimin iyi kameraman, yönetmen, program müdürü, programcı, sunucu olduğu ortaya çıkar. Bununla birlikte tabii ki ders alınacak durumlar da var.
Mesela, Türkiye'de Acun Ilıcalı gerçeği var. Onunla bir samimiyetim varsa neden onun tecrübelerinden yararlanmayayım? Acun Ilıcalı'nın bugün yanına koyabileceğiniz ikinci bir isim yok. Hatta bu konuda büyük sıkıntı var Türkiye'de. Onun yanına ikinci, üçüncü ismi üretemiyoruz. İster istemez taklide kaçmadan birçok şeyden etkileniyorum. Ona soruyorum zaten. Hemen hemen iki gecede bir mesaj atarım kendisine, nasıl gidiyorum diye.
-Acun Ilıcalı, Şeflerin Düellosu ile ilgili sana tavsiyelerde bulundu mu?
A.POYRAZOĞLU: Bulundu tabii. Bazen gaza gelip çok hızlı konuştuğum için bazı kelimeleri tekrar kullandığımı, kelime çeşitliliğini artırmam gerektiğini söyledi. Başka önerileri de oldu ama onlar bana kalsın(Gülüyor).
- Ekran önünde olmanın avantajları olduğu gibi dezavantajları da var mı?
A.POYRAZOĞLU: Var, anlatayım…Çok zor para kazandığım hatta süründüğüm dönemler oldu bu işte. Ya da çok iyi para kazanıp programlarımın tuttuğu, yöneticilik yaptığım kurumlarda başarılı olduğum dönemler oldu. Bu dönemlerin hepsinin de ortak bir noktası vardı. 300 tane erkek 300 tane kız arkadaşım varsa bir onlar bir de ailem tanırdı beni. Rahattım, her yerde rahatça dolaşabilirdim.
Biz programımız yayına girmeden stok çekimlere başladık. Show TV Ulaştırma'dan arkadaşlarımız bizi evlerimize bırakıyorlar. Ben her seferinde İstanbul'un yoğun trafiğinden sıkıldığım için Levent'te araçtan inip, yürür Metrobüs'e biner ve evime giderdim. Hayatımın her döneminde bunu yaptım. Programın yayına girdiğini unutmuşum. Yine Levent'te araçtan indim ve 'ben yürüyeceğim' dedim. Şoför arkadaş bana 'Boşver yürüme, şimdi uygun olmaz' dedi. Ama ben onu anlamadım. Ne demek istediğini o an yorumlayamadım.
Metrobüs'e bindim. Zincirlikuyu'dan Caddebostan yaklaşık 25 dakika sürüyor. O gün 25 dakika boyunca Metrobüs'teki herkese programın formatı ile ilgili bilgi vermek zorunda kaldım(Gülüyor).
-Neler söylediler?
A.POYRAZOĞLU: Birçoğu beni çok konuşmakla, yarışmacıları engellemekle eleştirdi. Sonra onlara formatın böyle olduğunu anlattım. O zaman da 'Öyleyse işini iyi yapıyorsun' dediler. Yani demem o ki artık Metrobüs günlerim galiba bitti.
- Ekran önü seni yeterince karakterize ediyor mu?
A.POYRAZOĞLU: Evet. Kendimi ekran önünde ifade etmek hoşuma gidiyor. Şeflerin Düellosu'nu bir yemek yarışması olmasına rağmen istediğim gibi kendimi ifade edebileceğim, espri anlayışımla, hayat görüşümle ilgili düşüncelerimi paylaşabileceğim bir platform olduğu için tercih ettim. Haluk Şirin, bana bu özgürlüğü verdi. Bana ' ekrandan her türlü mesajını verebilirsin, biz sana güveniyoruz' dedi.
- TV ile aran nasıl? TV izlemeyi sever misin?
A.POYRAZOĞLU: Evet. Dizi olarak yılda iki dizi izliyorum. Yani çok dizi izleyen bir adam değilim. TV kanallarımızda öyle diziler var ki ben diğer bölümün hikayesini evdekilere veya çevreme anlatabilirim.
-Hangi dizileri izledin?
