Unutma Beni,Deniz Yıldızı ve Beni Affet'in Yapımcısıyla Röportaj!

xBUGRAx

Konu Sahibi
Süper Emekli
Katılım
11 Şubat 2012
Mesajlar
67,162
Reaksiyon puanı
20,584
Puanı
1,060
Konum
Stars Hollow
mga.jpg


[h=4]Hafta İçi Her Gün Ekranlarda: MGA Yapım[/h]
Yıllardır ekranlarda beğeniyle izlenen birçok başarılı ve uzun soluklu dizinin altına imzasını atan MGA Yapım'ı sayfalarımıza taşıdık bu sayımızda. MGA Yapım, Birlik mahallesi ve Kırkkonaklarda 5 bin metrekare alana dağılmış 40'a yakın platosu, Eymir'de villası, Kıbrıs Köy'de gecekonduları ve 200'den fazla çalışanıyla günde 135 dakikadan fazla görüntü üretebilen bir film merkezi. A Plus olarak, 'Bizim Evin Halleri' ve 'Ne Seninle Ne Sensiz' dizileri ile başlayan, Fox TV'de 'Unutma Beni ve Deniz Yıldızı', Show TV'de 'Beni Affet' dizileriyle devam eden bu serüveni, bu kez kamera arkasına geçip Mehmet Erişdi ve ekibiyle konuştuk.

Öncelikle MGA Yapım'ın kuruluş hikayesini anlatır mısınız?

MGA Yapım'ı oluşturun ana kadro, Ferhunde Hanımlar'ı yapan şirket bünyesinde çalışıyordu. Gülsen ve Altan yıllarca çekti o diziyi ve ben de koordinatörlüğü yaptım uzun süre. 1999'da dizi bitip şirket de faaliyetlerini sonlandırınca biz kopmadık ekip olarak. Bizim Evin Halleri'nde çalıştık bir süre akitli olarak. Sonra TRT yapısal bir değişikliğe gidip; 'artık akitli çalışamazsınız, bir şirketinizin olması lazım' denildiği için aslında biraz zorunluluk oldu MGA Yapım'ı kurmak. MGA; Mehmet, Gülsen ve Altan'ın açılımı, yani baş harflerini taşıyor. 2002 yılında kuruldu. O zamanlar TRT'de 'Bizim Evin Halleri' dizisini yapıyorduk. Şirketimizin en önemli özelliği bence yapımcı, yönetmen ve senaristlerin kurduğu bir şirket olması. Bu sadece yapımcı bir şirket değil; yönetmenler de bu şirketin ortağı, senaristler de bu şirketin ortağı… Piyasadaki diğer firmalardan farkı bu olabilir diye düşünüyorum. 2002 yılında Bizim Evin Halleri'ni yapıyorduk TRT'de, bu içyapımdı tabii biliyorsunuz, 2005 yılında 'Ne Seninle Ne Sensiz' diye bir dizi daha yaptık yine şirket bünyesinde… 2006 yılında TRT'de Bizim Evin Halleri'ni bitirdiler. Bitirdikten sonra da bir süre Kanal 1'e Bizim Evin Halleri dizisini yaptık. Şu an ise Fox TV için iki tane dizi yapıyoruz; 'Unutma Beni' yaklaşık 800'üncü bölümlerde, 'Deniz Yıldızı' 600'üncü bölümlere yaklaştı… Show TV'ye ise yeni başlayan 'Beni Affet' dizisini yapıyoruz, o da 50'inci bölümlerde ve hepsi de günlük dizi…

MGA Yapım'ın çalışma şekli ve içyapısından biraz bahsedersek…

FOCUS Film ile ortak çalışıyoruz. Ana yapımcı firma orası. Biz uygulayıcı firma olarak dizileri üretiyoruz, FOCUS Film'de İstanbul'da televizyon kanallarına pazarlıyor. Ana yapımcı FOCUS Film ile bu şekilde bir ilişkimiz ve çalışma yöntemimiz var. Şirketimiz 9'uncu yılını bitirirdi. Şu anda yaklaşık 160'dan fazla çalışanı, 60 tane castı olan üç dizi yapılıyor. Dokuz yönetmenimiz var hepsi buradan yetişti, sıfırdan gelip yetişen arkadaşlar… Dokuz tane kameramanımız var, sayısını bilmediğim kadar ışıkçı, setçi, makyöz, sanat gurubu var… Ortalama çalışma süresi bizde on yılı, on beş yılı bulan birçok arkadaşımız var. Biz onlara ana kadro diyoruz, kemik kadro yani… Yaptığımız işlerin en önemli özelliği ve püf noktası uzun soluklu olması.
IMG_9817.jpg


Mehmet Erişdi

Çalışanlardan ve kadrodan bahsetmişken, biriktirerek ve yetiştirerek ilerleyen bir yapınız var...

Aslında o biraz şartların belirlediği bir şey. Ankara'da ekipsizlik, burada bir sektörün oluşmayışı kendi sinerjisini yarattı. Bu şirket de kendi elemanlarını yetiştirdi ve aslında en çok övündüğümüz kısım da budur. Çok büyük paralar kazandık ya da büyük işler yaptık değil de çok insan yetiştirdik. Bugün üç tane dizi yapılabiliyorsa da hepsini ben yapamam ya da hepsini bir kişi çekemez, montajlayamaz… Şu anda çok profesyonel üç ekip yaratıldıysa uzun zamanın birikimi ve en büyük yatırımı diyebiliriz. Sadece montaj setlerimizde 20'ye yakın arkadaşımız çalışıyor günde 2-3 vardiya şeklinde. Biliyorsunuz TRT haricinde Ankara'da kaç tane kurgucu vardı. 3-4 yıl önce asistan olarak başlayan arkadaşlar şimdi her dizinin koordinatör montajcısı, final mixlerini yapıyorlar, kontrollerini yapıp yayına hazırlıyorlar. Artık o kadar güveniyoruz ki bakmıyoruz artık, yayında izliyoruz son hallerini. Bu da en büyük başarıdır bence eğer bir başarıdan bahsediyorsak.

Peki, bu kadar yoğun çalışma temposu içerisinde çalışanların bu kadar uzun vadeli, sistemli ve özveriyle çalışması hangi motivasyonlara dayanıyor?

