'Seda Akman biraz sert görünümlü bir kadın... Oynadığı karakterler de şimdiye kadar hep öyle oldu. Ancak yeni başlayan 'Eve Düşen Yıldırım' dizisinde bu defa hayatını evine adamış bir ev kadını, Şaheste karakterini oynuyor. Akman, 'Zaman zaman oynarken ben bile acıdım Şaheste'ye. Çok zor bir yapısı var' diyor ve ekliyor; 'Sıkıntılar herkesin başına gelebilir. Sadece sonra daha korunaklı yaşıyorsunuz.'
* Yeni dizi, yeni rol... Eve Düşen Yıldırım'a nasıl dahil oldunuz?
Aslında biraz geçmişe dayalı bir projeydi bu. Med Yapım'la bir buçuk yıl önce görüşmüştüm ve Nahit Sırrı Örik'in romanından uyarlama bir yapım olacağını öğrenmiştim. Romandan birkaç bölüm okudum. Beni etkiledi, özellikle oynayacağım karakter... Fakat o sıralarda işi ertelediler. Sonra başka bir dizide oynamaya başladım. Karakol maalesef kısa sürdü, o bittikten sonra da Med Yapım tekrar 'Eve Düşen Yıldırım'ı hayata geçirmeye karar verdi. Denk geldi, biraz da benim kaderimmiş diye düşünüyorum. Enteresan şekilde her şeyi hatırlıyordum senaryoyla ilgili, çünkü beni heyecanlandırmıştı okuduğumda. Karakter bugüne kadar oynadığım diğer karakterlerden biraz daha uzak, renkli, köşeli, daha uğraştırıcı. O yüzden çok fazla istedim oynamayı.
* Siz genel olarak şehirli, modern, dik duran kadın profillerini oynuyorsunuz. Bu kadının farkı ne?
Aslında yine dik duran bir kadın var senaryoda. Çok işi var ama bir ev kadının işleri bunlar. Son derece titiz bir kadın. Muhafazakar bir ailesi var, o ailenin kuralları içerisinde evde kayınpederi ve eşinin erkek kardeşiyle yaşıyor. Haliyle evde üç erkekle yaşıyor olması onu dişilikten de biraz uzaklaştırmış diyebilirim.
O evin içinde ev düzenli olsun, kayınpederinin ilaçlarını versin, kocasına hizmet etsin... Ancak onun önemli bir de acısı var çünkü çocuğu olmuyor ve kendini o konuda çok eksik hissediyor. Belki de o yüzden suratı o kadar asık. Bu onun için o kadar önemli ki, böyle düşünen böyle yaşayan bir ailenin içinde o aileye bir evlat veremiyor.
Sette 20 saat çalışsam da hâlâ enerjim kalıyor
* Dizi setleri oyuncular için çok yoğun geçiyor. Eve Düşen Yıldırım'ın seti bu anlamda nasıl?
Her setin ayrı zorluğu, güzelliği var. Ben her sette genel olarak insanlardan da memnun olmaya çalıştım. Çünkü sabah kalkıyoruz, evden çıkıyoruz, sete gidiyoruz ve en az 12 saatimizi orada geçiriyoruz. 80-90 kişiyi barındıran zor bir iş yapıyoruz. Kimse kolay koşullarda değil, dolayısıyla uzun vadede insanların birbirini yanlış anlamasını, tartışmalar çıkmasını da anlamak lazım. Ben olumsuzlukları da örtmeye çalışan bir insanım. Bu set çok yeni başladı. Ama iyi bir ekibimiz var. İnsanların enerjisi yüksek. Ben özellikle yönetmenimden çok memnunum. Mehmet Bahadır Er ile çalıştığım için çok şanslıyım. Çünkü oyuncularla bire bir ilgileniyor. Oyuncusu konsantre olamadığı veya kostümünden hoşlanmadığı zaman hemen seti 5 dakika durdurup onu motive ediyor. Kendinizi iyi hissediyorsunuz.
* Sizi oyunculuk adına neler motive eder, set nasıl geçiyor?