A.POYRAZOĞLU: Fatmagül'ün Suçu Ne'yi izledim. Birkaç bölümü hariç tüm bölümlerini izledim diyebilirim. Bir de Yalan Dünya'yı izliyorum.
-Peki Fatmagül'ü neden izledin? Neden başka dizilerden biri değil de o?
A.POYRAZOĞLU: Türkiye'de şöyle bir sıkıntı var. Belli bir süre kanalla anlaşma yapıldığı için o süre ve bölüm sayısını yetiştirmek zorunda yapımcılar. Böyle olunca da dizinin konusu giderek uzamaya ve kendi özünden çıkıp başka bir noktaya gidiyor. Fatmagül, konusunu uzun süre koruyabildi. Başka konulara gitmedi. Heyecan yarattı. Ama dizinin son 6-7 bölümüne baktığımız zaman ben artık dizinin sonunda ne olacağını anladım. Dizi bir türlü bitmek bilmedi. Neden? Çünkü kanalla yapılan anlaşma gereği belirlenen sürede bitmesi gerekiyordu. Orada kızdım. Ama bu uzatma işini en az yapan dizilerden biriydi. Ben de seyrettim bu yüzden.
Yalan Dünya'yı ise Gülse Birsel işi olduğu için izliyorum. Onun yaptığı işi seyretmemek aklını peynir ekmekle yemek gibi bir şey. Gülse Birsel, ne yapsa seyredilir.
-Yabancı dizi izler misin?
A.POYRAZOĞLU: Hiç izlemem. Yabancı belgesel izlerim. Yabancı dizi izlemem, çünkü espriler, vurgulamalar, imalar yani konuşulan her şey bana birebir geçmiyor. Oralarda uzun süre yaşamış olmak lazım. 30 dakikalık bir Amerikan dizisi izleyip anlayabilmesi için en az 5 yıl Amerika'da yaşanması lazım.
-Şeflerin Düellosu'ndan sonra erkek ve kadınların tepkileri nasıl? Farklılık var mı?
A.POYRAZOĞLU: Erkeklerden çok olumsuz tepkiler alıyorum. Kadınlardan daha olumlu tepkiler var. Kadınların 10'undan 8'i iyi tepkiler veriyor. Erkeklerin ise 10'undan 8'i olumsuz tepki veriyor.
-Bu tabloyu nasıl değerleniriyorsun?
A.POYRAZOĞLU: Onun takdirini sen yap bence(Gülüyor).
- Yemekle aran nasıl?
A.POYRAZOĞLU: İyi. Yemek yemeyi severim. Çok yemem ama değişik lezzetler tatmayı severim.
-Mutfakta becerikli misin?
A.POYRAZOĞLU: Çok kötü. Yumurta versen kıramam.
- Yarışmadan sonra bu durum değişmiş olabilir mi?
A.POYRAZOĞLU: Değiştiyse de bunu sana anlatmayacağım. Çünkü evde yemek işlerinin bana kalmasını hiçbir zaman istemiyorum(Gülüyor).
-TV'de asla izlemem dediğin programlar var mı?
A.POYRAZOĞLU: Evet var. Bir stüdyonun içerisine 2-3 tane konuk alınıp geyik yapılan programları seyretmiyorum. O konuklar kim olursa olsun seyretmiyorum.
-Tartışma programlarını mı kastediyorsun?
A.POYRAZOĞLU: Hayır, ben bu şekildeki şov programlarını da seyretmiyorum.
-Bilinmeyen yönleriniz var mıdır?
A.POYRAZOĞLU: Çok büyük unutkanlığım vardır. Arkadaşlarım hiçbirşeyi bana birgün önceden söylemez. Hatırlamayacağımı bilirler. Onun için de son dakikada söylerler. Sağlam Fenerbahçeliyim. Hemen hemen hiçbir maçını kaçırmam. Aslında öyle pek bilinmeyen tarafları olan bir adam değilimdir.
1 yaşında bir oğlum var Rüzgar isminde. İşten kalan vaktimin çoğunu onunla geçiriyorum. Bir de rahatlığımla tanınırım. Lakabım 'rüzgar'dı, oğlumun adı da Rüzgar.