Biz hep insan bazlı çalıştık. Hiçbir zaman çok ticari bir şirket olmamaya çalıştık. Tabii ki burası ticaret üreten bir firma ama bizim ilk kıstasımız işin karı zararı değil de hep nasıl profesyonel insanlar yetiştiririz ve biz bu insanları nasıl başka başka işlere kanalize edebiliriz diye düşündük. İtiraf etmek gerekirse derler ya, tek bir iş yapıp çok parada kazanabilirdik. Düşünün Unutma Beni 800 bölüm… Bu kadar insana ve teknolojiye yatırım yapmanıza gerek yok. Tamamen kar bazlı düşünsen minimal ekiple bir iş yaparsın ama biz hep minimal ekiplerin yanında birer ikişer kişi fazladan adam yetiştirerek… Mesela Unutma Beni'de iki kamera varsa dört kameraman tutarak bu aşamalara gelebildik. Hiçbir zaman şöyle bir şey olmadı; hani atıyorum, Bizim Evin Halleri bitti. Unutma Beni tek dizi olarak kaldı. Gülten, Altan gelip de; 'biz çekeceğiz, buranın yönetmeni biziz' demedi. Buradaki genç arkadaşlarımıza; 'buyurun, bunu siz çekeceksiniz kardeşim' dediler. Bu ticari anlamda doğru olmayabilir. Çünkü sonuçta bir artı eleman yüküdür. Bir de bunlar en ucuz elemanlar kısmı değildir. Ama baktığınız zaman da bugün Unutma Beni'yi o dönemde yetişmiş iki tane arkadaşımız takır takır çekiyor… Deniz Yıldızı'nı üç yönetmen arkadaşımız rahatlıkla çekebiliyor. Aynı şekilde Beni Affet'i çekiyorlar… Şu anda Gülsen olsun, Altan olsun artık genel koordinatörlük yapıyorlar. Artık yönetmenlik yapmalarına bile ihtiyacımız kalmadı o anlamda. Daha yukarıda durup işlerin vizyonunu geliştirebiliyorlar. Nitekim bunların faydalarını da görebiliyoruz. Dizilerin belli bir izlenme oranına gelmeleri, istikrarlı olmaları biraz da baştan kaynaklanır ya işte; senaryonun gelişi, doğru programlama, doğru yere doğru insanı koyma gibi… Bir araya getirdiğin zaman biraz daha kurumsallaşmış oluyorsun, biraz daha şahıslara bağlı olmadan gidebiliyorsun… Ben bazen şey diyorum; 'ben buraya bir ay uğramazsam hiçbir şey aksamaz' bunu diyebilmek çok önemli. Ya da Gülsen çekim yapmazsa burada işler durmuyor. Çok güzel yetiştirdiler ve herkes çok başarılı bir şekilde işlerini yapabiliyor. Şu an üç tane günlük dizi çekebiliyorsak bu hep burada yetişmiş insanlardan kaynaklanıyor.

Dizi deyince hep İstanbul sektör olarak akla gelir. Ankara'da bunu yürütebilmenin avantajları ve dezavantajları nelerdir size göre?

İstanbul'da hiçbir ön yatırım yapmaları gerekmiyor, hiçbir zaman bir elemanı istihdam etmeleri gerekmiyor ya da bir yönetmeni istihdam etmeleri gerekmiyor, kamera satın almaları gerekmiyor, ışık satın almaları gerekmiyor… Sadece iyi bir proje bulup, projeyi bir kanala kabul ettirmeleri işin yapılabilirliğine yetebiliyor. Çünkü bizim sektörde her şey kiralık biliyorsunuz. Uzmanlaşmış İstanbul'da birçok da firma var. Biri ışıkta uzmanlaşmış, öbürü montajda uzmanlaşmış... Ekipler var; bir yönetmenle anlaştığınızda o kendi reji grubunu getiriyor. Işık grupları var, sanat grupları var… Bunlara belli paralar ödüyorsunuz ve her şeyi kiralayıp işlerini yürütebiliyorlar. Ama Ankara'da böyle bir şansın yok. Her şeyden önce Ankara'da kamera bile kiralayabileceğiniz bir yer yok, ışık kiralayabileceğin bir yer yok, montaj yapabileceğin bir yer yok. Olanlarda kendi ufak tefek işlerini yapan küçük firmalar. Böyle bir ortamda İstanbul'dan daha zordur Ankara'da iş yapmak ama Ankara'nın da kendine göre avantajları var. Çok ciddi bir oyuncu potansiyeli var. Devlet Tiyatroları'nın en çok sahnesi burada, en çok personeli burada. Birçok konservatuar var. Bilkent'in var, Hacettepe'nin var, Dil Tarih'de var ve buralarda bir sürü pırıl pırıl insan yetişiyor.

Bu arada bir anlamda çalışanları ve oyuncuları Ankara menşeili yapımlar 'İstanbul piyasasına' girebiliyor ve bu işin Ankara'da da yapılabileceği fikri ciddi şekilde rağbet görmeye başladı…

Biz bu işi yaptıktan sonra bir sürü firma, beni de arıyorlar, zaman zaman gelip burada çekim de yapıyorlar. Mesela Behzat Ç. gibi çok başarılı bir işte yapıldı Ankara'da. Hani birazda Ankara'da yapılabiliri İstanbul'da görüyor. Çok önemli bir firma gelip Ankara'da film çekebiliyor. Mesela Ömer Faruk Sorak gelip Ankara'da 'Aşk Tesadüfleri Sever' gibi bir film çekebiliyor ki Ömer Ankaralıdır ve Ankara'yı çok iyi bilir. Işığını, sokaklarını iyi bilir… En azından şey kırıldı Ankara'da yapılmaz mı yapılabilir tabiî ki. Ankara'da görsellik yok diye bir şey yok. Daha doğrusu dizi sektöründe görsellik artık çok ikinci planda kaldı. İstanbul'da yapılan işlerde de 2-3 villanın çevresinde dönüyor iş, zaman zaman boğazın kenarına gidilip iki yemek sahnesi çekiliyor. Çünkü süreler çok uzun ve maliyetli, İstanbul çok maliyetli, sokağa çıkıyorsun para ödüyorsun falan… Şöyle söyleyeyim; Ankara'da boğazı gösterebileceğim bir yer olsa benim, ben İstanbul'muş gibi Ankara'da çok rahat dizi çekebilirim. Çünkü Ankara'da da çok lüks villalar var, çok güzel sokaklar var, çok güzel caddeler var, çok güzel restaurantlar, barlar, cafeler, parklar var baktığın zaman… İstanbul'dan tek farkımız ne bizim, o boğaz dokumuz yok bizim. Ben bazı sahneleri gidip İstanbul Boğazı'nda çekip, gelip geri kalanını Ankara'da çeksem kimse bana bunu, araba plakası görmedikleri takdirde, Anakara işi demez diyemez yani. Çünkü sonuçta şehirlerimiz bir birlerine çok benziyor. Tarihi dokulu işleri söylemiyorum ama birçok işte Ankara'nın İstanbul'dan şehir olarak da bir eksiği yok. Hatta Ankara'nın avantajları var. Mesela belediyeler çok ilgili ve yardım sever. Yokluk… Ankara'da olmadığı için bu tür şeyler insanlar bıktırılmamış birazda… Unutma Beni'nin setine Mamak Belediye Başkanı Mesut Akgül geldi, mesela bu İstanbul'da olacak iş değil. Bizim de çok hoşumuza gitti. Biz dışarıda çekim yaparken çay getiren insanlar var Ankara'da, halktan böyle destekler var.