Sabah sete giderken arabaya bindiğimde müziğimin sesini açıyorum. Güne yüksek bir enerjiyle giriyorum ve bu tüm güne yayılıyor. 20 saat çalışsam da set bitiminde hâlâ harcayacak 2 saat enerjim var gibi geliyor bana.
Uğur Yücel yüreklendirince oyuncu oldum
* İşini tutkuyla sevme durumu sizin için ne anlam ifade ediyor?
Konservatuar okumadım. Hep televizyonda program yapmakla ilgili hayallerim vardı. 'Acaba yapabilir miyim, konservatuar okuyanlara haksızlık olur mu?' diye düşündüm. Ama bu tamamen içten gelen bir şey. Herkesi çok dinledim, çok gözlemledim. Şimdi olmazsa çok eksiklik hissederim, ama yokken eminim başka bir şeyle o boşluğu doldururdum sanıyorum.
O zaman yolunuzu oyunculuğa çıkaran şey ne oldu?
Dream TV'de program yaparken sadece reklam filmleri için bir ajansa kaydoldum. İlk gittiğim reklam görüşmesi hemen kabul edildi. Beklemiyordum oysa ki... Reklam filmleri başladığında, şimdi menajerliğimi yapan Renda Güner'in ajansına da gidiyordum. Uğur Yücel de o zaman 'Yazı Tura' filminin cast çalışmasını yapıyordu. Renda Güner ona benim fotoğraflarımı da göstermiş. Bir gün telefon geldi, 'Uğur Yücel sizinle görüşmek istiyor' diye... Çok müthiş bir adam. Ben de o hissi uyandırdı. Set bittiğinde 'Kızım bu işi yapmak istiyorsan mutlaka yap, çünkü yapmalısın' dedi ve beni yüreklendirdi. Sinema setiydi, büyülendim. Enerjimi o tarafa yoğunlaştırınca yavaş yavaş başka işler gelmeye başladı. Tesadüf ama çok güzel bir tesadüftü. Sonra Bir İstanbul Masalı geldi...
Arabada, evde, her yerde Bach Çello dinlerim
* Bu seferki kadın karakterinizin önceliği ev yaşamı ve ailesi. Sizin önceliklerinizle kıyaslarsak...
Biz küçük bir aileyiz. Babam, annem, ablam ve ben. Üçü de benim için çok önemli. Belki bu burçla da alakalı. Oğlak burcuyum ben, aileye çok bağlıyım. Çok da iyi anlaşırız. Her şeyden önce gelirler. Şu an annemin, kız kardeşimin ne yaptığını bilirim.
* Her insanın sıkıntılı zamanları vardır ya... Sizin için o zamanlara dokunan bir kitap, bir şarkı var mıdır?
Aslında kendimi çok sıkıntılı ve bunalımda hissettiğim bir dönem olmasına rağmen enteresan şekilde Tezer Özlü'nün ölümünden sonra yayınlanan 'Kalanlar' kitabından çok etkilenmiştim. Depresif bir kitap olsa da beni hayata bağlamıştı. Klasik müzik dinlemeyi çok seviyorum. Arabada, evde, sabah uyandığımda, Bach Çello bana inanılmaz iyi gelir. Bir de Beirut diye bir grup var. O grup bana hep yola çıkma hissi verir, güzel bir yere gidiyormuşum hissi vardır. Bütün tatillerimde Beirut dinlerim.
Zaman zaman oynadığım karaktere acıdım
* Şaheste karakteri sizde nasıl duygular uyandırıyor? O role bürünmek nasıl?
Biraz acınası bir kadın, ne kadar güçlü olmaya çalışsa da... Zaman zaman oynarken acıdım oynadığım karaktere. Çok zor bir karakter yapısı var Şaheste'nin. Çok takıntılı, çok hassas, elalem ne der diyor. Kontrol mekanizması çok çalışıyor. Genelde o tür insanların mutlu olma şansı daha düşüktür. Çünkü hayattan her beklediğimizi alamayız. Bazı şeyleri oluruna bırakmak lazım.
* Siz oluruna bırakabiliyor musunuz?