Şu sıralar Show TV'de yayınlanan Şeflerin Düellosu yaz ekranının ilginç, sürpriz işlerinden biri oldu. Yarışmanın reyting performansı tatmin edici bulunmuş olmalı ki programın yeni yayın dönmeinde de ekranda olacağı konuşuluyor. Demek ki 'yemek' konsepti seyircinin hala ilgi alanında.
Şeflerin Düellosu'nun sunucusu Atılgan Poyrazoğlu, aslında TV izleyicinin yabancı olduğu bir isim değil. Hem kamera arkasında hem de kamera önünde gördüğümüz Atılgan Poyrazoğlu şu günlerde pek alışık olmadığımız bir kimlikle izleyici ile buluşuyor. İlginç ses tonu, üslubu ve espri anlayışı ile kendine güveni yüksek bir profil görüntüsü veren Atılgan Poyrazoğlu, uzun yıllardır ekrandaymış intibaını uyandırıyor.
Dünün acar muhabiri, bugünün genç sunucusuyla Şeflerin Düellosu macerasını ve televizyon dünyasını konuştuk.
-Şu anda Show TV'de Şeflerin Düellosu'nu sunuyorsun. Ama senin daha önceden bir TV geçmişinin olduğunu biliyoruz. Bize TV kariyerini kısaca özetler misin?
A.POYRAZOĞLU: TV işine 1997 yılında başladım. 12 yıldır bu mslekteyim. İlginçtir, bir konuda uzmanlığım olmadı benim. Belki de çok konuda uzmanlığım var ben farkında değilim.
Mesleğe 1997 yılında o zamanın modası Televole ile başladım. Aslında iktisat mezunu bir adamım. Çok büyük tesadüfler sonucunda televizyon işine girdim. Spora özellikle de futbola çok meraklıydım. Hep bir spor servisinde çalışmayı hayal ederdim. Ama Televole kültürüne çok uzaktım; hatta alakam yoktu. Beni bir tanıdığım Kanal D'nin spor müdürü İlker Yasin'in ekibinde stajyer olarak çalışmam için gönderdi. Kanal D'de spor servisinden içeri girdiğim gün 'Televole' diye bir şeyin olduğunu öğrendim.
Televole tarzı programlar çok iyi reyting aldığı için bu programlarda çalışanlar iyi para kazanırlardı. 22 yaşındaydım, orada sivrilip iyi para kazanabileceğimi gördüm ve kendimi bir anda magazinci olarak buldum. Böylece 2-3 yıl magazin işinde çalıştım.Acun Ilıcalı ve diğer sanat camiyasının ünlüleriyle tanışıklığım orada oldu.
Kanal D'nin koridorlarında dolaşırken beni Tuncay Özkan keşfetti. Tuncay Özkan bana' senin fiziğin, duruşun magazinci gibi değil. Senden iyi haberci olur. Gel ben seni haberci yapayım' dedi. Bu sefer haber merkezine yine muhabir olarak transfer oldum. Magazin muhabirliğinden haber muhabirliğine kendimce terfi etmiş oldum.
Sonra Tuncay Özkan, Defne Samyeli ile hep birlikte Show TV'ye geldik. Show TV'de haber muhabirliğine devam ettim. Mesleki şansım oldukça yüksektir benim. Bazı gazetecilerin ayağına gelir ya haber. Bir gün serviste oturuyoruz. Ben Show Haber'in magazin muhabirliğini yapıyordum. O gün haber merkezindeki tüm muhabir arkadaşlar haber için dışarı çıkmışlardı. Bir tek ben kalmıştım serviste. Levent'te HSBC binasındaki patlama olayı yaşandığında o anda muhabir sıfatıyla sadece ben olduğum için olay yerinden Türkiye'ye dakikalarca canlı yayın yapmıştım.