IMG_9812.jpg


Üç tane günlük dizi yapıyorsunuz ve ortalama günlük 135 dakika gibi sıra dışı bir görüntü üretme kapasiteniz var. Değil İstanbul dünyada bunun bir örneği yok diyebiliriz. Ankara, dolayısıyla MGA Yapım günlük dizide marka olmaya başladı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

135 dakika dediğiniz bizim kanallarla anlaştığımız süreler. Bu 135 dakikalar 150-160 dakikalara çıkıyor. Beni Affet özellikle yeni başlayan bir dizi oluğu için şu an bölüm sürelerini tam ayarlayamıyoruz ve ortalama süreleri 55 dakika… 53 dakika, 59 dakika hep öyle gidiyor. 135 dakika resmi süre o yüzden gayri resmi olarak 150-160 dakikayı buluyor o yüzden. Biz mesela bu ay ( aralık ayı), hafta içi gün sayısı önemli, 66 bölüm dizi yayınlıyoruz üç dizide. 66 çarpı 50 dakika derseniz gerisini siz düşünün… Haftada 15 bölüm dizi yolluyoruz İstanbul'a. 12 tane montaj seti gece gündüz çalışıyor böyle düşünün…

Günlük dizilerde, özellikle zamanla yarışıldığı için, genel olarak plato çekimleri tercih edilir. Ama üç dizide de dış çekimler neredeyse haftalık dizilerin formunu yakalamak üzere bu konuda neler söylemek istersiniz?

Haftada 250 dakika bir dizi, öyle düşünün… Ayda 3 bin dakika yayın yapabilmek için ortalama ve bunu yaparken de sadece platoda geçen işler değil bunlar. Yüzde 50'si platoysa yüzde 50'si dış mekanlarda geçiyor. Yani haftalık diziden o anlamda bir farkı yok. Biz sadece platoda, dışarıda kaybettiğimiz zamanı telafi etmeye çalışıyoruz. Plato sonuçta ne olursa olsun kontrollü bir mekan. Platodaki bir evde, bir cafede, bir iş yerinde çekim yaptığın zaman, dışarıda sokak çekerken, arabalı takip çekerken, kazalar, patlamalar vs. çekerken kaybettiğin süreyi, platoda biraz daha hızlanarak, biraz daha konformist çalışarak, biraz daha çok sayfa çekerek telafi ediyoruz. Yoksa başka türlüsü çok zor. Hepsini reel mekanda çekeyim dediğin zaman ve bunu da layıkıyla yapayım dediğin zaman çok zor. Şöyle söyleyeyim; bizim dizilerimizin günlük dizi oluyor olması format olarak şu an yapılan haftalık dizilerden çok farklı değil. Yani çekim mantığı olsun, senaryonun yazım mantığı olsun… Zaten öyle olmasa bu kadar başarılı olmaz. Nasıl olsa bir haftalık dizinin bir haftada geçen öyküsünü biz burada beş bölümde geçirmiyoruz. Bana mısın diyen birçok haftalık diziden çok çok fazla olay, çok daha fazla tempoyu da bu diziler içinde taşıyor. Bu konuda da iddialıyım ve karşılaştırma da yapabilirim. On tane haftalık diziden en az altısından, yedisinden çok daha fazla olay, tempo, dış çekim vardır bu dizilerde. Sadece ve sadece biz birçok şeyi deneye yanıla, yıllardır yapa yapa pratikleştirdik. Yönetmenlerimiz de pratikleştirdi. Birçok safradan kurtuluyoruz, kurtularak yapabiliyoruz. Ama şunu da unutmamak lazım, biz de bir trafik kazası sahnesi çekerken yarım günümüzü veriyoruz. Halbuki o ekranda 30-40 saniye görünüyor. Bizim tek farkımız, biz de öyle çekiyoruz ama dönüp platoda başka bir ekibin 10 sayfa yapacağı yerde biz 20 sayfa yaparak o süreyi telafi ediyoruz. Günlük dizi yapıyor olmamız birçok şeyi layıkıyla yapmadığımız anlamına gelmiyor ya da geçiştirdiğimiz anlamına gelmiyor. Gündüz 3 buçukta yayınlanan bir dizi reytingde ilk 10'a giriyorsa o kadar da tesadüfi değildir. Burada rakibi yok denilerek, aman ne olacak lagada lugadayla da girmiyor. Üstün temposu var, olayı var, merak unsuru var.


Reyting konusuna girmişken, artık Türkiye'de dizi izleme konusunda uzmanlaşmış bir kitleden bahsedebiliriz. Reytinglerde üst sıralarda yer almanız yaptığınız dizlerin, ürettiğiniz içeriklerin izleyici tarafından da onaylandığı anlamına gelmiyor mu?


Türkiye'de genel hedef kitlenin %70'i kadın, hatta ev kadını. Bunlar reklam verenlerinde en çok ilgisi çeken insanlar çünkü bu insanlar aynı zamanda alımı, satın alan insanları. O karar veriyor evde hangi deterjanın kullanılacağını, hangi beyaz eşyanın alınacağını, hangi mobilyayla ev döşeneceğine biraz da onlar karar veriyor. Bizim hedef kitlelerimiz, bütün dizilerin, %70-80 hedef kitleleri ev kadını. Aslında genel olarak televizyonları belirleyen unsur kadın seyirciler. Biraz çocuk, biraz erkek… Çok az erkek. Erkekler maç seyrediyor, biraz kurtlar Vadisi izliyor, haber izliyor ama hani dizilere öyle bir bağımlılıkları yok. Doğal olarak da kadın seyirciyi bir rutine sokabilirseniz, onun ilgisini çekebilirseniz, hafta içi her gün de aynı saatte o dizinin devamının geleceğini bildiği zaman bir bağımlılık oluşturabiliyorsunuz seyircinin karşısında. Bu tabii ki bir avantaj haline geliyor ama bu kadar çok rekabetin olduğu yerde artık gündüz kuşağında da çok ciddi ünlü isimler program sunuyor. Çok ciddi paralar harcanarak kadınların ilgisini çekecek bir sürü program sunuluyor. Bu anlamda gündüz kuşağı o kadar da boş bir kuşak değil artık. Ve çok fazla alternatif var. Prime Time'da artık reyting 40 ise gündüz de 20-25 onun yarısı kadar bir seyirci var. Şimdi bu seyircinin de karşısına kanallar çok ciddi programlar sunuyorlar. Ve bazıları çok da başarılı ve ciddi reyting alıyor. Başarıyı tabii seyredilme oranı olarak algılarsak diye söylüyorum. Şimdi onların karşısında tutunabilmek de öyle kolay iş değil. Tabii biz Ankara'da olmamızdan kaynaklı olarak, başarımıza bir sürü kulp bulmaya çalışıyorlar. Çünkü anlam veremiyorlar. Anlam verememeleri de normal çünkü bir sektör var İstanbul'da ve kendi alışkanlıkları var. Onun dışına çıkıp da sadece seyrederek bazı şeyleri algılamaları çok zor. Çünkü ben İstanbul'da da çok yoğun çalıştım, ben onları tanıyorum ama onlar beni tanımıyor böyle bir şey var. Onların çalışma mantığını biliyorum ama onlar bizim nasıl çalıştığımızı ya da nerelerden nasıl pratikleştirdiğimizi bilmiyorlar. Bunu zaman zaman sıkıştığımız dönemlerde İstanbul'dan montajcı arkadaşlar geliyor, yönetmen arkadaşlar geliyor, onlar görünce 'haa! Demek ki bu böyle de olabiliyormuş' diyorlar mesela.


