Kanal D'nin merakla beklenen yeni dizisi Camdaki Kız için geri sayım devam ediyor.
8 Nisan Perşembe akşamı ilk bölümüyle ekrana gelecek olan yapımın başrol oyuncusu Burcu Biricik, Hürriyet gazetesinden Hakan Gence'ye verdiği röpörtajda kendisiyle ilgili merak edilenleri yanıtlarken dizisiyle ve Nalan karakteriyle alakalı açıklamalarda da bulundu.
İşte o röpörtajdan öne çıkan satırbaşları:
Yeni dizin ‘Camdaki Kız’ ne anlatıyor?
Gülseren Budayıcıoğlu’nun ‘Camdaki Kız’ kitabından yola çıktığımız bir hikâye. Çocukluklarından itibaren eksik kalmış karakterlerin hayata tutunma çabasını ve dışarıdan bakınca cehennem gibi görünen bir hayatın cennete dönüştürülmeye çalışıldığı bir hikâye göreceğiz.
Bu sene ekrana iş yapmayı düşünmüyordun diye biliyorum...
Evet, koronavirüs falan varken televizyon dizisi yapmayı hiç düşünmüyordum.
Ne seni ikna etti?
Yapımcımız Onur Bey (Güvenatam), “Bu hikâyeyi okumadan karar verme” dedi bana. Okudum ve burada güzel bir şey var diye düşündüm. Gerçekten çok enteresan bir iş.
Neydi bu kadar cezbedici yanı?
Canlandırdığım Nalan’ın Polyanna’ya benzer bir tarafı olsa da içinde o kadar farklı travmaları, içselleştirdiği zulümleri var ki... Öyle bir şiddetle büyümüş ki... Çocukluğundan itibaren annesi tarafından önce fiziksel, sonra psikolojik şiddete maruz kalmış. Aslında bir valinin ve emekli bir edebiyat öğretmeninin kızı. Dışarıdan bakınca yalılarda yaşayan, düzgün giyinen, piyano ve bale dersleri almış biri. Özenilesi bir hayatı var gibi. Ama aslında adeta bir fanusun içinde yaşıyor, hayatı asla bilmiyor, annesi tarafından gerçekten kendisine öğretilmeyen hayatı camdan izliyor. Sevgiyle büyümek istiyor ama annesi tarafından asla sevgi verilmeyen bir kız. Beyaz atlı prensini bulduğunu sandığında da bambaşka bir yalnızlığa terk edilen bir karakter.
Sen hiç psikolojik şiddete maruz kaldın mı?
Üniversitenin ilk döneminde bir erkek arkadaşımla buraya giden bir yol olmuştu. Giyinmeme karışmalar, güvensizlikten gelen baskılar, yalancı muameleleri gibi durumlara da maruz kalınca uzamasına izin vermeden bitirmiştim hemen.
Diziniz psikolojik bir hikâye anlatıyor... Sen hiç psikoloğa gittin mi?
Evet, gittim. Önceden bir derdim varsa gitmeye özen gösteriyordum. Ama şu an özellikle oyuncu olmamla alakalı, daha düzenli gitmeye çalışıyorum.
Neden?
Hep tatlış rollerde oynamıyoruz, çok derinliği, ciddi sıkıntıları olan rollere girip günün 20 saatini o karakterle geçirdiğinde günün sonunda bir psikoloğa gidip arınman gerekiyor. Bir de son zamanlarda projelerden önce gidiyorum. Eskiden her projemden önce oyuncu koçuna gitmeye çalışıyordum, şimdi her projeden önce psikoloğa gidiyorum.
Nasıl bir etkisi oluyor?
Tabii oyuncu koçundan öğrendiğim çok güzel şeyler oluyor. Ama işin psikolojisine girdiğinde “Çocukluğunda bunları yaşamış bir karakterin günümüzdeki yansıması nasıl olur” sorusunun cevabını psikologdan daha iyi öğreniyorsun. Bu sebeple ön çalışmalarımı son dönemde bir psikologla yapıyorum.
Neden son zamanlarda toplum olarak psikolojik hikâyeleri izlemeyi daha çok seviyoruz?
Korona öncesinde sanki at gözlüklerimiz vardı, önümüzde bir ödül maması bulunuyordu ve onlara koşuyorduk. “Şunu da yapalım”, “Bu krediyi ödeyelim” diyorduk. Koronayla birlikte hayatımızda hiç alışık olmadığımız bir boşluk oluştu. Kendimize dönmeye ve sorgulamaya başladık. Gülseren Hanım’ın (Budayıcıoğlu) kitapları ve dizileri de böyle enteresan bir döneme denk geldi. Bir de, izleyip de kendimizden daha kötü durumdakileri görünce, yalnız olmadığımızı görüp rahatlıyoruz ya da ‘beterin beteri de var’ diye düşünüyor ve şükrediyoruz.