O olaydan sonra Tuncay Özkan ve Alican Değer,beni daha çok haber muhabiri olarak düşünmeye başladılar. O sırada magazindeyken tanıştığım Acun lıcalı ile Show TV'de aynı çatı altında çalışmaya başlamıştık. Acun Ilıcalı ile aramızda ağabey-kardeş-arkadaş ilişkimiz hep ilerledi. Sonra kendisi işlerinde başarılı olup bir marka haline gelmeye başlayınca 'ben artık dışarıdan TV kanallarına program yapacağım' dedi. Ona özenip yanına gittim. Orası benim için biraz okul gibi oldu. Acun Medya o zaman 10-15 kişiydi. İlk Fear Factor, ilk Survivor'ı , Kanal D'ye Yoksa Rüya mı'yı orada yaptık. Bu programları yaparken Acun Ilıcalı'dan çok şey öğrendim. Yoksa Rüya mı'yı yaparken eşimle de orada tanıştık. O programdaki mimarlardan biri şimdi benim eşim. Acun IIıcalı'nın benim hayatıma etkisi büyüktür.
Sonra önümde iki seçeneğim olduğunu fark ettim. Ya Acun Medya'da çalışmaya devam edecektim ya da bu sektörde kendi başıma neler yapabileceğimi görmek için Acun Medya'dan ayrılacaktım. Acun Ilıcalı 'sen artık piştin, oldun' dedi, yol verdi bir anlamda şans verdi bana. TMSF'nin kontrolündeki Cine5, Kral TV'de magazin ve program müdürlüğü yaptım. Sonrasında Doğuş Grubu, Kral TV'yi satın alınca program müdürlüğüne o çatı altında devam ettim.
Aradan zaman geçti ve birileri bana ekran önüne çıkma vaktimin geldiğini söylediler. O birilerini dinledim ATV'de A Haber'de spor haberlerini sunmaya başladım. Sonra hayatımda önemli rolü olan Acun lıcalı 'sen başka programlar da sunabilirsin. Tekrar Show TV'ye dön bizim yanımıza gel' dedi bana. Haluk Şirin'le buluşturdu beni ki ben de kendisini önceden tanıyordum. Derken kendimi 'Şeflerin Düellosu'nda buldum. Bu arada Caner Erdem' e teşekkür ediyorum. Caner Erdem'in beni yüreklendirmesi olmasaydı o cesareti kendimde bulamazdım.
-Şeflerin Düellosu bir yemek yarışması. 'Nereden çıktı şimdi bu yemek işi' diye düşündüğün oldu mu?
A.POYRAZOĞLU: Benim için yarışmanın yemek, eğlence, magazin, tıp v.s. konusunda olması önemli değil. Çünkü ben orada sunucuyum. Tamam, belli bir fikir veya bilgim olması gerekir. Ama ben zaten jüri üyelerinden de yararlanıp kendimi biraz daha geliştirdim. Onlara 'ben ekranda özgür olabilecek miyim, espri yapabilecek miyim ?'diye sordum. Bana 'biz zaten seni bu özelliklerinden dolayı istiyoruz' dediler. Ayrıca yarışmada yemek konusunda top, daha çok jüride.
- İlginç bir ses tonun var. Biraz ironik, alaycı…Üslubun da öyle. Bu durum senin doğal halin mi yoksa bu program özelindeki bir strateji mi?
A.POYRAZOĞLU: Üslubumla ilgili bugüne kadar aile ortamından bugüne hiçbir zaman eleştiri almadım. Farklı bir üslubum olduğu, düzgün Türkçe konuştuğum hep bana söylendi. Ben de bunların farkındayım. Böyle olmasaydı bugün Show TV gibi Türkiye'nin en büyük kanallarından birinde olamazdım.
Ama eğer ses tonumla ilgili konuşacaksak muazzam bir şekilde ikiye bölünmüş bir kitle var. Sosyal medyada da takip ediyorum. Yüzde 50'lik bir kesim inanılmaz saldırıyor bana. Yüzde 50'si ise çok mutlu.
-Saldıranlar neden saldırıyor peki?
A.POYRAZOĞLU: Kendimle ilgili eleştirileri söyleyeyim. Çünkü ben eleştirileri çok rahat kaldıracak durumdayım. 15 senelik TV hayatım bana bu rahatlığı verdi. Seneler boyunca yöneticilik, yapımcılık yaptım. Zaman zaman insanları ekrana çıkarmak için ikna ettim. Ekrana çıktıktan sonra neler yapmaları gerektiğini anlatmak durumunda kaldım. İnsanların aldıkları eleştirileri gördüm. Eğer ben eleştiriden çekinseydim bu çok saçma olurdu. Bu durumdan korksam zaten bu işe girmezdim. Nelerle karşılaşabileceğimi tabii ki biliyordum. Hatta hakarete varan şeylerle karşılaşabileceğimi bile düşünüyordum ama hakaret olmadı. Bundan dolayı da mutluyum.