Bu durumun size sağladığı ekstra avantajlar da vardır tabii…


Bir avantajım da benim %99 oranında ben, oyuncuyla çalışıyorum. Yani mankenle çalışmıyorum, sadece güzel diye biri gelmiyor, sadece yakışıklı diye biri gelmiyor… Bunların hepsi oyuncu kökenli insanlar. Bir süre sonra onlar sizi çok rahatlatıyorlar. Zaten bu işin eğitimini aldıkları için ezber problemleri yok, sesli çekiyorum oyun alamamak gibi bir problemim yok. İlk başlarda bir afallıyorlar, tiyatrodan farklı, aldıkları eğitimden farklı ama bir süre sonra 'ha! Bu böyledir' diyor ve zaten alt yapısı var, çok zor dediğin sahneler tıkır tıkır çekilebiliyor. Ve öyle standart aşağı falan düşmüyor. Bir de biz daha mütevazı şartlarda çalışıyoruz. İstanbul'da bir yapımcı belki bizim kadar uğraşıp da bu paralara bununla uğraşılır mı diyebilir çünkü çok daha fazla iş olanağın vardır ama bizim öyle bir lüksümüz yok bazen de zarar ediyoruz. Hayatını devam ettirmek için biraz da mecbursunuz tutturmaya. Aslında bizim avantajımız denen bazı şeyler başlarken dezavantajımız. Başlarken İstanbullu bir yapımcı mekanla başlıyor. Villa kaç lira, bin lira, veriyor gidiyor çekiyor. Diyelim ki 6. bölümde dizisi yayından kalktığı zaman dönüyor gidiyor. Benim öyle bir lüksüm yok. Ben başlarken zaten çok ciddi paralar harcayarak platolar yapmak zorundayım, riski çok yüksek alıyorum. Bu anlamda zarardan dönmem çok zor ve bu nedenle başarılı olmamak gibi bir lüksüm yok, olmadı ne yapalım demek gibi bir lüksümüz yok…


Sonuç olarak oturmuş ve işleyen bir sisteminiz var. Bunun dışlında yapmayı planladığınız veya yapmak istediğiniz projeler var mı?


Şu an üç dizi ile çok yoğunlaşıyor ama tabii gönlümüzden Prime Time'a haftalık dizi yapmak da geçiyor, sinema filmi yapmak da geçiyor. Her şeyi para kazanmak için yapmıyoruz, biraz da mesleğimiz olduğu için yani 20 yıllık mesleğimiz… Bu listenin en üstü sinema filmidir. Tabii ki öyle projelerimiz var, proje de arıyoruz aynı zamanda. Bunun yanında bütçesel gerçekler de var, bazı şeyleri bir araya getirmek gerekiyor ama hedefimiz daha farklı tarzda işler de yapmak. Ama şunu da söyleyebilirim, bu benim için çok önemli, üç tane dizi yapıyoruz üçü de bir birinden farklı. Tarz olarak çok farklı işler yani. Bu anlamda bir işi tutturup da benzerini yapmak gibi değil de, üç tane farklı tarzda dizi yapıyoruz ve bu da rutinimizi önlüyor. Hepsinin kendi çapında tadı başka…

IMG_9820.jpg


Mehtap V. AKGÜNDÜZ (Yapım Yardımcısı)

Günlük çalışma periyoduz nasıl?

Günümüz, bir önceki günden programlanmış oluyor genelde. Bir sonraki güne benim ayarlayacağım bir yer varsa ben gidip onları ayarlıyorum. Dış mekanlardır, çekim yapacağımız yerlerdir... Onun dışında setteyim genelde. Bol bol senaryo okuyorum. Bir sonraki gün için ihtiyaç duyulacak çekim mekanlarını ve organizasyonlarını belirliyorum. Oralara birilerinin gitmesini sağlıyorum, oralarda bir sorun çıkarsa ilgilenebilecek 6 tane prodüksiyon elemanım var. Hepsiyle sürekli telefonla irtibat halinde olası çıkabilecek sorunları, zaman kaybetmeden ve çekimleri aksatmadan hızlıca halletmeye çalıyoruz.

Peki, 3 dizi, 7 set, onlarca plato ve ayarlanacak mekanlar ve sokaklar... Her şeyle ilgilenmek durumundasınız, yorucu olmuyor mu?

Artık bana çok rahat geliyor. Programa bakarsın, nerede ne yapılacağını bilirsen ve doğru adamları da gönderirseniz bir sıkıntı kalmıyor aslında. Burada birinin çocuğunun hastalığıyla bile ilgileniyorsun, saçının boyanmasıyla da ilgileniyorsun, onun orada ne giyeceğiyle de... Aslında hepsi bir arada gidiyor. Mesela az önce bir oyuncumuzun kızı kaza yapmış ona bakmak zorundasın mutlaka bir şeylerin aksamaması için. MGA Yapım'da yaklaşık 250 kişi çalışıyoruz. Prodüksiyon sağlayan 8 kişiyiz. Kapı kilitlenene kadar burada olmak zorundayız. Plato da belli başlı evlerimiz var ama biz genelde sokaktayız. İlk başlarda 25-30 kişi ile yaptığımız işi şu an 250 kişi ile yapıyoruz. Şu ana kadar 'biz bu mekanı bulamadık bu yüzden de çekim duruyor' dediğimiz olmadı. Son dakika da olsa mutlaka bir şeyler rast gidiyor bir şeyle oluyor...

Bu kadar yoğun çalışma temposu içerisinde eve zaman ayırabiliyor musun?

Ev hayatı aslında yok gibi. Günlük yarım saat kızlarımı görünce evet, o gün mutlu oluyorum. Ama çoğu zaman iki gün, üç gün görmediğim oluyor. Çünkü buradan çok geç çıkıyoruz. Biraz da alışkanlık aslında. 11'ici yılıma girdim burada, böyle yaşamaya bu tempoya alıştım.

"Bana Bir Masal Anlat: Senaryo Yazmak"
IMG_9087.jpg

MGA Yapım bünyesinde yıllardır günlük dizi senaryosu yazan ve zamanı yaratıcılıkla birleştiren bir ekip. 'Unutma Beni' ve 'Beni Affet' dizilerinin senaristleri ile birlikteydik.