Kendimi giderek kabul eden bir insan haline dönüştüm, giderek oluruna bırakıyorum. hayatta her şey insanın başına gelebilir, her şey olabilir. Sadece olanlardan sonra biraz daha korunaklı yaşamaya başlıyorsunuz. Biraz daha seçici oluyorsunuz.'
* Yeni dizi, yeni rol... Eve Düşen Yıldırım'a nasıl dahil oldunuz?
Aslında biraz geçmişe dayalı bir projeydi bu. Med Yapım'la bir buçuk yıl önce görüşmüştüm ve Nahit Sırrı Örik'in romanından uyarlama bir yapım olacağını öğrenmiştim. Romandan birkaç bölüm okudum. Beni etkiledi, özellikle oynayacağım karakter... Fakat o sıralarda işi ertelediler. Sonra başka bir dizide oynamaya başladım. Karakol maalesef kısa sürdü, o bittikten sonra da Med Yapım tekrar 'Eve Düşen Yıldırım'ı hayata geçirmeye karar verdi. Denk geldi, biraz da benim kaderimmiş diye düşünüyorum. Enteresan şekilde her şeyi hatırlıyordum senaryoyla ilgili, çünkü beni heyecanlandırmıştı okuduğumda. Karakter bugüne kadar oynadığım diğer karakterlerden biraz daha uzak, renkli, köşeli, daha uğraştırıcı. O yüzden çok fazla istedim oynamayı.
* Siz genel olarak şehirli, modern, dik duran kadın profillerini oynuyorsunuz. Bu kadının farkı ne?
Aslında yine dik duran bir kadın var senaryoda. Çok işi var ama bir ev kadının işleri bunlar. Son derece titiz bir kadın. Muhafazakar bir ailesi var, o ailenin kuralları içerisinde evde kayınpederi ve eşinin erkek kardeşiyle yaşıyor. Haliyle evde üç erkekle yaşıyor olması onu dişilikten de biraz uzaklaştırmış diyebilirim.
O evin içinde ev düzenli olsun, kayınpederinin ilaçlarını versin, kocasına hizmet etsin... Ancak onun önemli bir de acısı var çünkü çocuğu olmuyor ve kendini o konuda çok eksik hissediyor. Belki de o yüzden suratı o kadar asık. Bu onun için o kadar önemli ki, böyle düşünen böyle yaşayan bir ailenin içinde o aileye bir evlat veremiyor.
Sette 20 saat çalışsam da hâlâ enerjim kalıyor
* Dizi setleri oyuncular için çok yoğun geçiyor. Eve Düşen Yıldırım'ın seti bu anlamda nasıl?
Her setin ayrı zorluğu, güzelliği var. Ben her sette genel olarak insanlardan da memnun olmaya çalıştım. Çünkü sabah kalkıyoruz, evden çıkıyoruz, sete gidiyoruz ve en az 12 saatimizi orada geçiriyoruz. 80-90 kişiyi barındıran zor bir iş yapıyoruz. Kimse kolay koşullarda değil, dolayısıyla uzun vadede insanların birbirini yanlış anlamasını, tartışmalar çıkmasını da anlamak lazım. Ben olumsuzlukları da örtmeye çalışan bir insanım. Bu set çok yeni başladı. Ama iyi bir ekibimiz var. İnsanların enerjisi yüksek. Ben özellikle yönetmenimden çok memnunum. Mehmet Bahadır Er ile çalıştığım için çok şanslıyım. Çünkü oyuncularla bire bir ilgileniyor. Oyuncusu konsantre olamadığı veya kostümünden hoşlanmadığı zaman hemen seti 5 dakika durdurup onu motive ediyor. Kendinizi iyi hissediyorsunuz.
* Sizi oyunculuk adına neler motive eder, set nasıl geçiyor?
Sabah sete giderken arabaya bindiğimde müziğimin sesini açıyorum. Güne yüksek bir enerjiyle giriyorum ve bu tüm güne yayılıyor. 20 saat çalışsam da set bitiminde hâlâ harcayacak 2 saat enerjim var gibi geliyor bana.