Beni neyle eleştiriyorlar diye soracaksan öncelikle saçlarımla eleştirdiler. Bunda da yüzde yüz haklıydılar. Çünkü ilk çıktığımda gördükleri kişi ben değildim. Saçlarımın doğal hali gördüğün gibi. Bana farklı bir saç yapmayı düşündüler ama demek ki ben o imajın insanı değilmişim. Şimdi onu değiştirdik.
Arkasından ses tonum ile ilgili eleştiriler geldi. Ama eleştirenler ses tonum konusunda ikiye bölündüler. Bu durum Allah vergisi olduğu için ses tonumu değiştirme şansım yok. Dolayısıyla o tür eleştirileri rafa kaldırmaktan başka şansım yok.
Bir de ünlü Sırp basketbolcu Teodosiç ve Nihat Doğan'a benzetilme durumum var şu günlerde. Hırvatistan'da tesadüfen tatil yaparken seyrettim Teodosiç'i. Dünya Kupası'nda Türkiye-Sırbistan maçında izlemiştim. Orada Hırvatlar bir ekrana bir de bana dönüp baktıklarını hatırlıyorum. Burada da çevremde herkes Nihat Doğan'a benzediğimi söyler. Nihat'ı da severim; kendisi iyi bir kardeşimiz ve arkadaşımızdır.
-Ses tonu olarak Acun Ilıcalı'ya da benziyor sesin. Bunu hiç söyleyen oldu mu?
A.POYRAZOĞLU: Ses tonumuzun benzediğine dair hiç tepki almadım. Belki üslubumuz benziyor olabilir. O da normal. Çünkü senelerdir devam eden ağabey-kardeş-arkadaşlık ilişkisi olduğu için birbirimizden etkilenmiş olabiliriz.
-Yıllarca 'habercilik yaptın. Anlattığın gibi TV'de değişik kademelerde görev yaptın. Şu an ise sunuculuk yapıyorsun. TV kariyerin ne yönde devam edecek? Bundan böyle hep ekranın önünde mi seni göreceğiz?
A.POYRAZOĞLU: Ben hayatımda hiçbir zaman bir kariyer planlaması yapmadım. Sonuçta TV işinde ben perde arkasında çalışmaktan da keyif alıyorum. Daha önce ekrana çıkmak isteseydim daha önce de teklifler olmuştu. Ayrıca yöneticilik yaptığım dönemlerde bunu zorlar ve yapardım. Ben neyden mutluysam onu yapıyorum. Şu anda Şeflerin Düellosu'nu sunuyorum diye bundan sonra ekran önünde olmalıyım diye bir derdim yok.
Buna karar vermek biraz da izleyici ile alakalı. İzleyici beni ekranda görmek isterse ben de gereğini yaparım tabii ki.
-Habercilik dönemi senin için tamamen bitti diyebilir miyiz?
A.POYRAZOĞLU: En son ATV'de spor servisinde çalışırken Aziz Yıldırım'ın davasını takip etmiştim. Mesela, ben o davada 24 saat canlı yayın yaptım. Sabah saat 6'dan bir sonraki günün sabah 6'sına kadar sürmüştü. Ama bünyem bu tempoyu kaldırmıyor artık. Elime tekrar mikrofon alıp sokağa çıkmak artık çok zor benim için. Yaşım 40. Gençler yapsın artık bu işleri.
-TV işinde örnek aldığınız bir kimse var mı?
A.POYRAZOĞLU: TV'de Ekrana çıkıyorsanız hatta ekrana çıkmayıp kamera arkasında bir iş yapıyorsanız, mesela, bir programı yönetiyorsanız, görsel yönetmeniyseniz, castını siz seçiyorsanız, yani her hangi bir aşamasındaysanız bence birini takip etmek onu örnek almak son derece yanlış. Her yiğidin ayrı bir yoğurt yiyişinin olması lazım. Bu ekran önü için de kamera arkası için de geçerli. O zaman kimin iyi kameraman, yönetmen, program müdürü, programcı, sunucu olduğu ortaya çıkar. Bununla birlikte tabii ki ders alınacak durumlar da var.