MGA Yapım çatısı altında uzun yıllardır devam eden bir senaryo ekibi ve ürettiği birçok dizi var. Öncellikle MGA Yapım'da işe başlama öykünüzle başlayalım, nasıl bir araya geldi ekip, MGA'da nasıl buluştunuz?


Özge: Aslında çok kalabalık bir ekip olduğumuz için hani hepimizin hikayesi farklıdır ama çoğunlukla herkes birbirini tanır ve arkadaşlık ilişkisi ile burda biraraya gelir. Kimimiz tiyatro yazarlık bölümü mezunuyuz burda. Burdan mezun olmayan arkadaşlarımızda var bağımsız, mesela Gürcan Abi, sanırım kamu yönetimi mezunudur. Didem maliye mezunudur. (Baran: 'ben işletme') ama hani bir şekilde bu işi yapmak isteyen ve Ankara'da olan insanların zaten gidebleceği çok fazla yer yoktur Ankara'da devam etmek isteyenlerin dolayısıyla hepimiz bu kapıyı bir yerlerden, bir şekilde çalmışızdır ve buranın güzel tarafı, gelen çok kolay gidemez buradan (gülüşmeler!!!). Yıllardır buradayız, bir çoğumuz birbirimizi 10 senedir falan tanıyoruz. Öyle bir bünyesi var buranın. Mehmet Abi'nin de tabi Mehmet Erişti'nin de bizi bir arada tutma başarısından kaynaklanıyor aslında bu. Zaman zaman kopmalar olmuştur. Başka projelere gittiğimiz olmuştur İstanbulda başka şeyler yaptığımız olmuştur. Ama sonunda yine hepimiz buraya döner, (hep bir ağızdan: döneriz... gülüşmeler!!!). Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer... gülüşmeler…

Tabi birde sürekli günlük dizi üzerine senaryo yazıyorsunuz doğal olarak bu tek bir dizi üzerinden de değil tek bir karaktere büründürme de yok. Farklı dizilere geçilirken farklı karakterlere bürünüyorsunuz. Bir dizi içerisinde ana olay, öykü üzerinden farklı küçük olaylar v.s. Bunu bölüşüyor musunuz aranızda? Veya herkes bir karakterimi alıyor bir karakterimi sürekli işliyor. İş bölümü nasıl oluyor?


Özge: Bize en çok sorulan sorudur çevremize çok fazla röportaj vermesek de :)) Karakterleri konuştuk mesela; 'siz mi yazıyorsunuz, karakterleri mi seçiyorsunuz?' gibi sorular.

Baran: Hikayeyi paylaşıyoruz, bir tretman ekibimiz var aslında yani bizim, iki dizi için de öyle, 5 yada 6 kişilik bir treatman ekibimiz var. Biz her hafta toplanıyoruz iki dizi için de birer kere, o hafta neler yapacağımız üzerine sohbet ediyoruz, konuşuyoruz, belirliyoruz… Her dizide iki, iki buçuk hikaye var ortalama ve o hikayeleri bölüşmüş oluyoruz yani… Ben ve Didem Emine, Şerif tarafıyla daha ziyade ilgilenirken,( 'Unutma Beni' dizisi) Özge, Merve, Vural. İlkay, Ali tarafıyla ilgileniyor örnek olarak.

Özge: Ama herkes her hikayeyi biliyor ve herkes hikayenin devamı ile ilgili herkes karar verir. Hani ortak bir şey.


Baran: Çünkü bütün karakterler birbirini tanıdığı için diziler içinde haliyle bir alışveriş olmak zorunda… (Baran'ın telefonu çalar, Özge tekrar lafı alır) dolayısıyla aynı zamanda biz tretmanları çıkarttıktan sonra yazım ekibimiz var diyalog yazarları var. Onlar da tretmanları senaryo haline dönüştürüyorlar böyle bir çalışma sistemimiz var.

Peki, çok yoğun bir üretim süreciniz var. Burada On yıldan fazladır çalışanlar da var… Bu tempoyu hergün nasıl sürdürebiliyorsunuz ki yayın dediğimiz şey 'bugünlük yeter, yarın devam edelim' diyebileceğimiz bir iş değil. Ve aynı zamanda bir motomot yapılan bir iş de değil?


Özge: iyi ve uyumlu bir ekip olması çok önemli bizim için çünkü, dediğiniz gibi modumuzun düştüğü zamanlar olabiliyor hepimizin. Ama birimiz düşersek öbürü kaldırıyor. O yüzden kalabalık bir ekibiz, günlük diziyi iki kişi yazmak gibi birşey mümkün değil en azından bir 8-9 kişi olmanız gerekiyor. Herkes birbirini çok iyi tanıdığı için ve bazen biz birbirimize demeden anlayabiliyoruz bir şey söylemeden anlayabiliyoruz. Dolayısıyla herhafta sıfır böyle bir boş sayfaya bakarak başlıyoruz ama bir bakmışız dolmuş ve bizde inanamıyoruz: vay be! diyoruz kendimize.(özge: ben sazı aldım elime… size yakınım diye her halde…gülüşmeler)


İşlerin bu şekilde devam edebilmesi için motivasyonun iyi olması gerekiyor. Mesela bazı arkadaşlar: 'evden çıkıp eve geliyorum' kavramını kullanıyor. Çünkü buranın çalışanlara sağladığı sıcak ve motive edici bir yönü var…


Baran: Zaten oturma pozisyonumuzdan bile belli evet öyle birşey var. Bizde aynen zamanımızın çok büyük kısmını burada geçirdiğimiz için neyseki birbirimizi çok sevdiğimiz için böyle kalabalık bir İtalyan ailesi formunda yaşıyoruz. Bir aile gibiyiz. Ama sahiden Sevim söyledi İtalyan aileleri gibi gürültülü, eğlenceli...

Özge: Yani mesela sabah mutlaka hep beraber kahvaltımızı yaparız. Kahvaltımızı etmeden asla... Her gün birbirini görmene rağmen çok fazla anlatacak hikayemiz vardır birbirimize. Çok eğleniyoruz, dedikodular...


Vural: Dedikodular yaparız, sabah 4 buçukta başlar… gülüşmeler:))


Baran: Bir saat falan bi geyik yapılır.


Özge: Isınma turları oluyor aslında bunlar ve bir eveeeet sesiyle çalışmaya başlarız. O da bizim zil sesimiz.


Devrim: Böyle şey gibi çalışmıyoruz, saatlerimiz belli. Her şeyin bir zamanı ve günü var. Bunu herkes bilir ama hani şu saatte şunu yapacaksın böyle bir şey yok… İş bir şekilde yürür ama kimse kimseye dokuz buçukta gelelim gibi katı kurallarımız yok ama iş her halükarda zamanında yetişir. o birbirine olan güvenden kaynaklanan bir şey.