Uğur Yücel yüreklendirince oyuncu oldum
* İşini tutkuyla sevme durumu sizin için ne anlam ifade ediyor?
Konservatuar okumadım. Hep televizyonda program yapmakla ilgili hayallerim vardı. 'Acaba yapabilir miyim, konservatuar okuyanlara haksızlık olur mu?' diye düşündüm. Ama bu tamamen içten gelen bir şey. Herkesi çok dinledim, çok gözlemledim. Şimdi olmazsa çok eksiklik hissederim, ama yokken eminim başka bir şeyle o boşluğu doldururdum sanıyorum.
O zaman yolunuzu oyunculuğa çıkaran şey ne oldu?
Dream TV'de program yaparken sadece reklam filmleri için bir ajansa kaydoldum. İlk gittiğim reklam görüşmesi hemen kabul edildi. Beklemiyordum oysa ki... Reklam filmleri başladığında, şimdi menajerliğimi yapan Renda Güner'in ajansına da gidiyordum. Uğur Yücel de o zaman 'Yazı Tura' filminin cast çalışmasını yapıyordu. Renda Güner ona benim fotoğraflarımı da göstermiş. Bir gün telefon geldi, 'Uğur Yücel sizinle görüşmek istiyor' diye... Çok müthiş bir adam. Ben de o hissi uyandırdı. Set bittiğinde 'Kızım bu işi yapmak istiyorsan mutlaka yap, çünkü yapmalısın' dedi ve beni yüreklendirdi. Sinema setiydi, büyülendim. Enerjimi o tarafa yoğunlaştırınca yavaş yavaş başka işler gelmeye başladı. Tesadüf ama çok güzel bir tesadüftü. Sonra Bir İstanbul Masalı geldi...
Arabada, evde, her yerde Bach Çello dinlerim
* Bu seferki kadın karakterinizin önceliği ev yaşamı ve ailesi. Sizin önceliklerinizle kıyaslarsak...
Biz küçük bir aileyiz. Babam, annem, ablam ve ben. Üçü de benim için çok önemli. Belki bu burçla da alakalı. Oğlak burcuyum ben, aileye çok bağlıyım. Çok da iyi anlaşırız. Her şeyden önce gelirler. Şu an annemin, kız kardeşimin ne yaptığını bilirim.
* Her insanın sıkıntılı zamanları vardır ya... Sizin için o zamanlara dokunan bir kitap, bir şarkı var mıdır?
Aslında kendimi çok sıkıntılı ve bunalımda hissettiğim bir dönem olmasına rağmen enteresan şekilde Tezer Özlü'nün ölümünden sonra yayınlanan 'Kalanlar' kitabından çok etkilenmiştim. Depresif bir kitap olsa da beni hayata bağlamıştı. Klasik müzik dinlemeyi çok seviyorum. Arabada, evde, sabah uyandığımda, Bach Çello bana inanılmaz iyi gelir. Bir de Beirut diye bir grup var. O grup bana hep yola çıkma hissi verir, güzel bir yere gidiyormuşum hissi vardır. Bütün tatillerimde Beirut dinlerim.
Zaman zaman oynadığım karaktere acıdım
* Şaheste karakteri sizde nasıl duygular uyandırıyor? O role bürünmek nasıl?
Biraz acınası bir kadın, ne kadar güçlü olmaya çalışsa da... Zaman zaman oynarken acıdım oynadığım karaktere. Çok zor bir karakter yapısı var Şaheste'nin. Çok takıntılı, çok hassas, elalem ne der diyor. Kontrol mekanizması çok çalışıyor. Genelde o tür insanların mutlu olma şansı daha düşüktür. Çünkü hayattan her beklediğimizi alamayız. Bazı şeyleri oluruna bırakmak lazım.
* Siz oluruna bırakabiliyor musunuz?
Kendimi giderek kabul eden bir insan haline dönüştüm, giderek oluruna bırakıyorum. hayatta her şey insanın başına gelebilir, her şey olabilir. Sadece olanlardan sonra biraz daha korunaklı yaşamaya başlıyorsunuz. Biraz daha seçici oluyorsunuz.'