Mesela, Türkiye'de Acun Ilıcalı gerçeği var. Onunla bir samimiyetim varsa neden onun tecrübelerinden yararlanmayayım? Acun Ilıcalı'nın bugün yanına koyabileceğiniz ikinci bir isim yok. Hatta bu konuda büyük sıkıntı var Türkiye'de. Onun yanına ikinci, üçüncü ismi üretemiyoruz. İster istemez taklide kaçmadan birçok şeyden etkileniyorum. Ona soruyorum zaten. Hemen hemen iki gecede bir mesaj atarım kendisine, nasıl gidiyorum diye.
-Acun Ilıcalı, Şeflerin Düellosu ile ilgili sana tavsiyelerde bulundu mu?
A.POYRAZOĞLU: Bulundu tabii. Bazen gaza gelip çok hızlı konuştuğum için bazı kelimeleri tekrar kullandığımı, kelime çeşitliliğini artırmam gerektiğini söyledi. Başka önerileri de oldu ama onlar bana kalsın(Gülüyor).
- Ekran önünde olmanın avantajları olduğu gibi dezavantajları da var mı?
A.POYRAZOĞLU: Var, anlatayım…Çok zor para kazandığım hatta süründüğüm dönemler oldu bu işte. Ya da çok iyi para kazanıp programlarımın tuttuğu, yöneticilik yaptığım kurumlarda başarılı olduğum dönemler oldu. Bu dönemlerin hepsinin de ortak bir noktası vardı. 300 tane erkek 300 tane kız arkadaşım varsa bir onlar bir de ailem tanırdı beni. Rahattım, her yerde rahatça dolaşabilirdim.
Biz programımız yayına girmeden stok çekimlere başladık. Show TV Ulaştırma'dan arkadaşlarımız bizi evlerimize bırakıyorlar. Ben her seferinde İstanbul'un yoğun trafiğinden sıkıldığım için Levent'te araçtan inip, yürür Metrobüs'e biner ve evime giderdim. Hayatımın her döneminde bunu yaptım. Programın yayına girdiğini unutmuşum. Yine Levent'te araçtan indim ve 'ben yürüyeceğim' dedim. Şoför arkadaş bana 'Boşver yürüme, şimdi uygun olmaz' dedi. Ama ben onu anlamadım. Ne demek istediğini o an yorumlayamadım.
Metrobüs'e bindim. Zincirlikuyu'dan Caddebostan yaklaşık 25 dakika sürüyor. O gün 25 dakika boyunca Metrobüs'teki herkese programın formatı ile ilgili bilgi vermek zorunda kaldım(Gülüyor).
-Neler söylediler?
A.POYRAZOĞLU: Birçoğu beni çok konuşmakla, yarışmacıları engellemekle eleştirdi. Sonra onlara formatın böyle olduğunu anlattım. O zaman da 'Öyleyse işini iyi yapıyorsun' dediler. Yani demem o ki artık Metrobüs günlerim galiba bitti.
- Ekran önü seni yeterince karakterize ediyor mu?
A.POYRAZOĞLU: Evet. Kendimi ekran önünde ifade etmek hoşuma gidiyor. Şeflerin Düellosu'nu bir yemek yarışması olmasına rağmen istediğim gibi kendimi ifade edebileceğim, espri anlayışımla, hayat görüşümle ilgili düşüncelerimi paylaşabileceğim bir platform olduğu için tercih ettim. Haluk Şirin, bana bu özgürlüğü verdi. Bana ' ekrandan her türlü mesajını verebilirsin, biz sana güveniyoruz' dedi.
- TV ile aran nasıl? TV izlemeyi sever misin?
A.POYRAZOĞLU: Evet. Dizi olarak yılda iki dizi izliyorum. Yani çok dizi izleyen bir adam değilim. TV kanallarımızda öyle diziler var ki ben diğer bölümün hikayesini evdekilere veya çevreme anlatabilirim.
-Hangi dizileri izledin?