Özge: Bizim buraya dokuzda gelip ikide çıktığımız zamanlar da oluyor. Mesela ikinci iş yokken biraz daha rahat bir ortamdaydık ama hani bir şekilde huzurluyuz, huzurlu olduğumuz için de burada saatlerce kalmak da bizi rahatsız etmiyor.


Aynı anda her iki diziye de senaryo yazan arkadaşlar var dediniz. Ben onu merak ediyorum. (Biz de çok merak ediyoruz…) Metinlerin karışması, olayların, olay örgüsünün karışması gibi bir durum oluyor mu?


Özge: Mesela bir rol arkadaşımız onu karıştırdı, bir dizide Feraye karakteri var bir dizi de Feride karakteri var Feride'ye Feraye, Feraye'ye Feride diyor falan… Ama hikayeler karışmıyor.

Genel olarak zamanınızın büyük çoğunluğu burada geçiyor. Yaşama karışmak, sokağa çıkmak, gündelik olaylara tanıklık etmek… Daha doğrusu nereden besleniyorsunuz senaryo yazarken?


Evrim: Aslında biz burada örnek evren gibi yaşıyoruz. Her türden insan var zaten onların kendi hikayeleri var hepimizin aileleri var arkadaşları sevgilileri var yani… Bir biçimde hayatın içindeyiz. Burada bütün zamanımızı geçirsek de algılar açık.

Özge: Yani mesela ben yan masayı dinlemeden bir cafede oturduğumu hatırlamıyorum. Bazen eşim, ya bakma falan diyor. Yani buradan hiç çıkmasanız bile gündemin içinde oluyorsunuz.


Şu an dizilerin reytingleri gayet iyi ve iyi bir hedef kitlesi var. Genel izleyici ağır olarak ev kadını onun beklentisine yönelik yazmak zorluk yaratmıyor mu?

Didem: Alıştık herhalde… Kaç senedir yaptığımız için bu işi başka türlü düşünemiyoruz artık. Aslında bu işi uzun süredir yaptığımız için ona yönelik düşünüyorsun…

Özge: Bir de hepimizin içinde bir ev hanımı yatıyor zaten… Vural da dahil bence… Gülüşmeler… Bir de hem deneyim hem de hisle yürüyen bir şey. Hepimiz yayındaki diziler ve reyting alan diziler hakkında da fikri var. Bu işler eğitimle şunla bunla alakalı değil hakikaten işin içindeyken öğreniyorsun…


Yazının teknik olarak görsele dönüşmesi, sahneyi yazarken şu şekilde çekilirse çok iyi olur asıl anlatmak istediğim şeyi doğru ifade eder dediğiniz oluyor mu? Yani yazarken kurguladığınız görsele dönüşünce bir fark hissediyor musunuz?

Çok nadir oluyor ama genelde bizim ne demek istediğimizi onlar çok iyi anlıyorlar. Az çok fiziksel koşullar belli, günlük dizinin imkanları daha dar, çekim imkanları sınırlı. Çok vakit ve nakit alacak sahnelerin yatırımlarını yapmıyoruz. Hem bizde de onlarda da hayal kırıklığı olabilir. Öylesine hızla yazdığımız bir sahneyi çok keyifle izlediğimiz de oluyor. Beklemediğimiz şeylerle de karşılaştığımız oluyor. Yazarken sen bir şey düşünüyorsun, yönetmen okurken başka bir şey kuruyor, oyuncu başka bir şekilde hayal ediyor. İşin gerçekliğine bağlı olarak beklentide bulunmak gerekiyor.

aynur.jpg


Aynur K. ULUSOY
Yazar



Ferhunde Hanımlar ve Bizim Evin Halleri'yle başladınız…

9 yıl, 1300 küsür bölüm oldu Bizim Evin Halleri'nde. Ferhunde Hanımlar'da 1080 bölüm falandı. Yani Ferhunde Hanımlar'da da en başından beri varım. Önce yönetmen yardımcısı olarak başladım sonra Ferhunde Hanımlar'da yazarlığa geçtim. 6 sene falan o sürdü. Bizim Evin Halleri 9 sene… Sonra yine TRT'ye 'Ne Seninle Ne Sensiz' diye bir dizi yaptık, oda 120 bölüm falan sürdü. Bizim Evin Halleri'yle birlikte devam etti. 'Ne Seninle Ne Sensiz', sonra yine TRT'ye 'Gönül Yokuşu' diye bir dizi yaptık 30 bölüm falan sürdü tabi bunların hepsi, arkası yarın, günlük dizi. 16,17 senedir hep arkası yarın yazdım.

Şu anda 3 tane dizi var. Bizim Evin Halleri'nden sonra Unutma Beni başladı. Ardından Deniz Yıldızı ve Beni Affet…

Buradaki arkadaşlar Unutma Beni'yi yapan arkadaşlar. Hepsi bizim ekibimizden yazar arkadaşlarımız yaptılar. Onlarla da gurur duyuyoruz tabii… Gürcan'la yine Bizim Evin Halleri'nden sonra Unutma Beni'de de çalışıyorduk. Kendi projesini yapmak istedi Unutma Beni'yi. Zaten bizim amacımız bu… Burada insanlar yetişsin, kendi projelerini yapsınlar, başarılı olsunlar, böyle devam etsin.

Ankara gibi bir yerde uzun yıllar bir ekibi birlikte tutma ve genişletebilmek zor ve meşakkatli bir iş, bunu nasıl sağladınız?

Ben başyazarım. Ben de onlarla aynı koşullarda çalışıyorum. Hiçbir şekilde bir üst durumum yok… Aynı şekilde yönetmen arkadaşlarım da… Onlar bile zamanı gelip set işçisinden daha fazla çalıştığı zamanlar oluyor. Yani şimdi biz ortakları olarak yönetmen, yazar, yapımcı hepimiz bir ucundan tuttuk. Herkes özveriyle çalıştı ve yanındaki insanlarla eşit bir şekilde çalıştı. Öyle olunca insanlar da görüyorlar çok çalışıyoruz ama hep birlikte çok çalışıyoruz. Şimdi onu gördüğü için insanlar kötü hissetmiyor kendini motive oluyorlar. Bizim patronumuzda bizimle aynı şekilde çalışıyor. Patronluk taslama gibi bir ortamımız yok hepimiz eşit bir şekilde ve zevk alarak ve birbirimizi anlayarak çalışıyoruz. Ve işi de seversen devam ediyor…

"Son Dokunuş: Kurgu"

IMG_9301.jpg


Tüm çekimler bitti. Sıra görüntülüleri kurgulayıp yayına hazırlamakta… MGA Yapım'ın 24 saat hiç durmayan kurgu servisinde, Koordinatörü Sezgin AKGÜNDÜZ ile montaj servisini ve çalışma sistemini konuştuk.

Gün boyu üç diziden, onlarca sette 135 dakikanın üzerinde görüntü üretiliyor… Ve bunlar kurgulanıp yayınlanması için kanallara gönderiliyor. Bu anlamda nasıl bir çalışma sisteminiz var?

Setten bize hd kasetler gelir. Biz hep hd çekiyoruz. üç tane dizimiz var. Beni Affet Show TV, Deniz Yıldızı ve Unutma Beni Fox TV'de. Bu üç dizinin de bütün çekimleri yine hd yapılıyor. Yalnız, Deniz Yıldızı ve Unutma Beni dizileri yayına hd değil olarak girmiyor. Sadece Beni Affet Show TV hd kanalda yayınlanıyor. Diğerleri 4:3 olarak aktarıyoruz. Bir bölümün sisteme yüklenmesi 5 buçuk saat sürüyor. Biz Bunun kurgusu arkadaşlarımıza ana cihazlardan dağıtılıyor. Kurguları yapılmaya başlıyor, transportlar yapıyoruz, hard disklere bölüyoruz sahneleri ve üç kurgucu bir bölümü paylaşarak yapmaya başlıyor. Yaptıktan sonra bize bunları getiriyorlar biz yaptıklarının ana bilgilerini ana bilgisayara alıyoruz. Küçük dosyalar halinde bu dosyaları da burada tekrar güncellediğimiz zaman, medyalar burada sanki bu cihazda kurgu yapılmış gibi sistemine giriyor. Bir bölümü montajlamaları da yaklaşık on saat sürüyor. Beş buçuk saat yükleme, on saat kurgu, bir de bunun revizyonu var tabii… Biz burada henüz kurgu yönetmeni gelmeden çeşitli düzenlemeleri yapıyoruz. Yayına uygun hale getirmeye çalışıyoruz. Ortalama olarak da bizim revizyonumuz 4 saat sürüyor. Kurgu yönetmeni gelip de izlediği zaman bölüm iyi gidiyorsa iki saat, eğer bölüm alaca bulacaysa 3 buçuk saat falan sürüyor. Yani bir bölümün buradan çıkması meşakkatli bir iş… Bu işin içinde olmayanlar, bu deli işi der. Özellikle kurgunun hiç saati yok, çünkü set bitiyor ama kurgu bitmiyor.

Diziler arttıkça yükünüz de artıyor bu anlamda?

Kurgu yirmi dört saat çalışıyor. Zaten başka türlü günlük dizinin gitmesi zor. Herkesin günlük dizi yapamamasının nedeni de bu zaten. Yapamıyorlar, çünkü bu bir sistem… Biz yirmi beş dakikadan başladık. Yavaş yavaş tecrübe kazanarak geldik. Şimdi siz bir günlük dizi yapmaya kalktığımızda direkt 45 dakika olarak istiyorlar bizden ve kırk beş dakika yapmak zorundasınız. Seyircinin de beklentisi yükseldi. Bizim çekirdek ekibimiz yani ana ekip, alttan gelen kişilere bu işi öğretiyorlar. Bu iş ancak böyle yürür.

Peki, nasıl geliştirdiniz sistemi ve ekibi. Çünkü onlarca kurgu setiniz var, 20 civarında kurgucunuz var ve birçoğu burada yetişti…

Önceden tek bir kurgu masası vardı. Kurguda kimse yoktu. Bilen birilerini bulmaya çalışırdınız ama adamın başka işi var. Günlük dizi olmasına rağmen bütün dizi boyunca oturtamıyorsunuz. Şöyle bir şey vardı ben prodüksiyondaydım ama benim ilgim vardı. Videolar falan yapardım sette bunu görmüş olsalar gerek ki dediler; 'bu işi yapsa yapsa Sezgin yapar…' Ben o şevkle kurgu masasına oturdum. Bir yaz boyu eski bölümlere bakarak işin nasıl yapıldığını öğrenmeye çalışıyorsunuz. Eski bölümleri tekrar kurgulamaya başladım ve böyle bir ilerleme kaydettik. Sonra bir kişi daha gerekti ve bir kişi daha geldi sonra hem ben öğrendim hem gelen öğrendi. İki kişi olduk, sonra üç kişi, sonra dört kişi olduk böyle olunca asistanlar da geldi. Yeni gelen ortalama üç ay sonra kurgu yapmaya başlıyor. İster istemez yapıyor. Buraya gelip gidiyor. Senin yaptığını izliyor, kendi bir şeyler deniyor ve sonra öğreniyor. Bu şekilde de bu kadar adam yetişmiş oluyor.

IMG_9295.jpg


Üç tane günlük dizi yapıyorsunuz, zor olsa gerek?

Bu şirkette zaten bir güven duygusu oluştu. Günlük dizi yapıyor ama günlük dizi dışarıdan bakılınca küçümsenen bir tarafı var. Mesela önce günlük diziler Brezilya dizileriydi, basit çekimlerdi. Şimdi bu iş böyle değil. Bakıyorlar dış mekan var. Sitcom değil, iç mekan var hatta Deniz Yıldızı'nı izleyenler bilir çoğu dış mekanda çekiliyor. Komple içeride yapılabilecek bir iş değil. Dolayısıyla bunu herkesin yapması zor. Hele ki İstanbul'da yapmak o kadar zor ki… İstanbul un trafiği, ulaşım güçlüğü bütün bunları işin içine kattığın zaman Ankara günlük dizi için en iyi mekanlardan bir tanesi.

Diziler yayına gidinceye kadar tüm teknik aşamalar buradan mı yürüyor?

Kurguda şöyle bir şeyimiz var bizim; biz burada her şeyini birlikte yapıyoruz. Mesela sese ritim falan da yapıyoruz. Çok ayrı bir iş aslında ama biz bunların hepsini burada yapıyoruz. Diğer türlü iş yetişmez zaten. Beni Affet ile Deniz Yıldızı'nın bir tek colorcollection'ı var. O İstanbul'da yapılıyor. Çok detaylı bir color yapıldığını zannetmiyorum ama yapılıyor. Çünkü günlük dizide, haftalık dizi gibi her bir renkle ayrı ayrı oynama gibi bir şansın yok. Onları düzeltip yetiştirmek zorundasın. Ses editini burada yapmaya kalktığında üç saat sürer. Bir dış mekan… Mesela bir çekim oluyor. Senin açın çekilirken arkadan trafik sesleri geliyor, benim açım çekilirken bende yok. Çünkü sırt kalmış ve benim bulunduğum yere de alta bir ses döşemem gerekiyor ki eşitleyeyim, sırıtmasın. Bunlarla uğraş uğraş… Bir telefon konuşması bile basit ayrı mekanlarda, dış ya da iç fark etmez, bir tanesi dış olsun adam konuştuğu zaman alttan trafik sesi geliyor ya da bir bardaysa onun sesleri, onun fonu geliyor. O fonu diğerlerine döşemek bile ayrı zahmetli bir iş. İzleyici dinlerken bu kulağını tırmalamamalı…

'Unutma Beni'
IMG_8592.jpg


MGA Yapım'ın, 2008'de başlayan, Fox TV'de 4 sezondur yayınlanan 'Unutma Beni' dizisi setlerindeydik. 4 yılı geride bırakan ve izleyicilerinin vazgeçilmezi haline gelen başarılı diziyi bir de kamera arkasından görmek istedik ve günlük dizi çekmek üzerine, yönetmenleri Hülya ÖZYILDIRIM ve Serap V. YAVUZ ile konuştuk.