A.POYRAZOĞLU: Fatmagül'ün Suçu Ne'yi izledim. Birkaç bölümü hariç tüm bölümlerini izledim diyebilirim. Bir de Yalan Dünya'yı izliyorum.
-Peki Fatmagül'ü neden izledin? Neden başka dizilerden biri değil de o?
A.POYRAZOĞLU: Türkiye'de şöyle bir sıkıntı var. Belli bir süre kanalla anlaşma yapıldığı için o süre ve bölüm sayısını yetiştirmek zorunda yapımcılar. Böyle olunca da dizinin konusu giderek uzamaya ve kendi özünden çıkıp başka bir noktaya gidiyor. Fatmagül, konusunu uzun süre koruyabildi. Başka konulara gitmedi. Heyecan yarattı. Ama dizinin son 6-7 bölümüne baktığımız zaman ben artık dizinin sonunda ne olacağını anladım. Dizi bir türlü bitmek bilmedi. Neden? Çünkü kanalla yapılan anlaşma gereği belirlenen sürede bitmesi gerekiyordu. Orada kızdım. Ama bu uzatma işini en az yapan dizilerden biriydi. Ben de seyrettim bu yüzden.
Yalan Dünya'yı ise Gülse Birsel işi olduğu için izliyorum. Onun yaptığı işi seyretmemek aklını peynir ekmekle yemek gibi bir şey. Gülse Birsel, ne yapsa seyredilir.
-Yabancı dizi izler misin?
A.POYRAZOĞLU: Hiç izlemem. Yabancı belgesel izlerim. Yabancı dizi izlemem, çünkü espriler, vurgulamalar, imalar yani konuşulan her şey bana birebir geçmiyor. Oralarda uzun süre yaşamış olmak lazım. 30 dakikalık bir Amerikan dizisi izleyip anlayabilmesi için en az 5 yıl Amerika'da yaşanması lazım.
-Şeflerin Düellosu'ndan sonra erkek ve kadınların tepkileri nasıl? Farklılık var mı?
A.POYRAZOĞLU: Erkeklerden çok olumsuz tepkiler alıyorum. Kadınlardan daha olumlu tepkiler var. Kadınların 10'undan 8'i iyi tepkiler veriyor. Erkeklerin ise 10'undan 8'i olumsuz tepki veriyor.
-Bu tabloyu nasıl değerleniriyorsun?
A.POYRAZOĞLU: Onun takdirini sen yap bence(Gülüyor).
- Yemekle aran nasıl?
A.POYRAZOĞLU: İyi. Yemek yemeyi severim. Çok yemem ama değişik lezzetler tatmayı severim.
-Mutfakta becerikli misin?
A.POYRAZOĞLU: Çok kötü. Yumurta versen kıramam.
- Yarışmadan sonra bu durum değişmiş olabilir mi?
A.POYRAZOĞLU: Değiştiyse de bunu sana anlatmayacağım. Çünkü evde yemek işlerinin bana kalmasını hiçbir zaman istemiyorum(Gülüyor).
-TV'de asla izlemem dediğin programlar var mı?
A.POYRAZOĞLU: Evet var. Bir stüdyonun içerisine 2-3 tane konuk alınıp geyik yapılan programları seyretmiyorum. O konuklar kim olursa olsun seyretmiyorum.
-Tartışma programlarını mı kastediyorsun?
A.POYRAZOĞLU: Hayır, ben bu şekildeki şov programlarını da seyretmiyorum.
-Bilinmeyen yönleriniz var mıdır?
A.POYRAZOĞLU: Çok büyük unutkanlığım vardır. Arkadaşlarım hiçbirşeyi bana birgün önceden söylemez. Hatırlamayacağımı bilirler. Onun için de son dakikada söylerler. Sağlam Fenerbahçeliyim. Hemen hemen hiçbir maçını kaçırmam. Aslında öyle pek bilinmeyen tarafları olan bir adam değilimdir.
1 yaşında bir oğlum var Rüzgar isminde. İşten kalan vaktimin çoğunu onunla geçiriyorum. Bir de rahatlığımla tanınırım. Lakabım 'rüzgar'dı, oğlumun adı da Rüzgar.