İlk olarak yönetmenlik maceranız nasıl başladı?

Ben on iki yıldır bu işi yapıyorum ama son 4 yıldır yönetmenlik yapıyorum. Sekiz yıl reji asistanlığı yaptım. Bu işi burada öğrendim zaten bu işi burada öğrendiğim için belki şimdi biraz daha pratik kısmı hızlandı. Mesela haftalık dizi çekiminin rahatlıkları vardır. Sahnelerinizi kurabilirsiniz kafanızda ama biz hep bir gün önceden kurmak zorundayız. İşin yoğunluğundan dolayı ama bunu ben set pratiği içinde öğrendim hani on iki yıldır bu sette çalışıyor olmaktan ötürü öğrendim. Bir şekilde daha pratik yapmayı öğrendim aslında…

Buradan hareketle, günlük dizi yönetmek, her gün senaryo okuyup ertesi günü örgütlemek zor olmuyor mu?

Günlük dizi yönetmenin tek avantajı da bu aslında, her gün aynı işin yapılıyor olması. Dolayısıyla her gün yapmanın aynı hazırlıklar içine girmesinin dezavantajları da var. İnsan yönetimini bilmek zorundasınız. Gerek teknik ekip gerekse oyuncu… İnsan yönetimini iyi bilmekten kastım, her gün rutinin içine girmekten kaynaklı bir takım sıkıntılarımız olsa da göz ardı etmeyi kastediyorum. Mesela her gün aynı işi yaparken oyuncular bazen her gün çalışıyorlar, haftanın altı günü çalışıyorlar. Ve bu insanlarda belli bir yorgunluğa ve bazen verim azalmasına neden oluyor. Bu doğal olarak benim içinde geçerli… Verimimiz zaman zaman düşebiliyor. Ama onu, sürekli bir birimizi motive ederek bir şekilde ayakta tutmaya çalışıyoruz.

IMG_9910.jpg


MGA Yapım'ın Fox TV'de yayınlanan bir diğer başarılı dizisi de 'Deniz Yıldızı.' 3 sezondur istikrarlı bir çizgi tutturan ve Fox TV'nin vazgeçilmezleri arasında yerini alan Deniz Yıldızı'nın yönetmenleri Ayşe IŞIKAY TÜGEN ile Nujin YILDIZ'la setlerinde bir araya geldik ve ekranın arka tarafını konuşma fırsatı bulduk.

MGA Yapım'la buluşma hikayenizden başlayalım… Yollarınız nasıl kesişti?
Okulum bittikten sonra Antalya'ya gitmiştim, orda bir kanalda işe başladım. Ama korkunçtu, hiç kimse üniversite mezunu değil, hiç kimse işi bilmiyor, yani sigorta bile yapmıyorlar… Yarın yapacağız ertesi gün yapacağız diye. Sonra istifa ettim. Ve dünyanın en mutlu insanı oldum. Sonra bir telefon aldım Mehmet Erişdi'den: 'gelir misin?' dedi. Koşturarak gittim. O zaman da iyi bir ücret, asgari ücretin iki katı gibi bir ücretti ve işe başladım. 10 yıldır MGA'da çalışıyorum. Benim için motivasyondu. Çok zor bir iş, katlanmak gerekiyor. Benim bir çocuğum var, ailem var, çok geç gidiyorum ama dediğim gibi biz Mehmet Abi, Gülsen Abla ile ilişkimiz o kadar farklı ki benim için bu sadece iş gibi değil… Burada çalışmaktan keyif alıyorum.

IMG_9195.jpg


MGA Yapım'ın, Show TV ekranlarında yayınlanan yeni dizisi Beni Affet'in çekimlerine katıldık. Yönetmenleri Gürsel ATEŞ, Mihriban ŞAHİN ve Bergüzar DEMİROĞLU ile biraz MGA Yapım biraz da yönetmenlik üzerine sohbet etme şansı yakaladık.

Öncelikle Ankara'ya geliş hikayenizden bahseder misiniz?

Ben İstanbul kökenliyim. İstanbul'da değişik projelerde çalıştım. Yıllardır çalışıyoruz da. Focus Film'den Nilgün Hanım Ankara'da günlük bir dizi yapacağından bahsetti ve konuştuktan sonra ben aslında başlangıçta bir tereddüt ettim. Ankara'da bu iş nasıl yapılır, nasıl olur… Ben gerçi arkadaşların yıllardır bu işi yaptığını biliyordum ama Ferhunde Hanımlar'dan bu yana, Bizim Evin Halleri ve arada yine hatırlayamadığım bir takım projeler var ve aslında ben bir tereddüt ettim… Nasıl olur, nasıl gider, yapabilir miyim diye. Biz çünkü daha önce tek yönetmenli projelerde çalıştık. Bir yönetmen olurdu. Şimdi birkaç yönetmen bir araya gelince tabii anlaşabilir miyiz, anlaşamaz mıyız diye ister istemez bu tarz sorular geldi. Sonra tabii denemek de yarar var düşüncesiyle yola çıktık. Gerek Nilgün Hanım olsun gerek Mehmet Bey sonra Gülsen Hanım, Altan Bey ve diğer yönetmen arkadaşlar. Geldiğimde şaşırdım… Bu olumlu bir şaşırma… İstanbul'da böyle dizilerde yönetmenler neredeyse birbiriyle küsmüş gibi davranır. Bırak önce o selam versin, ben sonra anlayışı. Ama burada baktım ki herkes birbiriyle son derece arkadaş, isimlerin, kişilerin başarısının öne çıkmasından ziyade, işin başarısını esas aldıkları için diyaloglar, karşılıklı bir aradalıklar son derece iyi… Bu kadarını beklemiyordum. Ve o açıdan çok şanslı ve mutlu hissettim kendimi. Aslında başta giderim Deniz Yıldızı'nı çekeriz daha sonra ben kendi yoluma dönerim falan diye… Ama sonra baktım buradaki atmosferi görünce ben burada kalayım dedim. Yine FOCUS Film'in bünyesinde bu üçüncü işimiz… Bir, İzmir'e gittim geldim. Derin Suları dizisini çektim. Sonra oradaki dizi bitince burada Beni Affet dizine tekrar döndüm ve burada keyifli ve mutlu çalışıyoruz.

Hazırlayan: Mustafa Akturan http://www.ankaraplus.com.tr